Antikapitalistler ve DurDe platformları, hafta sonunda İstanbul'da ırkçılığa karşı yaptığı eylemin yanı sıra bir de panel düzenledi.
#M17 etkinlikleri kapsamında en az 63 noktada eş zamanlı eylemler yapılarak ırkçılığa karşı mültecilerle dayanışılmıştı.
Antikapitalistler ve Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformları, İstanbul'da cumartesi günü bir basın açıklaması ve panel düzenledi.
Panelin moderatörü olan Antikapitalistler aktivisti Dila Ak, açılışta şunları söyledi:
"Tedirgin ve tuhaf bir dönemde yaşıyoruz. Çok değil 2008’deki krizden önce, 20. yüzyılın büyük felaketlerinden alınan dersler ve ırkçılığa karşı verilmiş mücadelelerin kazanımları sonucu, aşırı sağın marjinalleştiği, ırkçılığın herkes tarafından ayıplandığı ve artık geri gitmenin mümkün olmadığı bir dünyada olduğumuz düşüncesi son derece yaygındı. Fakat özellikle geçtiğimiz iki sene içindeki gelişmeler bir kez daha gösterdi ki, ırkçılık kapitalizmin çocukluk hastalığı değil, her köşeye sıkıştığında sarıldığı bir silah.
Irkçılık emperyalist savaşları meşrulaştırıyor
Irkçılık, küçük bir azınlık dışında kimseye ölümden ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen emperyalist savaşları meşrulaştırmaya yarayan bir silah. Irkçılık, bir avuç insan dünya servetinin %80’ine sahip olurken, gittikçe fakirleşen ve güvencesizleşen emekçileri, kendileri gibi yaşam mücadelesi veren göçmen emekçilere karşı düşmanlıkla doldurmaya yarayan bir silah. Irkçılık, kapitalizmin kendi krizlerinin bedelini sıradan insanlara ödetebilmek için, zenginlerin günahlarını mültecilerin sırtına yüklemeye yarayan bir silah. Irkçılık, sermayenin ürettiği doğal felaketlerin üstünü örtebilmek için tüm sorunları güvenlik sorununa indirgemeye yarayan bir silah.
Yani kısacası ırkçılık, bizim, sıradan insanların, eşit, adil, özgür bir dünya özlemi etrafında bir araya gelmemize engel olan, birbirimizden nefret etmemizi buyuran, sokağımızı, okulumuzu, parklarımızı talan edenlerle, grev yapmamızı yasaklayanlarla bir olmamızı salık veren, zehirli olduğu kadar temelsiz ve akıl dışı bir düşünce.
Ama ne yazık ki, bu saptamalar, örgütlü ırkçılığın bugün saklandığı yerden, yüzsüzce yeniden sahneye çıktığı gerçeğini değiştirmiyor. Irkçılık sadece mültecileri, siyahları, Kürtleri ezmeye yaramaz; bizi birbirimize düşman ederek, toplumu nefretle yönetmenin ve günün sonunda savaşın maliyetini bize ödetmenin, grevleri yasaklamanın, okulumuza işyerimize parmaklıklar ve özel güvenlikler koymanın aracıdır.
Tüm dünyada, fırsatçı politikacılar, sistemin ve krizin yarattığı acıların sorumlusu olarak, savaştan kaçabilmek için hayatını tehlikeye atıp tanımadığı ülkelere sığınan mültecileri hedef gösteriyorlar.
Bunun sonucunda açılan alanı ise ırkçı faşist hareketler doldurmaya çalışıyor. Ve merkez sağ, hatta bazen merkez sol partiler, milliyetçi siyaseti kolaylaştırdığı için bu ırkçı faşist hareketlere yol veriyorlar. Tüm Ortadoğu’yu cehenneme çeviren savaş tacirlerinin kaosu devam ettirmesi, bunun sonucunda militarizmin ve güvenlikçi siyasetlerin yükselmesi ırkçıların işini kolaylaştırıyor.
"Umutsuz değiliz, olmamalıyız"
Fakat umutsuz değiliz, olmamalıyız. Esasen ırkçılığın çaresizlikten ve siyasi ataletten beslendiğini unutmamalıyız. Daha birkaç sene öncesine kadar tamamen toplumun dışına itilmiş ve kendi kabuğuna çekilmiş olan faşistlere yeniden ortaya çıkma imkânı veren de, kapitalizmin 10 senedir içinden çıkamadığı siyasi bunalımının yarattığı bu çözümsüzlük ve çaresizlik duygusu.
Ancak unutmamalıyız, bugün dünyada Trump’ın ırkçı yasalarına, Amerika’daki ırkçı polis cinayetlerine, Nazilere ve her türlü ırkçı faşist hareketlere karşı kitlesel gösteriler, yani dayanışma ve direniş de yaşamımızın bir parçası. Tüm dünyada büyük kitleler ırkçılığın hedef aldığı halklarla dayanışıyor.
Bugün de, onlarca ülkede ırkçılık karşıtları 17 Mart dünya ırkçılığa karşı dayanışma günü vesilesiyle sokaklarda. Irkçılığı geldiği yere temelli gönderebilmek için bu dayanışmanın büyütülmesi ve yaygınlaştırılması gerekiyor.
Biz de bunun için bugün burada, tüm dünyadaki ırkçılık karşıtlarıyla, ırkçılığın hedef gösterdiği halklarla ve bütün mültecilerle dayanışmak ve dayanışmayı büyütme çağrımızı yapmak için toplandık.
Elbette en yakıcı ve acil mesele, tüm Avrupa’da kamplara kapatılıp can güvenliğinin olmadığı bölgelere geri gönderilmeye çalışılan mülteciler ve onların polisliğini yapmaya soyunan, sınıra devasa bir duvar örmekle övünen Türkiye’nin sorumluluğu.
Geçtiğimiz günlerde bu anlaşmanın ücreti olan 3 milyar euro’luk bir ödeme AB tarafından yapıldı. Bu para mülteciler için harcanan bütçeye destek gibi gösteriliyor. Ancak gerçekte, bu alış veriş, insanların hayatlarının müzakere nesnesi olduğu; canını kurtarmaya çalışan göçmenlerin sınırlarda vurulduğu, kamplara hapsedildiği bir dünyanın teminatı.
Tüm sınırlar açılmalı ve Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci düşmanı ırkçı anlaşma iptal edilmelidir."
Emel Kurma: "Ortak faaliyetlerimizi geliştirmeliyiz"
Yurttaşlık Derneği'nden Emel Kurma'nın konuşması ise şöyleydi:
"Irkçılık ve milliyetçilik aynı tarzın farklı tonlarıdır. Biz sınır tanımayan bir yurttaşlık kavramını kabul ediyoruz. Hoşgörü konusunda çalışmalarımız çok eskilerden beri devam ediyor. 1993’te BM hoşgörü yılı ilan ettiğinde, bu konuda bir konferans düzenlemiştik.
Daha sonra, 2005’te, henüz Suriyeli göçmen akını başlamadan, göçmenlerin ağırlıklı kesimi Afgan, Pakistanlı ve Afrikalı iken, BM bile mültecilerle ilgili henüz çok etkin değilken, bizler mültecilere ücretsiz destekler verdik. Bu destek programımız giderek büyüdü ve dernekleşti.
2011’den sonra Suriye’den mülteci göçü başladı, bir anda işçi ücretlerinde yarıdan fazla düşüşler oldu, pek çok ilde kiralar yükseldi, bu da toplumda büyük bir kargaşaya neden oldu. Türkiye’de Arap düşmanlığı, aslında Ermeni ve Rum düşmanlığından bile fazladır, çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'yı arkadan vurdukları iddia edilir. Arap düşmanlığı hem seküler hem de Müslüman kesimde olabiliyor. Sultanbeyli Belediyesi'nin yaptırdığı bir ankette, Suriyeliler kendi çocuklarına Türkiyeli çocuklar kötü davrandığı için dönmek istediklerini söylemişler.
Yahudi, Rum ve Ermeni düşmanlığı özellikle sosyal medyada çok yaygın ve bu nefret söylemlerinin bir cezai karşılığı yok. Normalde bu tip söylemler Avrupa ülkelerinde ya cezalandırılır, ya da söyleyenler rehabilitasyona gönderilir. Aynı şekilde İranlılara, Afrikalılara ve diğer bütün mültecilere karşı saldırganca davranışlarda bulunabilen çok sayıda insan var.
İspanya’da öldürülen bir Senegalli mülteci için bütün bir İspanya ayağa kalktı, ama bizde benzer olaylarda aynı tepkileri göremiyoruz, örneğin Festus Okey davasını acıyla hatırlıyoruz. Bu konularda tepki gösteren bizler az sayıda kişiyiz, toplumsallaşamıyoruz, geniş kesimlerin benimseyeceği ortak değerler üretemiyoruz. Türkler olarak nasıl bir yaşam istiyoruz, bunu iyi incelemeli ve sonuçlarını topluma anlatmalıyız.
Romantizmden çıkmalıyız, sadece “ırkçılık kötüdür” diyerek sorunu çözemeyiz. Sahada yaptıklarımız önemli. Mültecilerin toplumumuza entegrasyonundan ziyade, Türkiye yurttaşlarının mültecilerle irtibatını sağlayacak etkinlikler yapmalıyız. Yani ırkçılık konusunda daha fazla enerjimizi Türkiye yurttaşlarına ayırmalıyız.
Hollanda’da bir okulda siyah, beyaz, mülteci vb. çeşitli kökenden çocukların birlikte tarımsal faaliyet yapması, aralarındaki ırksal önyargıların kırılması sonucunu doğurmuş. Bizler de ortak işlerimizi, ortak faaliyetlerimizi geliştirmeliyiz."
Cem Terzi: "Dayanışma ezilenlerin nezaketidir"
Panelde Emel Kurma'dan sonra ise Halkların Köprüsü Derneği'nden Cem Terzi konuştu.
Terzi şunları söyledi:
"Ege Denizi'nde bugün altısı çocuk 16 insan daha öldü. Geçtiğimniz 5 yılda Ege ve Akdeniz’de 8300 insan öldü. Ege Denizi mülteci mezarlığı hâline geldi. 5 yıl önce kurduğumuz Halkların Köprüsü Derneği ile mültecilerle kamusal alanda dostluk kurmak, dayanışmak istedik. Derneğimizin bin gönüllü üyesi var, 100 bin mülteci ile görüştük, 6 bin mültecinin tedavisini gerçekleştirdik.
Hümanizm, yurttaşların, politik başarısızlıklara gösterdiği bir tepkidir. Aslında sorunlar politiktir ve politik düzlemde çözülmelidir, sorumluları politikacılardır. Dayanışma ezilenlerin nezaketidir, sadece mültecilere destek değildir.
Türkiye, yasal düzenleme yaparak kendi doğusundan gelenleri mülteci saymayacağını epeyce önce ilan etmişti, bu nedenle Türkiye’ye gelen 3,5 milyonu Suriyeli toplam 4 milyon mülteci, sadece misafir kabul edilmekte, mülteci statüsü verilmemektedir.
Suriye devrimi barışçı bir halk ayaklanması olarak başladı, ama emperyalist ülkeler bu devrimi çaldı, şimdi bir vekalet savaşı olarak devam ediyor. Bugün 7 milyon Suriyeli ülke dışına çıkmış durumda, 6 milyonu ise iç göç yaşadı. AKP hükümeti Suriye meselesine hiçbir zaman hak temelli bakmadı, kısa sürede Şam’da namaz kılmayı hedefledi.
"Mülteciler eşit yurttaşlar olarak kabul edilmeli"
2015 yılına kadar sınırlar açık tutuldu, bu olumluydu, ama daha sonra sınırlar kapatıldı, duvarlar örüldü. Türkiye şimdi mültecileri Avrupa’yı tehdit etmek için kullanıyor.
260 bin mülteci Türkiye’de 23 adet kampta yaşıyor, geri kalan 3,5 milyondan fazla mülteci kentlere dağılmış vaziyette kendi başının çaresine bakmaya çalışıyor. Yani 80 milyonluk bir ülkeye kısa sürede 4 milyon mülteci geldi. Devlet önce kamplarda barınmalarına karar verdi, ama baş edemedi, sonunda kampların kapılarını açtı, isteyen istediğini yapsın dedi. Sonuçta ne olacağı, mültecilerin nasıl davranacağı, ülke yurttaşlarının nasıl tepki vereceği tamamen kendi hâline bırakılmış durumda. Böyle bir örnek dünyada yok.
Türkiye sınırları içinde son beş yılda 400 bin Suriyeli çocuk doğdu, bu çocukların her hangi bir nüfus cüzdanı yok. Sağlık konusuna erişim, Türkiye’nin mültecilerle ilgili yaptığı en olumlu iştir.
Yapılması gerekenler: Tüm göçmenlere mülteci statüsü verilmelidir. Ulus kavramı, mültecileri de içine alacak şekilde genişletilmelidir, mülteciler bulundukları ülkenin, ulusun eşit haklara sahip yurttaşları olarak kabul edilmelidir. Daha özgürlükçü bir toplumda mülteci sorunları daha kolay çözülür, o nedenle daha özgür bir toplum olmak için çabalamalıyız.
Ahmad Bakjaji: "Irkçılık insanlık onuruna aykırıdır"
Panelde son olarak Suriye'de mücadele eden Demokratik Sol Parti'den aktivist Ahmad Bakjaji konuştu ve şunları söyledi:
"Türkiye sadece Suriyelileri değil başka pek çok ülkeden göçmeni kabul etti, buna teşekkür ediyorum. Suriye bir kıyamet yeri gibi. Dünyanın pek çok devleti Suriye’de askeri etkinliklerde bulunuyor, pek çok Suriyeli ölüyor. Bizler Suriye’den karşılaştığımız şiddet ve savaş nedeniyle göç ettik, burada özellikle yaşlı kesim intibak etmekte zorlanıyor, dil önemli bir problem.
Irkçılığı Türkiye’de değil, asıl olarak Suriye’de yaşadık. Irkçılığa karşıyız, ırkçılık insanlık onuruna aykırıdır. Irkçılık savaşa yol açar, bunu Suriye’de gördük, Arap Baharında gördük. Arap Baharı sırasında devlet yöneticileri topluma şiddet uyguladılar, toplum da şiddete başvurmaktan başka bir yol bulamadı.
Suriye anayasası laik değildir, örneğin Müslüman olmayan biri devlet başkanı olamaz. Yine anayasada “Baas devletin, toplumun lider partisidir” yazar. Bu da özgür siyaseti öldürür. Suriye’de pek çok tarihi şehrin ismi Arapça isimle değiştirilmiştir. Irkçılıkla mücadele için medya imkanlarını kullanmalı, eğitim ve toplantılar yapmalıyız."
Irkçılığa karşı örgütlenme çağrısı
Salondan yapılan katkılarda ise şu vurgular öne çıktı:
- Irkçılıkla mücadele için asıl olarak örgütlenmeliyiz. Sıradan insanları ırkçılığa karşı sokağa çıkarmalıyız.
- Irkçılık emekçileri böler. Suriyeli ve Türkiyeli Saya işçilerinin ortak eylemi ırkçılığa karşı önemliydi.
- Ege Denizi'nde ölenler için deniz kıyısında bir eylem yapalım.
- Türkiye’de ırkçılık normal karşılanıyor, mecliste ırkçı bir parti var. Avrupa’da ırkçılık yasal olarak suçtur, cezalandırılır, okullarda ırkçılık karşıtı eğitimler verilir.
- Bizler toplantılarımızda ırkçılığa karşı kavramsal eğitimler vermeliyiz.
- Solda da ırkçılık yapan gruplar var, bunlarla mücadele etmeliyiz.
- Avrupa’da solculuğun kriteri mültecilere sahip çıkmaktır, bizde de böyle olması için çalışmalıyız.
- Irkçılığı çözmek için sağ, sol, Arap, Kürt, Türk vb. değişik gruplarla birlikte iş yapmalıyız. Arapça kurslar açmalıyız, kendimiz Arapça öğrenmeliyiz.
- Biz, “100 güzel Arapça kelime öğreniyoruz” kursu yaptık, önemli bir faaliyet oldu.
- Yakın uzak geçmişimizde yüzleşemediğimiz pek çok olay var, bunlarla yüzleşmeliyiz, böylece daha özgür bir toplum oluruz, ırkçılıkla daha başarılı mücadele ederiz.
- 1 milyon Suriyeli emekçi düşük ücretle çalıştırılıyor, bunun gelirini kapitalistler cebe indiriyor, faturayı emekçiler ödüyor. Sendikalar bu sorunun çözülmesi için çalışmalıdır.
- Devlet hem Suriyeli, hem de Türkiyeli emekçiler için ucuz sosyal konutlar yapmalıdır. Bugün çalışan Suriyelilerin emekliliği ile ilgili bir düzenleme yok. Bu çözülmezse 20-30 yıl sonra başka bir hakikat çarpıtması ile karşılaşmış oluruz.
- “Suriyeliler AKP’nin oy deposudur” gibi hatalı algılar yaratılıyor, Suriyeliler düşman gibi görülüyor, bu etnik, dini fay hatlarını konuşmalı, tamir etmeliyiz.
- Devlet çatışmayı değil, dayanışmayı artıran bir yol izlemeli. Son bir yılda NATO gemilerine, deniz polislerine rağmen bir milyon Suriyeli Avrupa’ya ulaşmayı başardı, 8300 kişi denizlerde boğuldu, ama bu savaşı mülteciler kazandı. B insanlar ilerde Avrupa’da emek hareketinin önemli bir öznesi olacaktır.
- Barış her zaman şiddetten daha iyidir, baskılar ve savaş hiçbir zaman çözüm getirmez. Dış güçlerin müdahalesi olmasaydı Suriye’de halk barışı ve devrimi kendisi gerçekleştirirdi.
- Suriyeli işçileri Özel İstihdam Büroları kiralamaya başladı, bu önemli bir sorun, bununla mücadele etmeliyiz.
- Suriyeliler için anadilde Arapça eğitim hakkını savunmalıyız.