11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin Irak’a yönelik işgal girişimi Türkiye’de daha öncekilere hiç benzemeyen bir savaş karşıtı hareketin mücadelesini tetikledi. Sosyalist İşçi gazetesi, 2000’li yılların ilk yarısına damgasını vuran bu hareketin aktivistlerinden Şenol Karakaş’la kampanyanın niteliğini konuştu.
Savaş karşıtı kampanyayı inşa ettiğinizde bir yıl içinde böylesine başarılı, kapsamlı bir örgütlenmeye ulaşacağınızı düşünüyor muydunuz?
Şenol Karakaş: Elbette. Ömrü billah küçük bir sekt olarak kalmak isteyenler var mıdır bilmiyorum ama her örgütlenme, her kampanya konusu etrafında kitlesel olmak, başarı kazanmak, kalıcı olmak üzere atar adımlarını. Biz de savaşa karşı kitlesel ve tam da bu nedenle başarı kazanan bir kampanya olmak hedefiyle, bu hedefi hayata geçireceğimize duyduğumuz derin bir inançla harekete geçtik.
Hangi faktörler başarılı olmanızda etkili oldu?
Şenol Karakaş: Irak işgaline karşı dört temel faktörün başarı kazanmamızda belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu faktörlerin en başında küresel antikapitalist hareket geliyor. Bu müthiş bir hareketti. 1980’li yıllardan 2000’li yıllara kadar süren sağ dalgaya verilen ve ABD’de Seattle’da başını kaldıran dev bir hareketti. Dünya Ticaret Örgütü, IMF, NATO gibi küresel sermayenin ekonomik ve askeri hegemonya aygıtlarının bütününe karşı, kapitalist sistemi sorunların kaynağı olarak gören bu hareket, büyük şirketler, bu şirketlerin yürütme komitesi gibi çalışan devletler ve bu devletlerin uyguladığı neoliberal politikalar arasındaki bağı yaygın bir şekilde teşhir etmeye başlamıştı. Özellikle hileli bir seçimle ABD başkanı olan George W. Bush, tam bir şirket memuru olarak antikapitalist hareketin keskin eleştirilerinden payına düşeni almış ve tüm dünyanın gözünde sermayenin kuklası yeteneksiz bir siyasetçi olarak damgalanmıştı. 11 Eylül saldırılarında sonra ABD’nin Afganistan’a yönelik intikam savaşına, “Benim adıma savaşma” kampanyası yapan ABD’deki hareket tarafından hemen karşı çıkılmıştı. Antikapitalist hareket tüm dünyada şirket ve devletlerin arasındaki bağın eleştirisinden, şirketler, devletler, silahlanma, askeri-sanayi kompleks ve emperyalizm arasındaki bağlantıların teşhirine doğru büyük bir sıçrama yaşadı. Artık tüm dünyayı etkisi altına alan dev gibi bir savaş karşıtı hareket vardı ve bunun bizim harekete geçmemize etki etmemesi mümkün değildi.
Bu hareket sizi nasıl etkiledi?
Şenol Karakaş: Biz bu hareketi gördük, kavradık ve bu hareketin dinamiklerine uygun bir şekilde kendimizi yeniledik. Tabii ki bu yenileme çabasının karşısına yine herkesten önce daha sonra ulusalcı olduğu iyice kesinleşecek solun bazı kesimleri çıktı. Biz kampanyayı inşa ederken onlar antikapitalist hareketin batı merkezli bir hareket olduğunu iddia etmekle meşguldüler. Ama görmezden gelseniz de gerçek keskinliğinden bir şey yitirmez. Hareket o kadar güçlüydü ki varlığını inkar edenler de son anda antikapitalist hareketin vagonlarına atlamak zorunda kaldılar. Bizim bu hareketi görmemiz ise bütünüyle enternasyonalist bir örgütlenme olmamız sayesinde oldu. ABD’de, Avrupa’da ve dünyanın çeşitli ülkelerinde aynı temellerde örgütlendiğimiz kardeş örgütlerimiz 1999 yılında gerçekleşen Seattle eylemiyle birlikte bu hareketin karakterini ve önemini tartışmaya başlamıştı. Biz de hızla bu tartışmaya katıldık. Üstelik, aşağıdan sosyalizm geleneğine bağlı olan bir sol grubun aşağıdan yükselen bir dinamiği kavraması şaşırtıcı değil. Son olarak Türkiye’de bir dizi mücadele başlığında yepyeni dinamiklerin ortaya çıktığını ve yeni, genç bir aktivist kuşağın da bu mücadelelere katılmaya başladığını görecek kadar mücadelenin içindeydik.
Hareketin gücünü belirleyen diğer faktörler nelerdir?
Şenol Karakaş: İkinci faktör, bizim Savaşa Hayır Platformu’nu kurmaya başladığımız dönemin 28 Şubat darbesinin yarattığı toplumsal bölünmeye, laik hassasiyetin zirvesinde olduğu koşullara tekabül etmesiydi. Bu bölünme, işçi sınıfı ve toplumsal muhalefetin de bölünmesi anlamına geliyordu ve laik-dindar bölünmesi yerine, ABD’nin savaşından yana olanlar-karşı olanlar bölünmesinin hakim hale gelmesi büyük bir heyecan dalgası yarattı. Bu kadar net bir slogan etrafında, “Savaşa hayır!” sloganı etrafında, 28 Şubat darbesinin muhatap aldığı İslamcılarla solun, aktivistlerin ve demokratların bir araya gelmesi ilk kez oluyordu. Bu çok heyecan uyandıran bir gelişmeydi ve hareketin başarı kazanmasında belirleyici oldu. 28 Şubat darbesinin yarattığı ve sonuçta darbecilerin işine yarayan kutuplaşma, savaş karşıtı hareket tarafından aşılmış oldu. İçinden geçtiğimiz günlerde yeni bir yapay bölünme, gerçek sorunları gizleyen bir saflaşma yaşanıyor ama bu başka bir hikaye.
Sendikaların hareket içindeki rolü neydi?
Şenol Karakaş: Bu sorunun yanıtı zaten savaş karşıtı kampanyanın başarısındaki bir diğer temel faktöre işaret ediyor. Eğer Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu farklı siyasi görüşlere sahip liderliklerin yönetimi altındaki tüm sendikaları bir araya getirememiş olsaydı, savaş karşıtı kampanya güç kazanamazdı, kalıcı kazanım elde edemezdi, hükümeti geri adım atmaya zorlayamazdı ve hareketin bileşeni olan 200’e yakın kurumu bu kadar kendine güvenli olamazdı. Türk-İş, Hak-İş, KESK, DİSK, odalar savaş karşıtı hareketin sadece imzacısı değil aktif bileşeni oldular. Bu, bugünlerde hatırlanmayabilir ama onlarca şehirde savaş karşıtı kampanyanın örgütlenmesinin kolaylaşmasına ve meşrulaşmasına yardımcı oldu. Sadece eylemlerin kitle gücünde büyük bir artışın yaşanması anlamında değil, tek tek işyerlerinde savaş karşıtlığının güçlenmesi anlamında sendikaların kampanyaya katılmaları çok belirleyici bir rol oyandı.
Son olarak, Türkiye’de antikapitalist hareketin aktivistlerinin yenilikçi, yaratıcı, mücadeleci tutucu fikirlerden uzak olması, yenilgi yaşanan bir dönemin ruhuyla hiç temas etmemiş olması çok önemli bir ivme kattı savaş karşıtı harekete. Küreselleşme karşıtı mücadele diye de anılan hareketten etkilenen, öğrenen ve politikayı kavrayışı doğası gereği enternasyonalist olan, dünyanın tüm ezilenleriyle dayanışmayı öncelikli politik görevi olarak kavrayan antikapitalist kuşak müthiş bir heyecan ve örgütlenme becerisi kattı harekete. Bu hareket daha sonra iklim değişimine karşı mücadeleyi, sosyal forumların küresel ağlarının örgütlenmesini, darbelere, nükleer enerji ve silahlara karşı kitle hareketlerinin inşa edilmesini bu aktivist kuşağın enerjisiyle birleşerek gündemine aldı.
Barış panayırları, Barışarock festivalleri, tiyatrolar, konserler, sempozyumlar, filmler, belgeseller, kitle eylemleri düzenlemek, eylemlerde koşarak, coşarak en keskin sloganları atarak tüm kortejleri etkilemek ve daha sonraki tüm hareketlerin simgelerini, slogan belirleme şekillerini, görsellerini, kullandığı renkleri etkilemek bu hareketin güçlü yanlarından birisi oldu. Genç aktivistler harekete geçti, işçi sınıfının hareketiyle karşılaştı, sayısız kurum bir araya geldi ve küresel savaş karşıtı hareketin en önemli başarısına imza attı. 1 Mart savaş tezkeresi TBMM’den geçemedi. Bu aslında AKP hükümetinin zaaflı olduğu noktanın da açığa çıktığı bir dönem oldu. AKP, ilk ciddi yenilgisini, bir kitle hareketi hem de kendi tabanını etkileyen bir kitle hareketi tarafından geriletilmesi sorununu 1 Mart’ta savaş karşıtı hareket sayesinde yaşadı.
Bu derse sahip çıkmak, AKP’yle mücadelenin kazanması için izlenmesi gereken yolların neler olduğunu kavramak açısından da önemli. Bize, yeni 1 Mart’lar lazım. 15 sene sonra savaş karşıtı kampanyanın en önemli dersi budur!
(Sosyalist İşçi)