Kara Salı’da gerçekleşen dolar krizi tüm toplumu derinden sarstı. İnsanlar bir gecede yüzde 15, bir ayda yüzde 30 yoksullaştı. İktidar niye böyle bir ekonomik politika uyguladı? İşçi sınıfı buna karşı neler yapmalı?
Erdoğan bu kararları alırken oyları da sürekli düşüyor. Oysa en geç 2023 Haziran’ında seçim var. Erdoğan’ın seçime giderken önümüzdeki Nisan/Mayıs ayları için hedefleri şunlar: Cari açığın dengelenmesi, işçi ücretlerinin düşürülerek istihdamın artırılması, düşük faizli yatırımların artması ile kısmi ekonomik canlanma yaşanması. Bunlar gerçekleşirse asgari ücrete yapılan zamlarla birlikte biraz sıkıntı çekilse de Erdoğan’ın durumu toparladığı iddia edilecek. Böyle bir gelişme mümkün mü? Elbette mümkün değil. Çünkü Türkiye kapitalizminin kadim kaynak sorunu Erdoğan idaresindeki tek adam rejiminde çözülemez.
Övündükleri şey: Düşük ücret!
İktidar sözcüleri ve yandaş medya Türkiye’de asgari ücretin en düşük seviyede olması ile övünüyor. Ekonominin batacağı belli olduğu için insanları buna hazırlamaya çalışıyorlar. Kendini bütün kurallardan bağımsız gören siyasi iktidarın izansız hamlelerinin eşi benzeri yok. Depremzedelere evlerini verirken “yemezler” diyen Erdoğan, 25 yıl önce CHP’nin 4 aylık hükümet ortaklığında yaşanan ekonomik sorunlardan bahsedebiliyor. Kendisinin 19 yıldır iktidar olduğunu ve örneğin son üç ayda yüzde 30-35 yoksullaşma yaşandığını unutturmaya çalışıyor. İktidar sözcüleri “Her şeye rağmen Erdoğan” diyen çekirdek kitleyi tutabilmek için böyle propagandalar yapmak zorunda kalıyor. Ama insanların yapılanları unutmadığı anketlerden belli oluyor, görev onayı da, oy oranı da sürekli düşüyor.
Türk usulü başkanlık rejimi upuzun bir sorunlar listesi oluşturdu: Adalet alanı, özgürlük alanı, kadınların, işçilerin haklarıyla ilgili alanlar, Kürtler açısından biriken sorunlar, öğrencilerin en temel haklarının gasp edilmesiyle açığa çıkan sorunlar, ev kiralarının ödenemez hale gelmesi, çiftçilerin sorunları gibi konular birikiyor.
Bütün bunların yarattığı bir öfke zaten vardı. Son zamanlarda acımasız bir şekilde “yüzde 30-35 fakirleşebilirsiniz, az yiyin, az ısının” denince, ses çıkartanlara da “yemezler” diye yanıt verilince ezilenlerin saflarındaki öfke ikiye katlandı.
Sokağa çıkmak demokratik bir haktır
Kara Salı’da bazı illerde sokağa çıkıldı, bazı sol partiler eylem yaptı, ODTÜ’den Boğaziçi’ne bazı yerlerde eylemler oldu, DİSK ve KESK eylemler yaptı. Öfkeyi yansıtan eylemler gördük. Ama bu eylemler maalesef çoğunlukla küçük sol partilerin öfkeyi örgütlemeye çalıştığı ama kitlesel katılımın olmadığı eylemler oldu.
Kara Salı’nın hemen ardından ‘sokakta öfkemizi ifade edelim’ çağrıları yapıldı. Gösteri yapmak, yürüyüş yapmak, basın açıklaması yapmak, en temel insan hakları arasındadır. Eylem yapmak sadece hak değildir, hak kazanmak için zorunlu bir araçtır. Elinin altında eylem yapma gücü, kolektif örgütlenme gücünden başka bir şey olmayanlar eylem yapacak elbet. Eylem yaparsak kötü olur diye düşünülemez. Daha kötü olmasın diye eylem yapılır. İster balkonlarından tencere çalar insanlar, ister şehrin caddelerinde öfkeyle yürürler, belki yürüyüşümüze katılanlar olur diye beklenti içinde olabilirler, sloganlar atarlar.
Provokasyonlar, böyle eylemler değildir. Bu eylemlere saldıran devletin kolluk güçleri, bu eylemlerin içine sızıp sağa sola saldıranlar provokasyon çıkartırlar. İktidarın zaten sokağa çıkmayı bütünüyle zorlaştırdığı koşullarda, muhalefetin sokağa çıkmanın zararları üzerine verdiği vaazlar; sokak mücadelesini, eylemleri, slogan atmayı devlet tarafından kullanışlı olaylara indirgiyor.
Seçim hesapları
Bugün krize karşı sokağa çıkılmasını seçim sürecine zarar verir diye gereksiz görenlere şunu hatırlatmak lazım: Seçimler kurallara bağlanmış demokratik bir haktır, iktidar bundan kaçamaz diye düşünülüyorsa; yürüyüş, basın açıklaması, gösteri yapmak da anayasal bir haktır. En az seçimler kadar, hatta sadece beş dakikada oy verip bitmediği için, insanların eylemlere katılan başka insanlarla iletişim kurması açısından daha da demokratiktir. Bir demokratik hakkımızı kullanmak başka bir demokratik süreci sekteye uğratır demek, mücadeleyi baştan kaybetmektir.
Uzun süredir, yaratılan korku imparatorluğunun kitle eylemleriyle aşılacağını anlatıyoruz. OHAL döneminin baskıları, arka arkaya yapılan seçimlerle kırılmadı. Bizim önerdiğimize benzeyen, ama milyonlarca emekçi yerine esas olarak CHP’lilerin sokağa çıkmasıyla ve “hak-hukuk-adalet” sloganlarıyla yapılan Ankara-İstanbul yürüyüşüyle oldu.
Bu yürüyüşe gelene kadar; hakları için direnen tüm alanlardan insanların (KHK’lılar, barış imzacıları, HDP’li vekiller, gazeteciler, doktorlar, akademisyenler) direnişleri, iş cinayetlerine karşı, kadın cinayetlerine karşı, temel hakları ve ücretleri için irili ufaklı eylemlerden vazgeçmeyenlerin baskının kapısını zorlaması çok önemliydi.
Kılıçdaroğlu çok isabetli bir zamanlamayla yürüyüşe başlayınca OHAL döneminde biriken tüm öfke patladı. 2017 yılında 15 Haziran’dan 9 Temmuz’a kadar süren yürüyüş; öfkeli, bir şey yapmak gerekir diyen insanlara moral verdi. Bütün ezilenlerin kendini ifade ettiği bir eyleme dönüştü ve dev bir mitingle tamamlandı. CHP, daha sonra kontrol elimizden çıkar diye frene bastı. Halbuki dev mitinglerle devam edebilirlerdi. Edebilselerdi şimdi durum çok farklı olurdu.
O zaman olduğu gibi şimdi de kitlelerde fakirleşme ve öfke varken “sokağa çıkmak doğru olmaz” tezi hatalı. Birincisi her şeyi seçime ertelemek yanlış. İkincisi “bu AKP’ye yarar” tezi, bu da doğru değil. Eylemlerin iktidara yaradığına dair görüş genelde reformist bir görüştür ve insanları sokaktan çekilmeye çağırır.
İşçi sınıfının, eylemlerde merkezi rol oynaması gerekir
Eylemler yapılabilir, fakat bütün eylemlerde genel grevi ima eden, işçi sınıfının hayatı durduracağı bir merkezi eylemi vurgulamak gerekir. Sosyalistler bütün eylemlerin yapılmasını savunur, ancak bütün eylemlere, bizi bu hedefe götürüyor mu götürmüyor mu diye bakılarak eleştirel bir şekilde yaklaşılır. Krizin faturasını Türkiye egemenlerine çıkartacaksak, Türkiye solunun seçime odaklanmış havasını ve CHP’nin “eylem yapmayalım”cı havasını değiştirmek gerekir.
Sadece açlıkla değil sol, sosyal şoven, seçimci bir eğilimle sıkça karşılaştığımız bir dönemden geçiyoruz. İrili ufaklı çeşitli işçi eylemleri oluyor. Bunlar genelde birbirinden kopuk ve işçi sınıfının geneline hitap etme yeteneğinden yoksun eylemler. Krizin faturasını kim ödeyecek sorusuna verilecek yanıt açısından birleşik işçi mücadelesini çok daha fazla önemsemeliyiz. Hak-İş’i Türk-İş’i kazanacak bir birleşik mücadele perspektifi çok önemli. Önümüzdeki hafta Antikapitalist İşçiler’in yapacağı Emek Forumu bunu anlatmak için büyük bir fırsat. Başta DİSK olmak üzere bazı sendikalar özellikle asgari ücret pazarlıklarında mücadele çağrısı yapıyor. Bunlara katılmak, birleşik cephe ve kitlesel miting çağrısı yapmak çok önemli.
Dünyadaki çeşitli mücadelelerde, otoriter rejimlerin güç kaybettiğini görüyoruz. Hem dünyada hem de Türkiye’de bundan sonra nasıl bir iktidarın geleceğini belirleyecek olan, kitlesel işçi mücadeleleri olacak.
Bir grev, hele hele genelleşen bir grev, temiz bir nefestir. Yüzbinleri, giderek milyonları içine çeken bir grev hareketi, harekete geçen işçiler açısından sokak mı grev mi gibi tartışmaların ne kadar büyük bir zaman kaybı olduğunu göstermekle kalmaz sadece, bu türden tüm sekter tartışmaların harekete zarar verdiğini de gösterir.
Dev bir ekonomik yoksullaşmaya dev bir işçi hareketiyle yanıt verilmelidir elbette. Geri kalan tüm eylemler, böyle bir harekete hizmet ettiği ölçüde anlamlıdır. Başka bağlamlarda başlayan eylemler de işçi sınıfının büyük hareketinin aktif bir parçası ya da işçi hareketi ile dayanışma içindeki toplumsal güçler olarak harekete geçebilir.
Sosyalistler işçi sınıfını greve hazırlamak için çalışır
Sosyalistler işçi sınıfı hareketi patlayana kadar elbette oturup beklemezler. Her slogan, her yayın, her eylem sınıf hareketine yardımcı olmak için devreye sokulmalıdır. Özellikle kritik anın geldiğini gördüğümüz her seferinde, odaklanmamız gereken asli öğe, sınıf hareketine yardımcı olmaktır.
Her eylemimiz, işçi sınıfı hareketinin birleşmesine yardımcı olduğu ölçüde bir anlam taşır. Burada kritik kavram, işçi sınıfı hareketine yardımcı olmaktır. Sosyalizm mücadelesi, işçi sınıfının kendi eylemi, onun hareketinin bizzat kendisidir. İşçi sınıfına yardımcı olmayı sosyalizm, demokrasi, ekonomik haklar ve sosyal-politik ve ekonomik reformlar mücadelesinin ta kendisi olarak görenler; işçi sınıfına yardımcı olmanın her düzeyde birliğini sağlamak için örgütlenmek anlamına geldiğini savunmalıdır.
Bu yüzden, sorun, sosyalistlerin ne kadar cesur olduğu değil, işçi sınıfının en önünde duran kadın ve erkek işçilerin örgütlenme cesaretine katkıda bulunmaktır. Tek tek işçilerin enerjisini harekete geçiren, işçi sınıfının kolektif eyleminin derinliğidir. Hareket ne kadar yaygınsa, öncü işçilerin, hareketi ileri çekmek için bulacağı örgütlenme ve propaganda alanları o kadar açılır.
Kuşkusuz, şu anda işçi hareketinin örgütlenmeleri içinde; sosyalistlerin genel grev çağrısının etkili olacağı bir örgütsel ağırlık yok. Ama işçi sınıfının sendikaları var. Sosyalistler, temas halinde oldukları tüm işçi aktivistlerle ve işçi ağları içinde sendika liderliklerini grev kararı almaya zorlamak için tartışma ve örgütlenme başlatabilirler.
Birleşik işçi mücadelesi hayata geçirilmelidir
Bir grev dalgasının örgütlenmesi, bir süreç olmak zorundadır. Bu süreçte; fikrin ortaya atılması, işyerlerinde tartışılması, tek tek işyerlerinde toplantılar ve basın açıklamaları yapılması, sendika liderliklerine işyerlerinin basıncının uygun bir dille aktarılması, birleşik işçi direnişinin öneminin altının çizilmesi, egemenler tarafından tetiklenen ve derinleştirilen aşırı yoksullaşmanın faturasının krizin sorumlularına yıkılması konusunda tüm işçi sınıfında ortak bir anlayış birliğinin sağlanması gibi adımların atılması gerekir.
Bu tartışma sürecinde başarı kazanılırsa, bölgesel işçi mitingleri düzenlenebilir. 1990’lı yılların Emek Platformu’na benzer bir örgütlenmeyle; tüm sendikaların birleştiği, bir genel grevi örgütleyecek, yüzbinlerce insanı kapsayan bir hareket, bir platform inşa edilebilir.
Önce her işyerinde basın açıklamalarıyla böyle mitinglerin aciliyetini vurgulayabiliriz. Bu mitingler tek bir mitinge doğru evrilebilir. İşçi sınıfının ne kadar büyük bir kavgaya hazır olduğu ya da hazır olup olmadığı bu sırada açığa çıkar. Genel grev gerçekten mümkün mü, bu sırada anlaşılır. Ne yazık ki, işçi sınıfının eylem kapasitesinden umudunu kesenler, sınıf mücadelesinde her daim bir ağırlığa sahip olageldiler. Böylelerine, genel grev vaazı vermekle genel grev örgütlenemeyeceğini; hırpalanan, tırpanlanan işçi sınıfının kimsenin beklemediği bir anda harekete geçebileceğini ve bir genel direnişin tek bir gününün hareket içindeki tek tek işçilerin eylem kapasitesini ve mücadeleye duyduğu güveni sıçramalı bir şekilde geliştirebileceğini anlatmaya devam etmek lazım.
Kara Salı’dan hemen sonra 25 Kasım kadın eyleminde, TTB’nin Ankara’ya yaptığı yürüyüşte, DİSK’in birçok şehirde yaptığı basın açıklamalarında, krize karşı sokağa çıkan örgütlere verilen halk desteğinde, en azından tencere tavalı desteklerde, bütün mücadelelerin birbirine ilham verme yeteneği ortaya çıkmakla kalmıyor sadece, mücadelelerin birleşmesi ihtiyacı da ortaya çıkıyor.
Kursağımızdan zorla yemeklerimizi çalmaya çalışanlara karşı, yeni döneme uygun birleşik bir işçi mücadelesinin örgütlenmesi yaşamsal bir önemde. Zira bir kez daha altını çizmek gerekirse, yerli-milli iktidar ittifakının, aslında bir büyük işçi dalgasını, bir büyük mücadele dalgasını engelleme şansı yok. Böyle bir mücadelenin taleplerini yok sayma yeteneği de yok.
(Sosyalist İşçi)