90 yıl önce Yahudi bir kadın sokak ortasında katledildi, ardından Türkiyeli Yahudiler için kayadesin[1]bozulduğu o ender anlardan biri yaşandı.
Hicaz Valisi Ratıp Paşa’nın oğlu ve Abdülhamit’in eski emir subayı Osman Ratıp, Elza Niyego adındaki 22 yaşındaki genç kadını 17 Ağustos 1927 tarihinde Bankalar Caddesi’nde bıçaklayarak öldürdü.
Osman Ratıp, Elza’ya evlenme teklif etmiş, ancak ‘aşkına’ karşılık bulamayınca Elza’yı öldürmekte beis görmedi. Elza Niyego işten çıkıp eve giderken yanında kardeşi Rejin ve kuzini Raşel Behar da vardı. Katil Osman Ratıp, Elza Niyego’yu öldürürken onu kurtarmak isteyen Rejin’i de yaraladı.
Elza Niyego cinayeti, Türkiye’de kadın cinayetlerinde sıklıkla raslandığı gibi ‘geliyorum’ demişti. Evli olan Osman Ratıp, Elza’ya evlenme teklifi ettikten sonra teklifi geri çevrilince ilk başta Elza’yı kaçırmaya çalıştı. Elza’nın ailesi bunun üzerine şikayetçi oldu ve Osman Ratıp kısa bir süreliğine tutuklandı. Bir kadını kaçırmaya (zorla alıkoymaya) teşebbüsün suçu –en azından Osman Ratıp için- bir ay hapis cezasına tekabül etmekteydi ve Osman Ratıp, bir ay hapis yattıktan sonra Elza’yı taciz etmeye ve kendisini sürekli tehdit etmeye devam etti. Elza’nın ailesi, Abdülhamit’in eski emir subayı olan Osman Ratıp’tan kızlarını kurtarmak umuduyla Elza’yı bir an önce Yahudi bir erkek ile nişanlandırdı, fakat bu çaba da Elza’yı kurtamak için yeterli olamayacaktı. Osman Ratıp, Elza Niyego’yu Bankalar Caddesi’ndeki Helios elektrik mağazısının önünde bıçakla katletti.
Cinayet, Elza’nın aslında kendisini güvende hissetmesinin beklenebileceği bir yerde, evine yakın bir yerde, kendi mahallesinde işlendi. Aaron Baruch’un aktardığı şekli ile “haber eve yıldırım gibi düşmüştür. Talihsiz anne koşarak yerde kanlar içerisinde yatan yavrusunun başına gelmiştir.”[2]
Cinayetten sonra Elza Niyego’nun cansız bedeninin örtülmesine izin verilmedi ve Elza’nın cenazesi üç saat sokak ortasında bekletildi. Cinayet ve akabinde yaşanan bu olay, o dönemki Türkleştirme politikalarından bunalmış olan Türkiye Yahudi toplumu için bardağı taşıran son damla oldu. Elza’nın 18 Ağustos’ta gerçekleşen cenaze töreni, Yahudi toplumunun adalet aradığı bir protesto yürüyüşüne dönüştü.
Türkiyeli Yahudiler ender olarak ses çıkardığı olaylardan birisini yaşadı ve öfkeli Yahudiler “Bu ülkede kanun yok, adalet yok” diye bağırmaya başladılar. Ölen kadının Yahudi, öldürenin ise Türk olması, hele bir de önemli bir aileden gelen, mevki sahibi bir Türk olması, Yahudi toplumunda katilin çok hafif bir ceza alacağı kanısını güçlendirmişti.
Türkiyeli Yahudiler kayadesin bozulduğu o ender anlardan birini yaşıyordu. On binlerce kişi ile birlikte cenaze töreni ertesi gün gerçekleşti. Le Journal d’Orient gazetesinin “katıksız saflığın şehidi” olarak tanımladığı Elza Niyego’nun tabutu beyaz bir örtü ile kaplanmıştı ve etrafı çiçeklerle kaplıydı. Elza’nın tabutunu Yahudi gençler taşıyordu. Halk tarafından yol boyunca tabutun üzerine çiçekler atıldı.
Kortej ilerledikçe arabalar sağa sola çekilerek yol veriyorlardı, ancak bir tramvay kalabalığa yol vermedi. O sırada askerliğini yapmakta olan Avram Korida, resmi kıyafeti ile orada bulunmakta idi. İddialara gore Avram, kasaturası ile vatmanı tehdit etti ve tramvayı durdurdu. Kortej böylece yoluna devam etti.
Cenaze töreninin, adalet arayışı için yapılan bir gösteriye dönüşmesinden rahatsız olan bir tek tramvayın vatmanı değildi. Cumhuriyet Halk Fırkası kâtibi Saffet Bey ve bir arkadaşı kullandıkları araba ile korteje yol vermedi. “Adalet istiyoruz!” diye bağıran kalabalığın arasından, korteje yol vermeden geçti ve karakola gitti. Saffet Bey’in karakola gitmesinin ardından cenaze töreni ile ilgili soruşturma açıldı.
Gazetelerde, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Yahudilere karşı tepkiler, antisemit söylemler kendisine yer buldu. Yahudiler, “Ölçülü olmaya” davet edildi. Cumhuriyet gazetesinin Fransızca baskısı olan Le République’de Yahudilerin “aynı ilahî: adalet” için “gürültü” yapmamaları tavsiye edildi. 25 Ağustos 1927 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Yunus Nadi, “ülkeyi sevmemiz, kanunlarına uymamız veya… yeri boşaltmamız lazım” yazısıyla Yahudileri alenen tehdit etti ve “beğenmeyen gitsin” dedi. Milliyet gazetesi ise, başyazısında Doğu Avrupa’da yaşanan pogromları hatırlattı ve “hayatlarını borçlu oldukları ülkede” yaptıkları gösteri ile “maskenin düştüğünü”, Yahudilerin “dört yüz yıldan beri ilk kez saldırıya geçtiğini” salık vermekteydi.
Basının da hedef göstermesiyle birlikte devlet görevlileri derhal harekete geçti. Cumhuriyet savcısı Nazif Bey basına yaptığı açıklamada, “Geçen gün kamu hukukunu ilgilendiren bir cinayet üzerine bazı Yahudiler, kanuna aykırı hareket etmeye başlamışlardır. Sokaklarda adalet istiyoruz diye bağırmaya cüret etmişlerdir. Trafiği durdurmaya kalkmışlardır. Kamu düzenini bozmaya kalkan bu insanları en şiddetli bir şekilde cezalandıracağız.” ifadelerini kullandı.
‘Misafir edilen’ Türkiyeli Yahudilerin “Adalet istiyoruz!” deme cüretinin ardından tutuklamalar başladı. Sekizi Yahudi, dokuz kişi göz altına alındı. Manifaturacı Davit Botton, matbaacı Nisim, piyangocu Daniel Karaso, Bon Marché’de çalışan Moiz Samuel ve oğlu mobilyacı Benoit Yenni, diş hekimi Yuda Leon, cemaat kâtibi Rahamim Levi, Helios elektrikçi dükkanın sahibi Norbert Laytes, hırdavatçı İlya Pardo tutuklandı.
Polis Hahambaşılığa gidip kâtip Samuel Altabef’i tutuklamak istedi. Polis Hahambaşılığa, cenazede Altabef’in taşkınlık yaptığına şahit olan görgü tanıklıklarının ifadeleri üzerine gitmişti, ancak Samuel Altabef’in cenazeye katılmış olması iki aydır Avrupa’da yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda söz konusu değildi.
Basının da Yahudileri hedef tahtasına koymasından ötürü, göz altına alınanları savunacak avukat bulmak çok zordu. Ağır tahriklerden sonra Yahudileri savunacak avukatlar, ancak yüksek meblağların ödeneceğine dair verilen sözler ile sanıkları savunmayı kabul ettiler.
Yahudi toplumunun adalet isteyerek yaptığı ‘nankörlük’ için verilen cezalar tabii ki devam edecekti. Sessizliği tercih eden Yahudi toplumuna neden sessiz kalmaları gerektiği hatırlatılacaktı…
Olaylarından ardından Yahudilere serbest dolaşım yasağı getirildi ve böylece hâlihazırda –tahminen daha çok ses çıkardıkları için- Ermeni ve Rumlar’a uygulanan serbest dolaşım yasağı Yahudiler için de yürürlüğe girmiş oldu. Yasak başladığında seyahatte olan Yahudiler uzun süre evlerine geri dönemediler.
‘Sivil’ halk da Yahudilerin bu adalet çıkışına tepki göstermekte gecikmedi. Edirne’de Yahudilere ait olan evler taşlandı. İzmir’de, Karataş’ta bir hastanede bulunan İbranice bir yazıt genç Türk talebeleri tarafından çekiçle kırıldı. İzmir’de yapılan büyük bir gösteride Yahudi cemaatine ait okulların, gazetelerin ve Hahambaşılığın kapatılması talep edildi.
İzmir’de yaşanan bu antisemit olaylardan sonra, avukatlardan, doktorlardan ve tüccarlardan oluşan bir heyet ise Yahudi cemaati liderlerine üzüntülerini ilettiler ve Yahudilerle dayanışma gösterdiler.
Antisemit olayların devam etmesinden ötürü bir Yahudi heyeti, İsmet İnönü ve o dönem meclis başkanlığını yapan Kazım Karabekir ile görüşme talebinde bulundu. Karabekir görüşmeyi kabul etti ve “hükümetin birkaç Yahudi’nin bu olaylara karışmasının, bütün cemaate mâl edilemeyeceği” ifadelerini kullandıktan sonra olaylar duruldu.
Görüşmeden sonra olaylar yatıştı, ancak bu olay o kadar da ucuz atlatılmayacaktı. Kazım Karabekir ile Yahudi heyeti arasında gerçekleşen görüşmenin hemen ardından Yahudi cemaatinden 50 bin lira ‘bağış’ istendi. Kimsenin içine kurt düşmesine gerek yoktu; bağış, kişisel çıkarlar için değil, Ankara’ya dikilecek Atatürk heykeli için talep ediliyordu. Yahudiler yaptıkları bağış ile sadakatlerini ispatlayacaklardı.
Bağış isteğinden iki gün sonra bu bağışın ilk yarısının ödenmesi talep edildi ve bunun üzerine Hahambaşılık bağışı toplamak için özel bir komisyon kurdu. İstenen ‘bağışlar’ heykel ile sınırlı kalmayacaktı. Hiçbir yasal gerekçe gösterilmeden Yahudilerden sürekli bağış talep edildi. İzmir Emniyet Müdürü’nün satın aldığı otomobil ücretinin cemaat hahamı tarafından ödenmesinin talep edilmesi üzerine İzmir Yahudi Cemaati bu parayı da ödemek zorunda kaldı.
Savcı ayrıca, Béné Bérith ve Amicale cemiyetlerinin cenaze masraflarını üstlendiklerini ileri sürdü ve Yahudilerin Türkçe konuşmamasını eleştirdi. Béné Bérith ve Amicale iddiları reddeti, ancak şuçlamanın ardından polis Béné Bérith cemiyetinin hesaplarını incelemeye aldı. Neyse ki o dönem kayyım atamaları ülkede yaygın bir uygulama halini almamıştı…
Cenazenin akabinde başka ilginç bir olay daha yaşandı. Yahudi toplumunda yer alan bireylerden Jak Pardo, İsmet İnönü’nün eski Fransızca öğretmeniydi. Pardo, tutuklu olan dokuz kişinin haksız tutukluluğuna son verilmesi için İnönü’ye mektup yazdı. Mektup, İnönü’ye ulaşamadan “hukuka müdahale” olarak nitelendirildi ve Jak Pardo da TCK’nın 273. Ve 482. maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Daha sonra İsmet İnönü mektuptan haberdar olunca ‘duruma müdahale’ etti ve Jak Pardo serbest bırakıldı.
Avram Korida hariç diğer tüm tutuklular, Avrupa’daki Yahudi bankerlerin Türkiye’ye kredi vermeme tehditi ile kurdukları baskının da etkisiyle, serbest bırakıldılar. Avram Korida, vatmanı yaraladığı gerekçesiyle 35 gün hapis cezasına çarptırıldı. Zaten 33 gündür tutuklu olan Korida, iki gün sonra tahliye edildi.
21 Eylül 1927 günü gerçekleşen duruşmada sanıklar için beraat kararı çıktı. Adaleti nerede aramak gerektiği konusunda dersini hızlı bir şekilde alan Yahudiler duruşmada coşkuya “Yaşasın Türk Adaleti!” diye haykırdı.
Elza Niyego’nun katili Osman Ratıp’ın ise akıl sağlığının yerinde olmadığına ve ömür boyu akıl hastanesinde yatmasına karar verildi. 10 yıl sonra Osman Ratıp yattığı akıl hastanesinde, başka bir hasta tarafından öldürüldü.
Elza Niyego cinayeti, Cumhuriyet boyunca Türkiyeli Yahudilerin yaşadığı bir dizi antisemit olaydan bir başkası oldu, ancak cenaze töreni, toplumun adalet talebiyle sokağa çıktığı, sessizliğini bozduğu nadir bir kaç olaydan biri olarak tarihe geçti.
Yahudi bir kadının sokak ortasında öldürüldüğü 1927 yılında Türkiye’de yaklaşık 85 bin Yahudi yaşarken 2017 yılında Türkiyeli Yahudi nüfusunun 14 bin civarında olduğunu görüyoruz. Cenaze töreninde ‘ses çıkaran’ Yahudilerin neden sessiz kalması gerektiği devlet tarafından bir kez daha hatırlatılırken, 1934 Trakya Pogromu, Varlık Vergisi, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası gibi bir dizi olayda Yahudiler sessizliklerini hep korudular. Yahudiler sesli bir şekilde adalet aramak yerine, önce kayadesi içselleştirdiler, sonra da sessiz sedasız ülkeyi terk ettiler. Türkiye Yahudi toplumu geçen süre içerisinde azaldı, ancak Elza’nın mezar taşı 90 yıl sonra, üzerindeki satırlar ile hâlâ Arnavutköy Yahudi mezarlığında ayakta…
Ici repose Elsa Niego
14/2/1904-17/8/1927
Toi si jeune, si pure, si bonnei si simple,
Si laborieuse. On t’aimait tant!
Tu n’es plus!
Inconsolables, desolés, nous te pleurons.
Dors en paix ELSA chérie.
Fleur fauchée à peine éclose
Burada Elsa Niego istirahat etmektedir.
Sen o kadar genç, o kadar saf, o kadar iyi,
O kadar mütevazi, o kadar çalışkan.
Seni ne kadar seviyorduk!
Artık burada değilsin!
Teselli edilemez, üzüntülü, bizler senin için ağlıyoruz.
Huzur içinde uyu ELSA canım.
Henüz yeni açılmışken biçilmiş çiçek.
Eli Haligua
(Avlaremoz)
[1] kayades: susmak, karışmamak, görünür olmamak anlamında kullanılan Judeo-Espanyol deyim.
[2] Yazıda Rıfat N. Bali’nin “Bir Türkleştirme Serüveni” isimli kitabında ve Aaron Baruch (Ankaralı)’nın “Elza Niyego Cinayeti ve Türk Hükümeti’nin Tutarsız Azınlık Politikası” başlıklı makalesinde yer alan bilgilerden faydalanılmıştır.