2010 yılından beri olduğu bu yıl da Taksim’de, Tünel Meydanı’nda 1915’in kurbanları anılarak “Bu acı hepimizin” denildi.
Gündüz saatlerinde İHD’nin Sultanahmet’te gerçekleştirmek istediği anma, polis tarafından soykırım kelimesi gerekçe gösterilerek yasaklanmıştı. Saat 15:00’te ise 2011’de 24 Nisan günü zorunlu askerlik görevini yaparken öldürülen Sevag Şahin Balıkçı’nın Şişli’deki mezarında anma yapıldı.
Saat 19:00’da ise yüzlerce kişi Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformunun çağrısıyla, 1915’in ilk kurbanlarının fotoğraflarının olduğu “Saygıyla anıyoruz” yazılı ana pankartın arkasında bir araya geldi.
103 sene önce bugün, Ermeni toplumunun önde gelenlerinin beklenmedik bir şekilde ifade vermek için evlerinden alındığı, daha sonra dönüşü olmayan bir yola gönderildikleri ve bunun büyük bir facianın başlangıcı olduğu vurgulandı. Ve daha sonra, evinden alınan Ermenilerin bazılarının isimleri okundu.
Eylemde basın açıklamasını Yıldız Önen ve Ufuk Uras okudu:
"Tam 103 sene önce bugün büyük bir felaketin ilk adımları atılmaya başlandı. Bu adımlar 24 Nisan’da atılmaya başladı ama sürecin planlaması çok açık ki çok önceden yapılmıştı. İşlenecek suç o kadar büyüktü ki suçu işleyecek olanlar 24 Nisan’da ne yaşanacağına dair en küçük bir ipucu bile sızdırmamışlardı. Kimse, dönemin hiçbir demokratı, çeşitli siyasi gruplarda yer alanlar ve Ermeniler, yaşanacak olaylar hakkında hiçbir fikre sahip değillerdi. Değillerdi zira böylesine büyük bir felaketi tahayyül etmek bile imkansızdı.
103 sene önce şehrin üstüne karanlık çökmeye başladığında, başka bir karanlık, karanlık bir odak, harekete geçti. Bugün hâlâ 24 Nisan gecesi evlerinden, yataklarından ifadenizi almak üzere karakola kadar gelir misin diyerek göz altına alınan Ermenilerin, Osmanlı’ya karşı başlatılacak isyanın elebaşları olduğu iddia edilir. Oysa ne öyle bir isyan söz konusudur ne de 24 Nisan’da tutuklananlar elebaşıdır.
Tutuklanan 240 kişi, Ermeni ileri gelenlerine karşı düzenlenen bir operasyonla tutuklandı. Birkaç gün içerisinde sayıları 2345’e ulaşan tutuklamalarla Ermeni mebuslardan şairlere Ermeni toplumunun, deyim yerindeyse ‘beyni’ hedef alındı. Bu kişiler tutuklanmalarını takiben Ayaş ve Çankırı’ya sürüldü. Haklarında hiçbir yargısal süreç başlatılmayan tutuklulardan 761’i öldürüldü. İlk etapta tutuklananlar arasında II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren İttihatçılarla çeşitli ittifaklar yapan ve yasal parti statüsündeki Taşnaktsutyun ve Hınçak partilerinin üyeleri de vardı. Bazılarının hiçbir örgütle ilişkisi yoktu. Bu kitlesel tutuklamaların hedefi Ermenilere yönelik imha politikasının uluslararası kamuoyuna aktarılmasını önlemekti.
Osmanlı devleti Dahiliye Nezareti, Ermeni toplumunun aydınlarının, kanaat önderlerinin tutuklanması için düğmeye bastı. Devletin derinlerinde örgütlenmiş olan İttihatçılar dışında, başlangıçta hiç kimse, bu tutuklamaların bir halkın topyekûn katledilmesine giden yolun başlangıç adımları olduğunu düşünmemişti. Tutuklananların önemli bir kesimi, bir süre sonra geri dönmeyi umuyordu. Öyle olmadı. 24 Nisan tutuklamaları, daha büyük bir imha politikasının başlangıç adımı oldu.
24 Nisan, bir halkın maruz kaldığı şiddetin başlangıç günüdür. İki yıl içinde Anadolu Ermenisizleştirildi. Ermenilerle birlikte Süryaniler de aynı şiddete maruz kaldı.
24 Nisan akşamı, şu anda olduğu gibi İstanbul’un üzerine akşam çöker ve Ermeniler işlerinden evlerine dönmüş dinlenirken, polis evleri teker teker dolaşmaya başladı. Kapıyı çalan bir sivil polis, sakin bir şekilde ismini söyledikleri kişinin evde olup olmadığını soruyor; aradığı kişi evde ise, birkaç soruya cevap vermek üzere kısa bir süre için semt karakoluna kadar davet ediyordu. Semt karakoluna gidenlerin büyük çoğunluğundan bir daha haber alınamayacaktı. 24 Nisan’da başlayan süreçte, Çankırı ve Ayaş cezaevlerine götürülen Ermenilerin sayısı 250’yi bulmuştu. Tutuklu Ermenilerin 174’ü hiçbir yargılama olmaksızın öldürüldü. Temmuz ayının son günlerinden itibaren yapılan toplu infazlar için, Çankırı veya Ayaş’tan yola çıkarılan Ermeni tutuklu kafileleri, Ankara’dan yürüyerek birkaç saat uzaklıkta bulunan ıssız vadi ve ormanlık yerlere götürüldüler. Önce üstlerinde bulunan her şey alınarak soyuldular. Ardından, genellikle ateşli silahlar kullanılmadan, kesici ve delici aletlerle öldürüldüler.
Son olarak, üstlerinde bulunan işe yarar giysiler alındıktan sonra, cesetleri ortada bırakıldı. Günler sonra gelen işçiler tarafından mıntıka temizliği yapılarak toplu olarak gömüldüler.
24 Nisan 1915’ten beri, Türkiye’de yaşam, farkına varsak da varmasak da çoraklaştı. Bir halk bütün değerleriyle tasfiye edilirken, toplumun tüm değerleri yaralandı. Bir halk bütün kültürüyle imha edilirken, bir arada yaşama kültürü şiddetli bir darbe aldı. Ermeniler gibi, arkalarında bıraktıkları kültürel mirasın izleri de yok edildi. Binlerce tarihi yapı, kilise ve okul bilinçli olarak harabeye dönüştürüldü. Sanki Ermeniler gibi onlar da bu topraklarda hiç bulunmamışlar gibi davranıldı.
Anadolu’nun bu kültürel ve insani çoraklaşması, nesiller boyunca Türkiye’de yaşayan tüm insanları, hepimizi yalnızlaştırdı. Kuşakları etkileyen, çevreleyen, hastalandıran bu çoraklık, ancak ve ancak büyük bir yüzleşme hamlesiyle giderilebilir.
Sorun, sadece yalnızlaşmamız, çoraklaşmamız da değil üstelik. Sorun, 1915’ten günümüze, ara ara gelişse de, başını şöyle bir kaldırıp görünür olsa da, demokrasinin kalıcı, toplumu oluşturan her bir bireyin özgürlüklerinin diğer tüm bireyler tarafından saygıyla karşılandığı kurumsallaşmış bir düzeye ulaşamamasıdır. 1915’le yüzleşme, bu yüzleşmenin gereklerinin yerine getirilmesine, demokrasinin özünün kalıcı bir norm hâline gelmesine de yardımcı olacak.
Demokrasinin, çatışma kültürü yerine barış içinde bir arada yaşama dinamiklerinin güçlenmesi, ırkçılığın ve nefret söyleminin geriletilmesi, içindeki her bir bireye, gruba, çevreye, kimliğe güven veren bir sosyal dokunun inşa edilmesi, bunların hepsinin başarılması için, 103 sene önce başlayan ve birkaç sene içinde tamamlanan bu yıkımla yüzleşmek bir zorunluluk.
Bu yüzleşme olmadan Hrant Dink’i, Sevag Balıkçı’yı, Marisa Küçük’ü öldürerek 1915’in o korkunç geleneğini sürdüren ve bebeklerden katil yaratan karanlığın üzerimizdeki ağrılığından kurtulmamız mümkün olmayacak.
Bu nedenle, 100. yıl anmasında yaptığımız çağrıyı bir kez daha tekrarlıyoruz: Bu yüzleşmenin gerçekleşmesi için çabalamak, Hrant Dink’e olan borcumuzdur, Sevag Balıkçı’ya olan borcumuzdur, Marisa Küçük’e olan borcumuzdur, dünyanın dört bir yanına dağılan, topraklarından uzakta yaşamak zorunda kalan kardeşlerimize olan borcumuzdur.
Kendi vicdanımıza karşı olan borcumuzdur.
Ayrıca 7 yıldır düzenlendiğimiz bu anmalara daima omuz veren ama bu yıl tutuklu oldukları için aramızda yer alamayan arkadaşlarımız Osman Kavala, Gülsüm Ağaoğlu ve Emin Şakir gibi nice arkadaşımıza da borcumuzdur.
Bizler, inkârcılığın son bulmasını istiyoruz.
Acıları yarıştırmak değil, inkarcılığa son verecek somut adımların atılmasını istiyoruz.
103 sene geçti. Bu toplumun daha fazla zaman kaybetmeye tahammülü yok.
Sözlerimize son verirken, herkesi 1915 yılında kaybettiğimiz tüm kardeşlerimizin anısı önünde saygıyla eğilmeye davet ediyoruz."
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe girişimi