Öğretim üyesi Sinan Laçiner, salgına karşı işçileri ve ezilenleri merkezine alan bir perspektifi anlatıyor.
Salgının, zengin-fakir ayrımı yapmayan “demokratik” bir virüsten kaynaklandığına ilişkin popüler argüman temelden çürük. Zira gerek bağışıklık sisteminin gücünü tayin eden beslenme düzenindeki farklılıklar, gerek test yaptırma imkânları, gerekse nitelikli sağlık hizmetlerine erişim kolaylığı açısından mülk sahibi sınıfların virüsü kapsa da bunu yenme imkânı işçi sınıfıyla kıyaslanmayacak kadar fazla. Bu da kapitalizmin eşitsizlik üreten ve bunları derinleştiren doğası ile birlikte kamu sağlığı odaklı bir “sistem” olmaktan çıkarılarak kar odaklı bir “sektör”e dönüştürülen sağlığa ilişkin politik tartışmaları yükseltmeyi zorunluluk kılıyor. Yani sorunun büyüğünün virüs değil kapitalizmin kendisi olduğunu tüm boyutlarıyla vurgulamak gerekiyor. Buna karşın böyle bir tartışmadan kaçınılıp piyasacı devleti olumlayarak ondan bu haliyle çare talep eden bir tutumun egemen hale geldiği görülüyor.
Bu salgını, bittikten sonra hiçbir iz bırakmadan dünya düzeninin aynı şekilde devam edeceği sıradan bir olay olarak görmek büyük yanılgı olur. Kapitalizmin bu krizini kendi çıkarları lehine işleyen otoriter devlet örgütlenmesini tahkim ederek aşması ve ezilenlerin daha büyük bir cendereye alınması olasılıklar dâhilindedir. Ama egemen sınıfı her yönüyle teşhir edip ezilenler olarak bu doğrultuda örgütlenerek bunun tam tersini, ezilenlerden yana bir çıkışı ete kemiğe büründürebilmek de pekâlâ mümkündür.
Sinan Laçiner, öğretim üyesi
(Röportaj: Çağla Oflas - Sosyalist İşçi)