Agos'tan Yetvart Danzikyan, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'la seçimler üzerine konuştu.
Genel bir algı var, Erdoğan formsuz MHP zaten sıkıntı içinde , ekonomik kriz derinleşmeden seçim kararı aldılar dolayısıyla bu seçime AKP ve Erdoğan ilk kez dezavantajlı pozisyonda gidiyor şeklinde. Siz genel gözleminiz itibariyle bu görüşe katılır mısınız?
AKP üzerinden bakarsanız bu tespitlere başka türden yaklaşmak ya da ekleme yapmak da mümkün. Bir tanesi, seçim sürecine bakınca formsuzluktan da öte AK Parti teşkilatının çalışmadığını gözlüyoruz. Bunun da sadece seçim kampanyası ya da seçim dönemiyle ilgisi yok daha geniş bir mesele ile ilgisi var. Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim belki de AK Parti ve Erdoğan hiç alışkın olmadıkları bir siyaset oyunun içinde ilk defa savunma yapmak durumundalar. Daha ileriye gidemiyorlar. İşte 1 Kasım en ileriye gittikleri yer. Sonra bir de referandum yapıldı, en geniş gerçek anket o. İkisinin AKP ve MHP’nin oyu %61-63’ten başladı 51’i zor buldu. Zorlanarak buldu. İlk defa AK Parti ya da MHP ortaklığı gerilemeye devam ediyor gibi gözleniyor. Asıl hikaye zaten burada. Erdoğan metal yorgunluğu dedi ama metal yorgunluğundan öte bir durum var. Bir kere AK Parti teşkilatının örgütlenmesinin ruhu değişti. Ne değişti? Daha geniş bir perspektiften bakarsak AK Parti dediğimiz teşkilat AK Parti kurulduğu için olmuş bir teşkilatlanma değil. Önceden sokaklarda Refah Partisi zamanında ve hatta Refah Partisi’nden de önce başlamıştı. Yani 80 darbesinden sonra ülkenin iç göç hareketi sırasında metropolleşen yerlerde insanların, sade vatandaşların ürettiği kendi dayanışma ilişkileri ağları vardı. Ve ortalıkta hiçbir toplumsal doku olmayınca sol veya sağ denecek geleneksel siyasetin bütün sokak örgütlenmeleri darbenin generalleri tarafından yok edilince ortalık siyasal İslamcılara kaldı ya da daha İslami duyarlılığı yüksek kesimlere kaldı diyelim. Ve o dayanışma ağları birazcık da cami cemaati etrafında ve mahallelerde oluştu. Dolayısıyla Refah Partisi’nin 94’teki büyük açılım hamlesi yani kadınların sokak gezmeleri ev gezmeleri gibi siyaset biçimlerine döndükleri noktada zaten bu yapılanma vardı ve bu yapılanmaya onlar sadece bir ruh kattılar ve kendi lehlerine yönettiler, manipüle ettiler. Ve AK Parti de zaten sokaklardaki örgütlenmenin neşet etmiş haliydi. Bunun avantajı neydi, sokakta gündelik hayattaki tüm derdi tasayı öğreniyor ve yerel yönetim kültüründen geldikleri için de o 2002 -2010 aralığında hemen o öğrendikleri probleme müdahil oluyorlardı. Gündelik hayattan beslenen ve gündelik hayata da bir cevap üreten bir tarzları vardı ama AK Parti bugün geldiği noktada böyle bir ortak ruh heyecan dayanışma ilişkileri üzerine değil, çıkar ve sonradan katılanların geldiği ilişki temelli, “Reis”e doğrudan biat temelli halde. Yani o ortak aklın mahalledeki sorunların çözümüne müdahil olmaya çalışan aklın değil sadece Reisin gözüne girerek ihale veya iş politikalarında avantaj sağlamaya çalışan aklın yerine döndü. Dolayısıyla 2002’de sokaktan beslenen AK Parti bugün damar tıkanıklığı yaşıyor çünkü ne sokağın derdini öğrenebiliyor ne ihtiyaçlarını ve talepleri öğrenebiliyor, örgüt bu niteliğini kaybetti, sadece çalışkanlığını değil. Tabii bunu Erdoğan kendisi de yarattı tek adamlığını ilan etmek için partinin bütün ruhunu da değiştirdi. Dolayısıyla bugün İstanbul’da şu kadar milyon ev ziyaret edildi gibi hiçbir şey duymuyoruz görmüyoruz hatta sokaklarda bayrak bile görmüyoruz. Yani temelde böyle bir mesele var. İki, partinin yönetici kadrolarında siyaset üretme değil de, doğrudan partinin mekanizmalarına biat etmek gibi bir şey de esas olunca sadece çıkar ilişkileri olan kamu ihalelerinden pay almaya çalışan yerel yönetimlerden pay almaya çalışan veya çocuğuna istihdam bulmaya çalışan insanlar giderek çoğalıyor . Ayrıca sadece insan kaynağı ve örgütün bozulması açısından değil entelektüel olarak da AK Parti damar tıkanıklığı yaşıyor. Yani dışarıdaki yeni fikirlerden yani tartışmalardan yeni insan malzemesinden beslenmiyor. Buna gençler de dahil. Dolayısıyla geleneksel CHP’nin içinde bulunduğu damar tıkanıklığı problemini AK Parti de yaşıyor ve bu da sokağa yansıyor zaten. Bir de ekonomi sıkıştırıyor. Ve bu entelektüel ıssızlıktan dolayı beslenme kapasitesini yitirdiği için değişmekte olan problemleri değişmekte olan sosyolojiyi kültürel bir takım fay hatlarını da kavrayamıyor. Aksine o fay hatlarının bir kısmını kendisi körüklüyor,. Dindarlar sekülerler arasındaki kutuplaşmayı bilerek isteyerek kendisi de körüklüyor ama oradaki entelektüel kapasiteleri de belli. Dolayısıyla sadece bu şeytanlaştırmaya, muhalefeti ötekileştirmeye döndü ve daha da ilginç bir tarafı, giderek geleneksel, yüz yıldır devletin inşa etmeye çalıştığı şovenliğe, milliyetçiliğe teslim oldu. Ülke de bir yandan reel sorunlarla karşı karşıya, ama işsizlik ama ekonomi ama Kürt meselesi ama toplumsal kutuplaşma vs. Ve bu problemleri demokrasi ile yani müzakere uzlaşma ikna yöntemleri ile çözebilecekken gitti bir de AK Parti muhalefeti bastırmak adına tümüyle işi bir demokrasi krizine çevirdi. İşin ilginç tarafı biz ona demokrasi krizi derken onlar hala demokrasi diyor. Bir de felsefi mesele var, sadece oy tercihi için böyle yapıyor değiller. Yani varsayılıyor ki bazı konularda “Efendim işte Erdoğan siyaset adamı, oy devşirmek için böyle yapıyor oy aldıktan sonra gerçeği yapacak” Hayır ekonomi politikasında da demokrasi meselesine bakışında da samimi niyetinin bu söyledikleri ve yaptıkları olduğunu sanıyorum ben. Ve çıkmaz da orada başlıyor zaten çünkü Türkiye’nin sorunları bu yöntemlerle bu tarzla her gün daraltılan siyaset mekanizması ile yapılamaz. Dolayasıyla yeniden kampanya meselesine dönersek yastığa başını koyduğu zaman AK Parti’deki yetkili herkes aslında problemin ne olduğunu görüyordur. Görmemeleri mümkün değil. Kendi yaptıkları hatalardan dolayı problemlerin nasıl büyüyor körükleniyor olduğunu görüyorlar ama bir tek adamlık sistemine dönüldüğü için de bunu da söyleyemiyorlar çünkü bir yandan da korku iklimi var.. Dolayısıyla böylesi bir keyfilik ve merkeziyetçilik içinde ülke sorunları ile baş etmek mümkün değil. Bu hissiyat da yani ne olduğunu bilmek ama gerçeğin dışında pozisyon almak gibi duygusal çelişkiden dolayı AK Parti teşkilatı enerji üretemiyor. Yani alıştığımız AK Parti yok sokakta.
Bir diğer figür Muharrem İnce. Bu konuda da genel kanaat iyi bir performans gösterdiği Erdoğan’ı zorladığı, belagat konusunda Kılıçdaroğlu’na kıyasla Erdoğan’la daha fazla baş edebildiği yönünde. Hatta ikinci tura kaldığında Erdoğan’ı yenme ihtimalinin olduğu görüşü var. Siz İnce’nin söylemlerinde kemikleşmiş CHP seçmeninin dışında diyelim AKP’den sıkılmış muhafazakar seçmene de seslenecek, onları da yakalayabilecek bir yön görüyor musunuz?
Şu ana kadarki performansı tabii ki beklentinin üstünde ama bu AK Parti kesiminin ya da AK Parti’ye şimdiye kadar oy vermiş insanların oyunu çekmeye yeter mi, orası biraz kuşkulu. Şu açık evet CHP İlhan Kesici gibi sağ seçmenin de oy vereceği varsayılan adaylar yerine İnce’yi aday yaparak kendi seçmenini kendi örgütünü heyecanlandırdı. Ve üstelik Muharrem bey de gösterdiği performansla o heyecanı yukarı doğru çekti bu açık. Gözle görülüyor. Ama bu yetmiyor.. Ben tabii şuradan bakıyorum hep. Türkiye’nin meselesi nedir, Türkiye’nin meselesi yalnızca işsizlik meselesi değil yalnızca medyaya baskı meselesi değil bütün bunlar daha büyük meselenin alt parçaları, daha büyük mesele bana göre Türkiye’nin ortak yaşama iradesinin zayıflıyor olması. Zaten düşük olan hukukun üstünlüğüne olan inancın giderek yok oluyor oluşu ve bütün bunları bir toplumsal kutuplaşma ve kültürel kutuplaşma ve siyasi kutuplaşma gibi katman katman fay hatları içinde yaşıyor olmak. Dolayasıyla Türkiye’nin meselesi yeniden bir arada yaşamı inşa etmek. Ben bu şablondan ya da bu çare üzerinden bakıyorum adaylara. Sen ekonomi temel mesele diyorsan o zaman evet Muharrem beyin ekonomi üzerine vaatlerine bakacaksın ama ben çare diye gördüğüm çözümden ölçü koyuyorum kendime, oradan bakıyorum. Şimdi bir partinin ya da bir adayın hele muhalefetin üç güveni inşa etmesi lazım.. Birinci güven kendi örgütüne ve kendi taraftarına “Hah işte bu adayımız ve kazanabiliriz” dedirtmek. İki, bu güvenin sokağa yansımasıyla üretilecek sinerji ile “Bunlar ya da bu aday seçimi kazanabilir” dedirmek ortadaki seçmene, oyunu almak ya da almamaktan öte. Üçüncü aşama “Bunlar yönetebilir galiba ülkeyi, hem kazanacaklar hem de yönetecekler” dedirtmek. M. İnce bunun birinci aşamasını yaptı evet CHP seçmenini heyecanlandırdı. Ama seçimi kazanır dedirtmeniz için bu sözünü ettiğim probleme dair çözümünüzün söyleminizin önde olması lazım ki insanlar varolan gerilimden, kimlikten, kutuplaşmadan bakmasın da, o ortak hayata dair iddiadan baksın oy vermeye veya vermemeye karar versin. Söylemde bu eksik. Bizim araştırmalarımızdan şöyle bir tespitimiz var. Türkiye insanı lider dediği insanda ya da güven oluşturacağı kanaat önderinde üç şeye bakıyor: sahici olmak, adil olmak ve vizyoner olmak. Yani onlardan olacaksanız, onlarla yol yürüyeceksiniz ama dağın öbür tarafında vahanın olduğunu, oraya giden yolun neresi olduğunu biliyor olup o insanlara rehberlik ediyor olacaksınız.. Evet Muharrem bey samimi sahici ama dağın öbür tarafındaki vaha konusunda mesele sadece öğrenciye 500 lira kredi vermek emekliye 300 lira daha bir şeyler vermekten ibaret kalınca vaat, bu sözünü ettiğim büyük problemin duygusal baskısı ya da kutuplaşmanın ruhi ve zihni ambargoları içinden bakan AK Parti seçmenini örneğin henüz cezbetmiyor. Çünkü Muharrem bey ne önerirse AK Parti hemen bir lira fazlasını veriyor. Yani mesele bu vaatlerden öte bir yerden söylem kurmak. Henüz bu eksik ama önümüzde vakit var. Çünkü iletişimciler bu tür kampanyaları 10’ar günlük ya da periyodlar halinde planlıyorlar, klasik müzikte filmde ya da romanda olduğu gibi ‘giriş gelişme sonuç’ yapıyorlar, belki de orada onu söyleyecektir onu bilmiyorum.
Parti parti gidelim. Meral Akşener’e bir medya ambargosu olduğunu anladık artık. Bu ambargo geçen hafta Habertürk sonra da Fox tv ile kırıldı, biraz daha görünür olmaya başladı. Bu durum yani kampanyanın ortadan ikiye bölünmüş hali İYİ Parti’ye ne getirir ne götürür çünkü bizde bir efsane vardır ‘Medyanın baskı yaptığı görmediği siyasetçiyi halk bağrına basar’ gibisinden..
Bunların tabii bir etkisi var ama bu bir seçim efsanesi. Şimdi Muharrem bey ile Meral hanım ya da İYİ Parti’ye baktığımızda benim gördüğüm şudur. İYİ Parti başlarken kendine yüklenen misyon AK Parti’den de oy alacağı ve merkez sağda yeni bir alternatif olacağıydı ama pratikte böyle olmadı. Pratikte İYİ Parti ve Meral hanım başladığı andan itibaren MHP’den daha fazla olmak kaydıyla CHP ve MHP’den oy aldı. Yani aslında AK Parti karşıtlarının yeni bir lider arayışlarına cevap üretiyormuş gibi bir yere oturdu. AK Parti’den de rahatsız olanların aradığı lider rolüne oturmadı. Neden öyle oldu olmadı ayrı bir analiz konusu. Ama Muharrem beyin adaylığı ile Meral Hanımın CHP’den alacağı oyun önü kesilmiş oldu. O zaman sadece MHP ile oyu bölüşmek gibi bir pozisyonda kaldı. Ama tabii ki kampanya başladı ve Meral hanımın da az önce Muharrem bey için değerlendirdiğim samimi sahici bir tarafı var. Ama vizyon tarafında sorun var. Dolayısıyla hem yeni bir figür oluşu hem de geleneksel sağdan beslenen bir zihni yapıdan bir dil kuruyor olması. kadrolarının da öyle olması ile sonuçta bugün geldiğimiz noktada sanıyorum ki hem Meral hanım hem de Saadet Partisi, ne oy alırsa, AK Parti’den alacak. Ve sanıyorum AK Parti ya da Tayyip bey bunu gördü. Ve AK Parti seçmenleri içinde rahatsız olanlar da var, gündelik hayata bakarak dış politikadaki gerilimlere bakarak ya da ekonomiye bakarak. Dolayısıyla oradan bir miktar fire verme ihtimali var AK Parti ve MHP ittifakının. Ve kime doğru verecek o insanlar, CHP’ye doğru vermeyeceğine göre hele bu kutuplaşmanın içinden; o zaman da gidecek her oy 10 bin kişi de olsa 100 bin kişi de olsa milyon kişi de olsa Saadet Partisi ve İYİ Parti’ye doğru olacak. Bence Tayyip bey bunu gördüğü için bilinçli bir ambargo var. Yoksa Meral hanım konuştuğu zaman Muharrem beye oy verecek bir adamı kararsızlığa çevirip kendine çevirme ihtimali artık yoktur. Ama Meral hanım konuştuğu zaman sahiciliğini samimiyetini gösterdiği zaman AK Partililerin ve MHP’lilerin rahatsız olanlarına değen, onların şikayetlerine gönül dünyalarına referans dünyalarına değen bir dilden konuştuğu için orada etki üretme şansı daha yüksek. Tayyip bey de onu gördüğü için ambargo bana çok “rasyonel” görünüyor.
Yine de seçime damgasını vuracak hali?
Henüz yok ama önümüzde daha son beş gün neler olacağını bilemeyiz çünkü Türkiye’nin yaşadığı bütün kültürel ve toplumsal süreçten sonra bugün baktığımız noktada evet insanların bir parti arayışı var elbette. 25 milyon seçmen bugünkü siyasi aktörlerden umutsuz, Türkiye’nin geleceğinden karamsar vs. Dolaysıyla bizim gördüğümüz fotoğrafın en kısa en net anlatımı şu: bir yandan bir buz tabakası var yüzeyde hiçbir şey değişmiyor gibi görünüyor ama buzun altında da ciddi biçimde çıtırdamalar alev belirtileri görünüyor ama o buz bu seçimde mi kırılır, bir dahaki seçimde kırılır onu bilmiyorum. Ama kırılacak ve çok ciddi radikal bir değişiklik olacak Türkiye’nin siyaset arenasında 2002’de olduğu gibi. Ama seçime giderken bütün aktörler bildiğimiz geleneksel aktörler olduğu için değişimin ürettiği meselelere cevap üreten yeni bir aktör çıkmadığı için de toplum henüz her şeyi altüst edecek kadar radikal fikri değişiklik üretmiyor. Ama bunu hissediyor. Şu veya bu biçimde şikayetini dillendiriyor. Ama henüz çare bulamıyor. Toplumlar böyle durumlarda entelektüel dünyaya ve siyasetçilere kulak kesilir bütün bu sıkışmışlığın içinde çare söylüyorlar mı, diye. Ama Türkiye’nin entelektüel dünyası ıssız, siyaset dünyası da kısır, onun için toplum kendi kulağını kapayıp kendi evininin içinde kendi dertleriyle meşgul.
HDP barajı geçecek
HDP ve Selahattin Demirtaş’a gelelim. Burada biraz daha katmanlı bir durum ile karşı karşıyayız. Demirtaş’ın cezaevinde olması bir etken. HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği başka bir etken. HDP barajı geçerse bambaşka bir Meclis yapısı oluyor geçemezse başka. Bir yandan da iki tur için iki ayrı hesap yapanları da çok görüyoruz, birinci tur için ‘Meclis’te HDP ama cumhurbaşkanlığı için İnce’ diyenler de var, bunun çaprazında CHP tabanında bazı hesaplar var yani ‘bizimkiler nasıl olsa barajı geçer” deyip meclis için HDP diyenler vs. Sanki biraz karmaşık bir tablo mu var?
Bu karışık tabloyu entelektüeller üretti. Benim babamın bu kadar ince ince düşündüğünü sanmıyorum. Kimliği var, duyguları var, şimdiye kadar yaşadığı deneyimler var ve yarına dair umutları ihtiyaçları talepleri var. O kadar yalın onlar için. Siyasi tercih bu kadar bilinçli muhakemelerle yürüyen bir şey değil. Zaten siyasi tercih de değil her gün her birimiz on bin karar veriyoruz su içeyim çay içeyim tuvalete gideyim gibi. Bunların yüzde 90’ı, bilim diyor ki, bilinçaltı. Yani bilinçsiz yapılan değil, alışkanlıklardan inançlardan duygulardan beslenen bir şey. Onun için bu her gün düşünülen bir şey değil. Bu kadar karmaşık da olduğunu sanmıyorum meselenin. Ama HDP meselesinde özel bir durum var elbette, çünkü neden? HDP baraj altında kalsa sayısal olarak AK Parti cenahına üreteceği 50 60 belki de 70 vekillik bir avantaj var ki o sayısal üstünlük AK Parti için çok önemli. Ama ikinci bir tarafı var sadece sayısal sonuç açısından değil siyasal ve toplumsal bir tarafı daha olur bunun. Nedir o? Türkiye’de kutuplaşma üç parçalı, öyle bir eksen üzerinde iki köşe yok, yıldız gibi üç köşeli. Kürtler, dindarlar, sekülerler. Bu kod adı elbette, sosyolojik başka boyutları da var meselenin. Dolayısıyla bu üç kesim birbiriyle uzlaşmadan yeni bir Türkiye kurmak mümkün değil. Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu problemleri de bu uzlaşma olmadan çözmek ya da yönetebilmek de mümkün değil. Seçimi kim kazanırsa kazansın. Tayyip bey ya da Muharrem bey. İkisi de yönetemeyecek, benim tezim o. Bu uzlaşmayı üretmek diye bakıyorum ben, en temel problem bu. Dolayısıyla Kürt cenahı parlamentoda yani siyaset zemininde olmayınca bizim böyle bir uzlaşmayı nasıl üreteceğimizi ben gerçekten merak ediyorum, yani hangi siyasetçinin böyle bir tahayyülü var?
Ama bir yandan da şunu gözlüyorum ki HDP barajı geçecek. Niçin geçecek? Bir kere yine Kürtler ve Türkler üzerinden ayrı ayrı söylersek Kürtlerde yarı yarıya gibi olan AK Parti HDP tercihi ya da seküler hayat dindarlık tercihi veya düzene yakın olmak düzene uzak olmak meselesi, hangi yarıktan bakarsanız bakın, yarı yarıya gibi olan şey sosyolojik olarak kültürel olarak aynen orada duruyor. Ama artık muhafazakar Kürtlerin önemli bir kısmı da seküler hayat tarzına geçtiği için ya da düzene yakın olanlar düzene karşı tarafa geçtiği değil, ama ‘Bir Kürt kimliğine, partisine de bu yapılır mı?’ diye HDP’ye döndüler siyasi olarak ve bu sayısal olarak bile HDP’ye yetecek, olağandışı şeyler olmazsa. Seçim günü oy verildi verilemedi gibi sandık başındaki birtakım meseleler yaşanmazsa bunun HDP’ye yeteceğini sanıyorum.. Türklerin içinde de her zaman demokrasiye inanan ve HDP’ye demokrasi anlamında omuz vermeye çalışan yüzde bir iki var. Onlar yine verecek zaten onun için ben HDP’nin barajı geçeceğini sanıyorum çok olağandışı şeyler olmazsa. Ama burada asıl önemli olan bence, Türk entelektüeller bile demokrasi konusunda yaralı ve eksik kimse kusura bakmasın. Ben onun için şöyle bir cümle kuruyorum, siyasi yoldaşlık içinde insanların devlet ve Kürt meselesine nasıl baktıklarına bakıyorum. Çünkü bugün Erdoğan karşıtlığından dolayı AK Parti karşıtlığından dolayı muhalefette bir arada duruyormuş gibi görünen bir çok unsurun önemli bir kesimi Kürt meselesine gerçekten demokrat bir yerden bakmıyor. Onun için de HDP’ye destek bir iki puanın ötesine geçmiyor. Asıl böyle bir zihni mesele var. Dolayısıyla sadece dindarların ya da muhafazakarların Kürtlerin ve sekülerlerin varlığını kavraması ve barışması gerekmiyor, asıl sekülerlerin (çünkü ülkenin entelektüel sermayesi burada) zihin dünyasında Kürtlerin ve dindarların varlığını tanımaları, onların hak ve ihtiyaçlarına cevap üreten yeni bir zihni dönüşüm geçirmeleri gerekiyor. Bu son söylediğim cümle ülkenin geleceğini kurmak için kritik çünkü entelektüel sermaye ve kapasite bu tarafta. Dolayısıyla bu tarafta böyle bir zihni dönüşüm olmazsa da Türkiye daha uzun süre bu krizlerin içinde bocalayacak gibi.
Şu da var, diyelim ki HDP barajı aştı birinci turda, ama başkanlık seçimi ikinci tura kaldı. Diyelim ki Erdoğan ile Muharrem İnce ikinci turda. İki haftalık bir süre olacak önlerinde ve dönüp Kürtlere bir şey demeleri gerekecek. Ne diyecekler?
Evet aynen öyle. Sadece Kürtlere değil de, diyelim muhafazakarlara, Muharrem İnce açısından bakarsak. Ya da Tayyip beyin iki tarafa da. Diyelim Muharrem bey açısından bakarsak Kürtlere ayrı muhafazakarlara ayrı. Hem varlıklarını tanıyacak ve varlıklarını tanımak ‘namaz da kılarım ben’ demekten ibaret değil keşke bu kadar basit olsaydı mesele. Daha karmaşık bir mesele konuşuyoruz dolayasıyla Türkiye’de insanların, üç kesimin de sadece vatandaş üzerinden bakarsak ortak talebi adalet. Ama her biri adaletin başka katmanını tanımlıyor. Kürtler tanınma adaleti diye bakıyor ‘varlığımızı tanıyın’ diyor, muhafazakarların yoksulları bölüşüm adaleti diyor, gelir adaleti diyor, kamuda fırsat eşitliği diyor şimdiye kadar bu konuda mağdur olduğuna inanıyor ve AKP kendisine bu konuda fırsat alanı açtığı için AKP’ye aşıkmış gibi davranıyor ama şimdi bunun daha rasyonel, hukuki kurallar ve ilkeler içinde olacağı konusunda onları inandıracak bir dile ihtiyaç var. Yoksa ‘ben camiye de giderdim, giderim’ demekten ibaret değil mesele. Ama bir yandan da modernlerin ve sekülerlerin hukuk ve özgürlük taleplerini ve hayat tarzlarını koruma konusundaki kaygılarını endişelerini AK Parti ve Erdoğan’ın anlaması lazım. Taraflar diğer tarafların ihtiyaç ve taleplerini anlamadıkları sürece bu kutuplaşma devam edecek bu kutuplaşma devam ettikçe de ortak yaşama irademiz eksiliyor ve giderek gettolaşıyoruz. Bundan sonraki aşama artık çatışmadır. İlla iç savaş anlamında söylemiyorum. Twitter’da bile dün gece yazılanlara bakın işkence gören, hepimizin gözü önünde dayak yiyen o lise çocuklarına yazdıklarına bakın muhafazakarlardan bazılarının, üstelik de entelektüel geçinenlerden bazılarının. Ya da bu tarafta başka insanlara sekülerlerden yazılan intikam çığlıklarına bakın, inanılır şeyler değil. Böyle yeni bir hayat kuramayız. Böyle bir ortak kaderin içinde nasıl yaşayacağız diye ortada bir muamma var.
(Yetzvart Danzikyan-Agos)