Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nde akademisyen olan Dr. Sinan Laçiner, Sosyalist İşçi'ye seçimler ve ekonomik kriz hakkında konuştu.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nden Dr. Sinan Laçiner, seçimler ve ekonomik kriz ile ilgili olarak Sosyalist İşçi gazetesine konuştu. Laçiner, şunları söyledi:
"Türkiye ekonomisinde aslında uzunca bir süredir yaşanmakta olan kriz, son birkaç ay içerisinde Türk Lirası’nın aşırı değer kaybı ile önlenemez bir görünürlük ve derinlik kazandı. Temelinde AKP’yi iktidara taşıyan bir önceki büyük kriz sonrasında Kemal Derviş programı ile şekillenen sermaye birikim rejimindeki tıkanmanın sonucu olarak yorumlanan bu krizin, yakın zamandaki diğer kriz ve dalgalanmalarla kıyaslanamayacak büyük bir çöküşün habercisi olduğu da çeşitli ekonomik göstergelerden anlaşılabiliyor. Çöküş senaryolarıyla birlikte gelen iktisadi krize erken seçim kararı ile derinleşen bir siyasi krizin de eşlik ediyor olması, hem korku senaryolarını, hem de olasılıkları çeşitlendiriyor.
Her krizde olduğu gibi bu krizde de egemen sınıf, yaklaşan çöküşü önlemek veya kendi üzerindeki etkisini hafifletmek için faturayı işçi sınıfına ödetme peşinde. Nitekim Erdoğan, sermaye sınıfının ne kadar sadık bir temsilcisi olduğunu kanıtlamaya çalışırken OHAL’i bunun için de ilan ettiklerini, bu sayede grevlere anında müdahale edip yasaklayabildiklerini gururla açıklamıştı. Gerçekten de bir tarafta kriz yükselirken diğer tarafta da çalışan sınıfların krizin faturasını ödememek adına, çoğu durumda sendikalarına rağmen yürüttükleri kararlı mücadeleler ve örgütledikleri grevler, pek çok örnekte OHAL duvarına çarptı. OHAL, işçi sınıfındaki bu hareketlenmeyi tam olarak durduramasa da etkisini bir ölçüde kırmayı başardı.
Öte yandan kamu kurumlarında çalışanlar açısından OHAL’de cisimleşen baskı rejimi, etkisini çok daha belirgin biçimde hissettiriyor. Burada bir yandan neoliberal ekonomi politikaları ile birlikte gelen güvencesiz istihdam biçimleri ile taşeronlaşmanın giderek norm halini alması, diğer yandan da görece güvenceli kadroları da içerecek biçimde hemen tüm kamu çalışanlarının KHK sopasıyla haklarını savunacak bir siyasal davranış ve örgütlenme girişiminden uzak durmaya itilmeleri, kamu çalışma rejimi içerisinde yer alanların kendilerine ödetilmeye çalışılacak faturaya güçlü biçimde itiraz edemeyecek bir dağınıklık içerisinde olmalarına yol açıyor. Ne var ki bu karanlık tabloya salt bir korku senaryosu olarak değil aynı zamanda imkân ve olasılıklar açısından da bakmakta yarar var. Özellikle seçim öncesi yükselen politizasyonun da sayesinde egemen sınıf, onun mevcut siyasal temsilcileri ve aynı temsile aday olan diğer siyasal aktörler, niyetleri ile birlikte teşhir edilebilir ve bu politikleşmeye sınıf içeriği ve tavrı daha fazla katılabilir. Böylelikle işçi sınıfında bir dip dalgası biçiminde yükselmekte olan direniş tavrı kitleselleştirilebilir. 'Kemer sıkma' veya 'acı şerbet' adı altında bedeli işçi sınıfına ödetmeye dönük ücret kesintilerine, güvencesizleşmeye, sendikasızlaştırmaya, hak gasplarına ve işten çıkarmalara dayalı 'çözüm' yollarına karşı bu tür bir tavizsiz ve kitlesel karşı çıkış, neoliberal krizi neoliberal araç ve yöntemlerle çözme eğilimindekileri yenilgiye uğratıp ezilenlerden yana sol bir çözüm seçeneğini ete kemiğe büründürebilir. Bunun dışındaki her türlü yol, gerçekten de çalışanlar açısından gerçek bir korku tüneli anlamına gelecektir."