Mülteciler bizim neyimiz olur?

19.12.2017 - 17:21
Haberi paylaş

Hasan Fehmi Özer, Türkiye'nin mülteci politikalarının ne insani ne de mantıklı olduğunu tartışıyor. 

Mülteciler, “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri sebebiyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için ülkesini terk etmek zorunda kalan" kişilerdir. “Göçler Çağı” olarak adlandırılan günümüz dünyasında Birleşmiş Milletler verilerine göre 22 milyona yakın insan çeşitli ülkelerde mülteci konumundadır.

Türkiye de Suriye’deki savaşı takiben kendisine sığınan milyonlarca kişiye kapılarını açmış, yaklaşık 3 milyon kişiye ev sahipliği yaparak dünyanın en çok mülteci barındıran ülkelerinden biri olma vasfını kazanmıştır. Bu durumun takdir edilmesi gereken bir durum olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bununla beraber Suriyeliler Türkiye’ye gelmeye başladıktan sonra yani 2013 yılında göç yönetimini düzenleyen “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” ve daha sonra çıkarılan yönetmelikler için aynı olumlu şeyleri söylememiz mümkün değildir. Çıkarılan kanun ve yönetmelikler, uluslararası standartların çok altında düzenlemeler yapmış ve mültecilerin birçok hakkı kısıtlanmıştır.

Suriye krizi milyonlarca insanın yerinden olmasına yol açtı. 2016 sonu itibariyle, 2.823.987’u Türkiye’de olmak üzere, en az 4.810.710 Suriyeli mülteci konumundaydı. (BMMYK, 2016). Bunların 494.411’i kamplarda yaşarken, geri kalan büyük çoğunluğu kamplar dışında ve büyük oranda kendi imkânlarıyla yaşamaktalar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) göre, 1.177.914 Suriyeli Avrupa’da sığınma başvurusunda bulundu ve bunların üçte ikisi, Almanya (449.770), Sırbistan ve Kosova (314.852), İsveç (109.664) ve Macaristan’da (76.116) gerçekleşti.

Türkiye’deki mülteciler içinde Suriyeliler 2.8.milyon, Iraklılar 125.879, Afganistanlılar 113.756, İranlılar 28.534 kişidir. Bu listede Suriyeliler önemli bir yer tutarken oturma izni verilenler incelendiğinde Iraklılar 33.202, Ruslar 22.377, Libyalılar 14.421, Suriyeliler 32.578, Gürcüler 19.242, İranlılar 14.276, Azeriler 32.476, Ukraynalılar 16.951, Türkmenistanlılar 22.891, Özbekler 14.927 kişidir. Milyonlarca Suriyeli mülteciden sadece 32.578 kişinin oturma izni alabilmiş olması mültecilerin Ege denizinde ölüm yolculuğunu neden göze aldıklarını anlamamızı “kolaylaştırabilir” belki! Milyonlarca Suriyeli “geçici korunan Suriyeliler” olarak görülmekte ve kendilerine çok sınırlı hak tanınmaktadır. Bu sebeple Türkiye’den daha kötü şartlarda olan Yunan adalarına gidip “kale Avrupa”sına geçmeye çalışmaktadırlar.

Mültecilerle ilgili hemen her gün sosyal medyada, televizyonlarda ve gazetelerde “Suriyeliler seçimlerde oy kullanıyor, Suriyeliler istediği üniversiteye sınavsız giriyor, Suriyeli öğrencilerin tamamına devlet bütçesinden karşılıksız burs veriliyor, Toki evleri Suriyelilere bedava veriliyor, Suriyeliler araçları için MTV ödemiyor” şeklinde haberler çıkmakta. Sosyal medyada çıkan haberlerin büyük bir bölümü doğruluktan uzak ve ırkçı bir dile sahip. Hepimizin de bildiği gibi hiçbir yabancının seçimlerde oy kullanma hakkı yoktur. Toki’den ev sahibi olmanın ilk şartı T.C. vatandaşı olmaktır. Üniversite ve burs konusuna gelince;  Suriyeli öğrenciler için hiçbir ayrımcılık yapılmıyor. Bir Amerikan vatandaşı öğrenci hangi haklara sahipse bir Suriyeli öğrenci de aynı haklara sahiptir. Asılsız haberler kamuoyunu yanıltıyor ve toplumun huzurunu bozuyor. Mültecileri hedef yapıyor ve onlar için Türkiye’yi daha da yaşanmaz hâle getiriyor.

Türkiye’de olduğu gibi Avrupa ve Amerika’daki seçimlerde de göçmen karşıtlığı önemli bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. Göçmen karşıtlığı ve ırkçı, ayrımcı politikaların bir arada yürüdüğü tartışmasızdır. Esasında ırkçı ve ayrımcı politikalar yeni bir olgu değildir; ancak bu politikaların ana akım partiler tarafından benimsenmesi meseleyi önemli kılmaktadır. Trump’ın politikaları bunun en güncel örneğini teşkil etmektedir. CHP’nin Anayasa Referandumu propagandasında bile mülteci düşmanlığı yaptığı gözlerden kaçmamıştır.

Avrupa Birliği’nin politikaları Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik krize rağmen milyonlarca Euro harcayarak Meriç kıyısına çektiği aşılmaz 10,6 km uzunluğundaki Evros duvarı ve mültecilerin Ege adalarından ana karaya geçmesinin engellenmesi olarak ortaya çıkmaktadır.

AB’ye karşı bu şartlar altında “mülteci” kartını oynamak doğru bir tavır mıdır? 

Daha önce yapıldığı gibi yeniden mültecilerin Türkiye’den Avrupa’ya gidebilmesi için sınırların açılabileceği tehditleri devlet yetkilileri tarafından dillendirilmeye başlandı.

Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkiler açısından koz olarak “geçici koruma” kapsamındaki Suriyelileri görmektedir. Ancak Suriyelilerin dış politikada bu şekilde araçsallaştırılmaları ve bir koz olarak kullanılması hem insani, hem de rasyonel açıdan politika gerekleriyle bağdaşmamaktadır.

Türkiye’nin sürekli yapmakla tehdit ettiği “sınırları açmak” sadece ilk adımdır ve akabinde aklıselim ve insafa dayanan, rasyonalitenin gerekliliklerini dikkate alan politikalar gerektirmektedir.

Her şeyden önce “mültecileri Avrupa’ya göndermek” olarak tanımlanan durum insani bir yaklaşım değildir. Çünkü bu söylem mültecileri bir meta gibi görmekte, bir yerlere yollanacak, paketlenecek, kargolanacak bir “nesne” hâline getirmektedir. Söz konusu olan üç milyon insanın hayatıdır. Mültecileri “insandışılaştırarak” onları sınıra yığmak ne hukuka sığar ne de vicdana.

Bunun yerine şu anda ihtiyacımız olan, Suriyelilerin iş gücü piyasasına dâhil olması, çocuklarının eğitime katılımı, sosyo-kültürel uyum gibi konular üzerine politikalar geliştirmek ve ortak geleceği inşa etmek için çalışmaktır.

Ayrıca “sınırları açarız” söyleminin tam olarak ne anlama geldiği belli değildir. Sınırların açıldığını ve Türkiye’den çıkışın serbest olduğunu yani isteyen serbestçe Kapıkule ve İpsala, sınır kapılarından çıktığını veya tekneye binerek Yunanistan’a geçtiğini varsaysak bile göç belli bir maddi sermaye gerektirdiği için orta sınıf ve üstü olan kitle bunu başarabilecektir. Ege Denizi’nden geçişlerin tekrar yoğunlaşmasından en fazla memnun olan kitle göçmen kaçakçıları olacaktır. Aynı zamanda bu şebekeler sahte belge üretimi, uyuşturucu ticareti gibi farklı sektörlerle beraber hayat bulmaktadır. Ayrıca Ege Denizi’nden geçişlerin yoğunlaşması Ege sahiline vurmuş Aylan Kürdi’lerin de çoğalması demektir. 

Mülteciler ya deniz yoluyla Ege adalarına gidecek ya da kara yoluyla Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşmak için kara sınırını takip edecektir. Kara sınırındaki Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan gibi ülkelerin sınırlarını teller ve duvarlarla ördüğü bilindiğine göre ve bu ülkelerdeki yönetimlerin tutumu nedeniyle Kuzey Avrupa’ya geçiş mümkün olmayacak, bu da Türkiye’nin de bulunduğu bölge ülkeleri için ciddi riskler barındıracaktır. Bu durumda Suriyelilerin Türkiye’ye geri dönme arzusunda olacağı öngörülebilir. Yani aylar sonra planlanın aksine sınırın öte tarafında yığılmış ve Türkiye’ye geri dönmeyi bekleyen insanlar görebiliriz.

Ayrıca Avrupa’nın “Kale” duvarlarını eleştirirken Türkiye’nin de Suriye sınırına 900 kilometrelik duvar ördüğü ve mültecilere açık kapı politikasını Ağustos 2015’ten beri bitirdiğini unutmamamız gerekir. 

Bu nedenle, “Sınırları açarız, Suriyelileri Avrupa’ya yollarız” şeklinde özetlenebilecek olan bir politika insani olmadığı gibi mantıklı bile değildir. Şu anda yapılması gereken hak temelli politikalar geliştirerek Suriyelilerle birlikte yaşamanın yollarını kolaylaştırmak, milyonlarca insana mültecilik haklarının verilmesi için hükümete baskı yapmak, mülteci düşmanlarıyla mücadele etmektir.

Mülteci hakları mücadelesi ile ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele ve emek mücadelesi bir bütündür. İzmir’de Suriyeli ve Türkiyeli saya işçilerinin birlikte mücadele edip haykırdığı gibi: “Birleşince güçlüyüz!”

Hasan Fehmi Özer

(ozgunyorum.com)

Bültene kayıt ol