İran'a ambargoya da rüşvet ve yolsuzluğa da hayır!

22.09.2017 - 08:46
Haberi paylaş

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında, ABD'de Reza Zarrab ile ilgili süren davaya eski bakan Zafer Çağlayan'ın da dahil edilmesi ele alındı:

ABD’de tutuklu olarak yargılanan İran asıllı Reza Zarrab aleyhinde devam eden davada yeni bir aşamaya geçildi. Türkiye’de adı yolsuzlukla anılan eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ve Abdullah Happani hakkında ABD’de tutuklama kararı çıktı.

Zengin bir iş adamı olan Reza Zarrab, 2016 yılının Mart ayında Miami’de tutuklanmıştı. İran’a yönelik ABD ambargosunu delmek, ABD bankalarını dolandırmak ve kara para aklamakla suçlanıyor. ABD’nin İran’a karşı uyguladığı "ambargoyu delmek için kurulan şebekenin elemanı" olarak gösterilen Çağlayan'a da "İran ambargosunu delmek için ABD yönetimi yetkililerine yalan söyleme, milyonlarca dolarlık yasadışı işlemlerle bağlantılı fonları aklama; bu işlemlerin asıl niteliğini gizleyerek çeşitli finansal kurumları aldatma" suçlamaları yöneltiliyor. Ayrıca, o dönem Ekonomi Bakanı olarak görev yapan Çağlayan’ın, "ambargoyu delme planının gelirlerinden nakit ve mücevher olarak on milyonlarca dolarlık rüşvet aldığı, öteki sanıkların bu planı uygulamak için attığı adımları onayladığı ve bilinçli olarak planı koruduğu" savunuluyor.

Çağlayan’ın eklenmesiyle, Güney New York Federal Mahkemesi’nde 30 Ekim tarihinde başlaması planlanan Reza Zarrab davasında iddianame dördüncü defa yenilenmiş oldu.

Türkiye-İran ilişkileri ve ambargonun delinmesi

Kimi iddialara göre, Türkiye ile İran arasındaki 20 milyar dolarlık ticaret hacminin yarısı, ABD’nin uygulattığı ambargonun delinmesine yönelik transferlerden oluşuyor. İran’dan ucuz petrol ve doğalgaz alan Türkiye, Halk Bankası’nda İran adına hesap açıyor. Burada biriken paralarla uluslararası piyasalardan ve Türkiye’den altın satın alınıyor. Bu altınlar kuryeler aracılığıyla Dubai veya başka yerlere götürülerek burada İran yetkililerine teslim ediliyor. Bunlar yapılırken arada birçok paravan şirket kullanılıyordu. İran’a “normal yollardan ödeme yapamama” ambargosu bununla birlikte kalkarken, bir yandan Türkiye’nin altın ithalat ve ihracatı da artıyordu. ABD, bu yolun tıkanması için Temmuz 2013’te İran’a altın ihracatını da yasaklamıştı.

Ambargo gayrimeşru

Meselenin iki önemli boyutu var. Birincisi, ABD’nin İran’a ambargo uygulaması, bunu delenleri yargılama hakkına sahip olduğunu iddia etmesi. Ambargonun gerekçesi İran’ın nükleer programı. İsrail ve Batı emperyalizmine göre İran “bölgedeki istikrarsızlığın en büyük kaynağı”.

Bunlar, Batılı devletlerin siyasi yaklaşımları. Japonya’nın iki kentine atom bombası atan, konvansiyonel silahlarla da her an dünyanın birçok ülkesinde savaşlar yürüten, Kore’den Afganistan’a, Vietnam’dan Irak’a gerçekleştirdiği işgallerde sayısız insanlık suçu işlemiş ABD, bugün hâlâ en fazla nükleer silahı elinde bulunduran güç. Dolayısıyla, başka ülkeleri nükleer silahlardan arındırmak gibi bir görevi olamaz. Elinde nükleer silah bulunan en tehlikeli güç, ABD devleti ve ordusudur. Nükleer silahlar dünya üzerinden silinmelidir ve buna ABD’den başlanmalıdır.

Öte yandan, yalnızca nükleer değil, her konuda ABD’nin kendini dünyanın jandarması olarak görmesi bütünüyle gayrimeşrudur. ABD ve müttefikleri yaptırımlar yoluyla dünyanın birçok yerinde halklara acı çektirdiler, “çökmüş devletler” yarattılar. Bu ülkenin “demokrasi götürme” amacıyla giriştiği Irak savaşı tüm bölgeyi istikrarsızlaştırdı ve kan gölüne çevirdi.

Dolayısıyla, para transferlerini gerçekleştirenler ne kadar kirli olurlarsa olsunlar, onlara karşı çıkarken ABD’nin gayriinsani ambargosu savunulamaz. İran’a yönelik yaptırımları delmek “dolandırıcılık” değildir.

Yolsuzluk ve rüşvet çarkı

Diğer yandan, ambargonun delinmesine yönelik ticaret, İran veya Türkiye halklarına fayda sağlayan gelişmeleri içermiyor. İran’ın zenginleriyle Türkiye devletinin bürokratları arasında kurulan ilişkiler, sermaye sahiplerinin rahatlamasına, ticaret yapmasına ve büyümesine yol açıyor. Reza Zarrab gibi genç bir adamın hızlı yükselişi, bunun göstergesi.

Öte yandan, ambargoyu yok sayan ticari işlem hacmi, ciddi bir yolsuzluk ve rant ortamı yaratıyor. İlk olarak İran ile Türkiye arasındaki bağı kuran Reza Zarrab yüklü bir miktar komisyon alıyor. Bunun dışında bir miktarın da Türkiyeli bakanlara rüşvet olarak ayrıldığı iddia ediliyor. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın binde 3-4 oranında komisyon aldığı, kendisine 103 milyon TL, Halk Bankası genel müdürü Süleyman Aslan’a da 16 milyon TL ödeme yapıldığı iddia ediliyor.

AKP hükümeti ise bunların ya “paralel yapının darbe girişimi” olduğunu ya da “milli menfaatler” için yapıldığını savunuyor. Yolsuzluğun veya rüşvetin “milli” çıkarlar ile ne ilgisi olabilir? Birileri milyonlarca doları cebine atarken bunun halka ne faydası olmuş olabilir?

Bütün bu tartışmalarda ne ABD savcısının operasyonuyla AKP’nin düşeceğine inananların, ne de yolsuzluk ve rüşveti meşrulaştıracak argümanlar kullananların yanına düşmeliyiz. Küresel ölçekte ABD ambargolarının savunulamayacağını dile getirirken, Türkiye’de ise yolsuzluk ve rüşvet alanların ABD savcıları değil bizzat burda hukuk önüne çıkartılmaları için mücadele etmeliyiz.


17-25 Aralık tartışması

ABD’deki dava ile birlikte 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları da yeniden gündeme geldi. Fethullahçıların 15 Temmuz’da liderlik ettikleri kanlı darbe girişimi, hükümetin 17-25 Aralık’ı da darbe girişimi olarak gösteren anlatısını güçlendirdi.

Gerçekten de, o dönemki operasyonlarda, devlet bürokrasisi içindeki Fethullahçı örgütlenmenin harekete geçtiği açık. Ancak bu, bir yandan da “paralel yapı” gerekçesiyle her türlü suçun aklanacağı bir argümana dönüştürülmemeli. O dönem yapılan kamuoyu yoklamalarında, AKP tabanının yarısının yolsuzluk yapıldığına inandığı ortaya çıkmıştı. Hükümet, 17-25 Aralık soruşturmasına “darbe girişimi” derken, meclisteki oylamayla bakanların Yüce Divan’da yargılanmasını engelledi.

Oysa, örneğin, Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutularından çıkan milyon dolarların “FETÖ’cü polisler tarafından oraya konulduğu” iddia ediliyordu. Ancak daha sonra, Süleyman Aslan, kendisine iade edilen parayı kabul etmişti.

AKP’Ii bakanların büyük bir rant ağının merkezinde durdukları görülüyor. Bu işe bulaşan bakanlar Preet Bharara tarafından değil Türkiye’de yargılanmalı. Tabii bununla birlikte, Tayyip Erdoğan ve AKP liderleri yargıya talimat vermeyi bırakmalı.

Almanya, ABD ve AKP

Zafer Çağlayan’ın Reza Zarrab davasına eklenmesi, ABD’den Türkiye’ye ciddi bir mesaj. Hükümet bir yılı aşkın süredir Fethullah Gülen’in iadesi için bastırmaya çalışıyor. Bu olmadığı gibi, Erdoğan’ın korumaları ve bir eski bakan ABD’ye tutuklanma korkusuyla giremiyor. AKP’li yazarlar, davaya Trump’ın da müdahale edemediğini, çünkü bunun ABD derin devletinin işi olduğunu iddia ediyor. Oysa Zarrab, Obama döneminde tutuklanmıştı, Trump döneminde de AKP’ye karşı aynı çizgi sürdürülüyor.

Diğer yandan AKP’nin Almanya ile de arası iyiden iyiye bozuldu. Alman bürokratlar, bu durumun seçimlerle ilgili olmadığını ve devlet politikası hâline geldiğini söylüyor. Merkel, Türkiye’ye hem gümrük birliği hem AB üyeliği konusunda kapıları kapattı. Türkiye’de Alman gazetecilerin rehine olarak tutuklanması ve Erdoğan’ın bu çizgiyi savunması, AB’deki en büyük emperyalist gücün de Türkiye aleyhindeki çizgisini kalınlaştırmasına yol açtı.

Yerli-milli politik eksen hem dünyanın en büyük güçleriyle Türkiye’nin arasının açılmasına neden oldu hem de Ortadoğu’daki tek müttefik güç Barzani ile referendum üzerinden karşı karşıya gelişe yol açtı.

Bu kapışmada nerede durmalı?

Fakat muhalefetin içinde AKP’nin kavga ettiği her uluslararası güce sempati duyularak ondan hayır beklenmesi, Erdoğan’ın Gezi’den beri savunduğu “üst akıl” teorilerinin alıcı bulmasına yol açıyor. Uçak düşürme krizinde AKP’nin gidişinin Putin’in elinden olacağı umuluyordu. Şimdi Almanya ve ABD’nin hamleleri beklenti yaratıyor.

Bizim işimiz elbette ki önce Türkiye hükümetini eleştirmek. AKP, haksızlığa uğramış veya mağdur bir hükümet değil. Bizzat Türkiye egemen sınıflarının, zenginlerinin çıkarları için diğer ülkelerle gerginlik yaşıyor. Fakat bu kapışmada kapıştığı diğer devletlere değil Türkiye işçi sınıfının mücadelesine güveniyoruz.

Bültene kayıt ol