Güvenlik uygulamaları insanlara sürekli korkuyu hatırlatıp otoriter uygulamaları beslediği gibi kapitalizme de yeni bir pazar yaratıyor. Güvenliğin piyasalaşmasına tanıklık ediyoruz yıllardır.
Hiç beklemediğimiz bir anda ve yerde bombalar patlayabildiği için, toplumsal yaşam güvenlik kaygısıyla yeniden dizayn ediliyor günümüzde. Otoriter hükümetler korku salarak varlıklarını, güçlerini kapitalizme de eklemlenmiş biçimde artırmakta. Havaalanları, lokantalar, sinemalar, konser salonları, miting alanları, ibadethaneler, barlar, kafeler, pazar yerleri taranabiliyor. Yaratılan korku ve panik ortamında halkların güvenlik adına hukuktan, hak ve özgürlüklerinden adeta gönüllü olarak vazgeçmesi bekleniyor. Bunda büyük oranda başarıya da ulaşıldı.
Ülkemizde de polisin yetkileri artırıldı, “Daha suç ortaya çıkmadan önlemeliyiz” bahanesiyle şüpheli ilan edilip suçu ispatlanmadan birçok insan tutuklandı. Eylem yapma ‘ihtimali’ üzerine gözaltılar yapıldı, bir genç çantasından kablo sarktığı için şüpheli olduğu gerekçesiyle vurulabildi. Neredeyse her gün birileri ‘terörist’ ilan ediliyor. Suçu ispatlanana kadar kişinin suçsuz olduğunu varsayan hukuki ilke tersine döndü. Şu an cezaevleri suçsuzluğunu ispatlayana kadar suçlu kabul edilenlerle dolu! Gözetim teknolojileri geliştirildi, mobeseler, alarmlar ile güvenlik adına özel hayat, gizlilik vs. kalmadı.
Tarihin en fazla güvenlik kaygısı yaşanan, güvenlik kaygısıyla hukukun, özgürlüklerin hiçe sayıldığı, akıl almaz çeşitlilikte güvenlik tedbiri alınan bir döneminden geçiyoruz. Bu güvenlik uygulamaları insanlara sürekli korkuyu hatırlatıp otoriter hükümetleri, otoriter uygulamaları beslediği gibi kapitalizme de yeni bir pazar yaratıyor. Güvenliğin piyasalaşmasına tanıklık ediyoruz yıllardır. Özel güvenlikçi sayısı polis sayısını geçmiş durumda birçok kentte. Alarmlar, mobeseler, x-ray cihazları, çanta, paket, bagaj kontrol cihazları, metal dedektörleri, görüntülü kapı sistemleri, kilitler, bariyerler, turnike geçiş sistemleri, yüz tanıma, iris ve parmak izi okuma sistemleri, kameralar, yeni yaşam alanları olarak sunulan yüksek güvenlikli pahalı sitelerle sarılmış durumda etrafımız. Güvenlik şu an kârlı yatırım alanlarından birisi ve hızla büyümekte. Güvenliğin piyasalaşması ayrı bir yazının konusu olsun.
Yaratılan korku ortamında, güvenliği sağlayacak çözüm olarak otoriter uygulamalar önümüze konulmakta. Yakın dönemde karşımıza çıkan ‘mahallelerde güvenliğin sağlanması’ iddiasıyla duyurulan silahlı gece bekçileri uygulaması da bunlardan birisi. İstanbul ile başlatılan uygulamanın ülke geneline yaygınlaştırılması planlanıyor. Muhtarlardan alınan istihbaratla yetinilmeyecek anlaşılan. İktidarın tarif ettiği yaşam biçimini kabul etmeyen, muhalif olan herkesin üzerinde kurulacak bir denetim mekanizması olacak ve ‘gece kartalları’ olarak lanse edilen uygulama, özellikle kadınlar üzerindeki zaten var olan baskıyı artıracak. Kemal Sunal filmlerindeki, düdüğünü sevimli sevimli öttüren mahalle bekçileriyle karşılaşmayacağız yani. Oluşturulan mahalle baskısı ile zaten oldukça daraltılan alanlarımız, yaşamlarımız iktidarın resmi temsilcileri eliyle katmerli biçimde denetlenecek, baskılanacak, engellenecek. Şort giydiği, sevgilisiyle el ele ‘ahlaksızca’ parkta yürüdüğü için, alkollü olduğu, evine çok misafir gelip gittiği için müdahale edilebilecek hatta silah doğrultulabilecek artık birilerine mahallelerimizde. ‘Halkın can ve mal güvenliğini sağlamada kolluk kuvvetlerine yardımcı olmaları’ amacıyla oluşturulduğu belirtilen mahalle bekçileri koruculuk, din polisliği, ahlak polisi uygulamalarını hatırlatmıyor mu?
Yakın zamanda İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın “Silahınızı kullanmakta tereddüt etmeyin” talimatını verdiği, ‘Gece Kartalları’ ismi takılarak yetkilendirilmiş, dersini almış, ezberini yapmış binlerce silahlı gece bekçisi alımı gerçekleşecek.
Daha suç oluşmadan önleme sözüyle savunulan, kamu düzeninin bozulmasına dönük tedbir olarak tarif edilen gece bekçileri uygulamasıyla, zaten OHAL ile yeterince baskılanan hayatlarımız çok yakından, silahlı görevlilerce gözetlenecek. Suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalışarak geçireceğimiz hukuksuz günler kapımızda, mahallemizde artık. ‘Kızlı erkekli’ eğlenceli vakitlerden birinde ‘genel ahlaka uygun görülmediği, gizli fuhuş yapıldığı’ gerekçesiyle kapılarımız çalınabilecek. Peki, bu ‘kamu düzeni’ kimin düzeni? ‘Genel ahlak’ kimin ahlakı? Gece bekçileri kimin güvenliğini sağlayacak, kimin düzenini koruyacak?
Güvenlik daha fazla baskı ve denetimle, her yere kameralar koyarak, her sokağa eli silahlı bekçiler yerleştirerek sağlanmaz. Milyarlar harcayıp satın alınan yüksek duvarların arkasında, yüksek güvenlikli binalarda oturarak güvende olmayacağız. Her türlü baskıya karşı özgürlüğü, silaha, çatışmaya, savaşa karşı barışı ısrarla savunarak, bizim gibi yaşamasa, düşünmese de, sevsek de sevmesek de başka hayatlara, bizim dışımızdaki her varlığa kıymet vererek, “Panzerler bir gece yarısı buralarda evimize girmeyecek ne de olsa” demeden, başka mahallenin itirazını dert ederek, acısını anlamaya çalışarak, silahlanmaya, çocuk tecavüzlerine, kadın cinayetlerine, iş cinayetlerine, doğanın katledilmesine, her türlü eşitsizliğe karşı ezilenlerin yanında yer alıp eşit, özgür, barış içinde bir yaşam için mücadele edersek gecelerimizin beklenmesine ihtiyaç duymadığımız, güvende olacağımız bir dünya yaratabiliriz.
* Bu yazı Yoğurtçu Kadın Forumu’nun ‘Gece Bekçiliği ve Hayatlarımıza Etkisi’ gündemli buluşmasındaki muhteşem kadınların katkılarıyla beslenmiştir.
Hülya Akpınar
Fotoğraf: Nükleer füzelere karşı Kadın Barış Kampı, 1981