2016’nın Temmuz ayından beri Türkiye giderek sertleşen bir OHAL rejimi altında yaşıyor.
Başlangıçta darbe girişiminin sorumlularına karşı başlatıldığı, halkın paniğe kapılmaması gerektiği söylenen OHAL, kısa bir süre içinde darbe girişimi ile hiç ilgisi bulunmayan insanlara ulaştı. Sadece hükümete muhalif olduğu, amiriyle anlaşmazlık içinde olduğu, bir bankaya para yatırdığı, bir sendikaya üye olduğu veya barış talep ettiği için 100 binlerce insan kamu görevinden ihraç edildi. Ancak OHAL’in bilançosu ihraçlardan ibaret değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, OHAL’in kalkmasını isteyen TÜSİAD’a seslenirken söylediği gibi OHAL grevlerin yasaklanmasından, taşeron düzenlemesine, gösterilerin keyfi bir şekilde yasak ilan edilmesinden, LGBTİ+ etkinliklerinin engellenmesine kadar farklı alanlarda işçi sınıfı ve ezilenlere hayatı dar eden bir nitelik taşıyor.
Acımasız bir cezalandırma yöntemi: “Medeni ölüm”
Aralık ayında çıkarılan son KHK ile kamu görevinden ihraç edilerek “medeni ölüm”e mahkûm edilen insanların sayısı 114.961’e ulaştı. Bugüne kadar bu ihraçlardan iade edilenlerin sayısı sadece 1949 kişi. İhraç edilenler sadece kamu kurumlarından gerekçesiz yere çıkarılmakla kalmıyor, kamu görevinden KHK ile çıkarıldıkları sicillerine işleniyor, başka bir yerde iş bulmaları engelleniyor. OHAL sebebi ile idare mahkemelerine dava açmaları engellenen KHK’liler için 2017 içinde bir komisyon oluşturuldu fakat yazın çalışmaya başlayan komisyon bugüne kadar ancak 300 kişinin dosyasını inceleyebildi. Komisyonun kararları arasında iadeler de olduğu söyleniyor ancak işten çıkarılırken Resmî Gazete listelerinde isimleri ve TC kimlik numaraları yayınlanan kişilere, iade veya ret kararları ancak bireysel olarak iletiliyor. Üstelik, kişilerin iade edilmesi durumunda, ihraç edildikleri kuruma dönmelerine de izin verilmiyor. Dolayısıyla hiçbir suçu yokken işinden atılmış insanlar, suçsuzlukları tanındığı durumda bile sürgüne yollanmış oluyorlar. İhraç edilen akademisyenler hakkındaki benzer bir karar da, akademisyenlerin iade edilmeleri durumunda ancak 2006 sonrası açılan üniversitelerde istihdam edilebilecek olması. KHK’lilerin ihraç edildiği sürede yaşadıkları hak kayıpları, alamadıkları maaşları ve özlük hakları ise iade edilmiyor. Pasaportlarına da el konulan KHK’lilerin seyahat özgürlükleri de ellerinden alınmış durumda. Komisyon karar vermediği sürece idare mahkemesine başvurmak ve iç hukuk yollarının tamamını tüketmeden de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak mümkün değil. Çeşitli kurumlar keyfi olarak avukatlık stajı yapma hakkını, hatta eğitim ve öğrenim haklarını bile engelliyor.
Bugüne kadar ihraç edilen 30’dan fazla kişi intihar etti, onlarca kişi ve yakınları ise bu durumun ortaya çıkardığı stres ve sağlık sorunlarından dolayı hayatını kaybetti. Son olarak ihraç edilen bir çift, çocuklarıyla beraber Yunanistan’a kaçmaya çalışırken botlarının batması sonucu boğuldu. KHK’lilerin haklarından mahrum bırakılmasına “medeni ölüm” deniyor. Bu politikanın uygulanması henüz OHAL başlamadan önce, yerli-millî blokun şahin kalemleri tarafından Barış İçin Akademisyenler bildirisi imzacıları için önerilmişti.
Hukuk askıya alınıyor, parlamento işlevsiz kılınıyor, basın baskılanıyor
OHAL’de hukuk birçok şekilde ortadan kaldırılıyor. Kasım ayında Yargıtay Başkanı’nın yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 7 milyon kişi şüpheli! Keyfi tutuklamalar, iddianameleri hazırlanmadan aylarca cezaevinde tutulan “şüpheliler” ile birlikte düşünüldüğünde burjuva hukukunun bile askıya alınmış olduğu görülebiliyor. Artık her şey KHK’ler aracılığıyla düzenlendiği için yapılan düzenlemeler Anayasa Mahkemesi denetimine bile tâbi olamıyor.
Parlamentodaki üçüncü büyük parti HDP’nin eşbaşkanları da dahil pek çok üyesi cezaevinde tutulurken, CHP milletvekili Enis Berberoğlu da cezaevinde ve CHP’nin genel başkanı da dâhil tüm yönetimi tutuklanmakla tehdit ediliyor. Dolayısıyla parlamento AKP ve yerli-millî bloktaki ortağı MHP dışındaki partilerin her tartışmaya 1-0 yenik başladıkları bir yer hâline geliyor.
Türkiye’de 145 gazeteci hâlihazırda cezaevinde. Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine göre Türkiye gazeteci tutuklama konusunda tüm dünyada birinci sırada yer alıyor. Türkiye’yi, tek parti yönetimiyle yönetilen Çin ve darbeci Sisi tarafından yönetilen Mısır takip ediyor.
Faturayı işçiler ödüyor
OHAL’in doğrudan vurduğu sınıf işçi sınıfı. Grev yasaklarının yanısıra son yapılan taşeron düzenlemesi de bir KHK’nın içine giydirildi. Hükümet, bir yandan taşeron işçilere kadro sağlamış gibi görünürken, kamudaki taşeron işçileri ikiye ayıran bir düzenlemeye imza attı. Düzenlemede işçiler “merkezi idare” ve “yerel yönetim” olarak farklı değerlendirildi. “Merkezi idare” işçileri 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi kılınırken, yerel yönetimlerde çalışan 500 bin işçi belediyelerde taşeron çalıştıran şirketlerin insafına terk edildi. Üstelik, Taşeron İşçilerin Geçişi ile ilgili tebliğin 1 Ocak’ta yayınlanmasıyla anlaşıldı ki, işçiler için kadroya geçiş süreci daha da daraltılacak. Kurulacak bir komisyon işçilerin yeterli şartları taşıyıp taşımadığını değerlendirecek. Sağlık Bakanlığı’na başvuracaklar eğer “ihtiyaç fazlası” olarak görülürlerse başka şehirlere yollanacak yani sürgün edilecekler.
OHAL'de demokratik seçim olmaz
Hükümetin 2019 seçimlerine hazırlandığı şimdiden en yetkili ağızlardan duyuruluyor. 2017 içinde Erdoğan tarafından sürekli olarak telaffuz edilen “metal yorgunluğu” tabiri, referandumda “Evet” oylarının ucu ucuna kazanmış olması bir yandan yerli-millî blok içindeki kırılganlığı ortaya koyuyordu. Ancak iktidarların kırılgan hâle gelmesi ile baskı politikalarının artması arasında genellikle doğrudan bir orantı var. 2019 seçimlerine OHAL koşullarında gidilmesi hükümet ile muhalefet arasında olanaklar açısından muazzam bir eşitsizlik olması anlamına geliyor. 2019 seçimlerine OHAL koşullarında gidilmemeli.
Darbe girişimi ile hiçbir ilgisi kalmayan OHAL’in kaldırılması yerli-millî blokun isteğiyle gerçekleşmeyecek ancak OHAL tarafından mağdur edilenlerin ve işçi sınıfının ortak mücadelesi tabloyu bir anda değiştirebilir.
(Sosyalist İşçi)