İnsan hakları savunucusu sekiz kişi, Temmuz ayından beri tutuklu. Ortada bir iddianame yok ama bolca itham ve karalama var.
Sosyalist İşçi gazetesi, Yurttaşlar Derneği’nden Emel Kurma ile süreci konuştu.
Tutuklu bulunan aktivistlerden haber alabiliyor musunuz? Cezaevindeki koşulları nasıl?
Emel Kurma: Haftada bir saatle sınırlanmış olan avukat görüşmelerinden haber alabiliyoruz, haberlerin hepsi güncel olmuyor ama. Arkadaşlarımızın her biri birbirinden ayrı,üçer kişilik hücrelerde iki kişi olarak, yani tanımadıkları başka tutuklu ile kalıyorlar. Spor aktivitilerinden faydalanamıyorlar. Mektup yazamıyorlar veya alamıyorlar. Sanıyorum her cezaevinde farklı uygulamalar oluyor. Mesela üzerinde yazı çizi olmazsa fotoğraf verilmesini kabul ediyorlar. Ama yabancı arkadaşlarımıza eşinin resmini vermemişlerdi. Bunları söylerken bile tedirgin hissediyorum. Bazı durumlar değişebiliyor ve bizim haberimiz olmayabiliyor ve söz konusu durum değişmişse “vay bunu niye dedin” diye kötü bir şeyle karşılaşabilirler. Hücreden hücreye, kişiden kişiye değişiyor. Hepsi farklı muamelelerle tutuluyorlar. Birisine ailesinin resmini duvarına asması izin verilirken diğerine verilmeyebiliyor.
Çok ağır ithamlar ve akıl almaz iddialar söz konusu. Davadan biraz bahsedebilir misiniz?
Emel Kurma: Henüz dava yok. Bahsetmekte güçlük çekiyorum çünkü şu anda soruşturma sürecindeyiz. 10 arkadaşımızın sekizi bu soruşturmada tutuklu bekletiliyorlar. Soruşturmanın sürdüğünü varsayabiliriz. Diğer iki arkadaşımız haftada iki kere karakola imza vererek ve yurtdışına seyahat yasağıyla bekliyorlar. Dava yok, iddianame yazılacak yazılırsa davaya dönüşecek. Sadece akıl almaz ithamlar var. Emniyet sorgusunda, savcılıktaki ifade verme sürecinde, savıcılığın tutuklamaya yönlendirdiği metinde görebildiğimiz kadarıyla akıl, izan yok. Vicdan demiyorum. Vicdan kişisel bir şey, kurumların vicdanı olmaz. Kurumlardan vicdan, şefkat talep edilemez aynı şekilde öfke ve intikam da talep edilemeyeceği gibi.
Bu soruşturmanın son iki yılın politik iklimiyle bağı olduğunu düşünüyor musunuz?
Emel Kurma: Soruşturma süreci gizli, ayrıntıları bilemiyoruz. Soruşturmaya binaen kendilerine yöneltilmiş sorulardan edinebildiğimiz izlenimler var. Bir de gizlilik kararı olan, bizlerin, arkadaşlarımızın ailelerinin, avukatlarının lafını edersek hukuki bir kararı çiğnemiş duruma düşebileceğimiz ama başkalarının çiğnemesi durumunda her nasılsa suç olmayan, savcılıkların harekete geçmediği bir durumdayız. Kendince bir mantığı olması gerekir tüm bunların. Türkiye’de son yıllarda yaşanan şeylerden bir örnek bu soruşturma da. Farklı kesimlere, farklı görüşlerden, mesleklerden insanlara yönelebiliyor. İnsan hakları konusunda buluşanların dünya görüşleri birbirinden apayrı olabilir ama bulundukları yer aynı. Hakkın, barışın, demokrasinin toplumda zemin bulması için çalışan insanlara, ajanlıktan terör yardımcılığına, darbeciliğe kadar giden farklı etiketler potpori şeklinde yakıştırılabiliyor. Medyada cayır cayır söylendi bu ithamlar. Toplumsal kalkışmadan ikinci bir Gezi yaratma iddiasına kadar. Sanki Gezi öyle “yaratılabilecek” bir şeymiş gibi. Bunun rüzgarı geçtikten sonra darbe yapacaklarmış deniliyor. Bu tema yeterince işlendikten sonra diğer temaya geçiliyor ve bu sefer casuslukla itham ediliyorlar. Vatan hainliği diye son derece soyut bir suç kategorisi inşa ediyor ve belletiyor insanlara. Birini veya toplumu zarara uğratsanız, müşterek kamu yararına olan bir şeye zarar verseniz, ayrı bir şeydir. Bir gölü zehirlemek gibi mesela. Ama bir meydanda toplanmanın, açlık grevinin kriminalize edilmesinin saiki nedir bilmiyoruz mesela. Bu iddiaları ortaya atanların gerçekten böyle bir şeye inandıklarını da düşünmüyorum. Gayet maksatlı bir stratejik yıldırma, sindirme amacı. Hak, hukuk diyecek insanları demeye girişmeden korkutmakla ilgili. “Bu işler sakat işler, başına her şey gelebilir. Hapse de atarlar, hayatını karartırlar. Hapse atmadan seni hayatta çalışamaz, okuyamaz, varolamaz hale getirirler” deniliyor.
İnsan hakları aktivistlerine dönük bu soruşturmaya ve bir kısım medyanın yürüttüğü nefret kampanyasına karşı çok farklı çevrelerden tepkiler veriliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Emel Kurma: Bu bir tepkisellik olamaz herhalde, “bu iş öyle olamaz” diye düşünme yetisidir. Ben arkadaşlarımın yargı gücüyle bezdirilmeye çalışılmasını mantık içerisinde görmeyen insanların bu konuda ses çıkarmasını önemli buluyorum. Başka hususlarda, benzer durumlarda daha tutuk davranmış insanlar da var aralarında. Akıl dışılığa bir noktaya kadar tahammül edebilmek herhalde bu. Başka durumlarda aynı şeyi görebilir miyiz bilmiyorum gerçi, görmeyeceğimizi düşeneceğimiz nedenler de var. Suskunluğuna şaşırdığımız çok sözü dinlenir insan oldu son yıllarda. Bunu da hafif çatlatabildik diye düşünüyoum. İnsanlar kendileri için de fayda ve zarar hesabı yapıyorlar. Bir yerden bu eşik aşılıyor olabilir. Hak savunusunu belli bir kesimin dünya görüşü, kendi meşgalesi diye görmediğimiz bilakis herkes için su gibi ekmek gibi yaşamsal önemde gördüğümüz için, çarpıtma, itham, karalama, hedef gösterme ile bulanan suda dilimiz döndüğünce her kesimden insana, neyin ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Arka arkaya hepsi giderek şişkinleşen bilgi dosyaları hazırlıyoruz, basın toplantısı yaptık.
Olgusal gerçekliklerin çarpıtılması halka, topluma yönelik bir saldırıdır. Vakti zamanında totaliter rejimlerde yapıldı. Biz ayrışmayı değil birbiriyle buluşmayı, en azından olgusal gerçeklikleri tartışmayacağımız bir hayat istiyoruz. O sene kaç kişinin tutuklandığı olgusal bir gerçektir. Gerçekle mitin karıştırıldığı, yalanla yaşayan bir toplum olmanın arşa vardırıldığı bir yere gidiyoruz. Bugün Türkiye’de toplum değil zoraki kalabalıktan bahsedebiliriz ancak. Bundan 30 yıl önce yaşadığımz zorbalık daha görünür olurdu, görünebileceği mecra daha az olmasına rağmen. Bağımsız gazeteciliğin, doğru haber almanın engellenmesinin bu kadar kıstırılmasının sebebi bence budur. Müşterek olarak ortak kesenin fayda hesabı yapılır. Mesela “bize daha yeşil alan lazım” dersiniz. Ancak olgudan uzak, yalanlarla “betonun, toprağın, toplumun yağmalanmasına dayalı sistem ne kadar benim yararıma ne kadar zararıma” hesabını yapamaz hale gelirsiniz. Zamanla toplumsal olarak sizin, neler yararınıza neler zararınıza hesabını yanlış yapmaya başlarsınız. Bu kişisel ve toplum olarak zihnen iğdiş edilmektir. Otoriterlik ve itaatkarlık sarmalında devam edersiniz.
İnsan hakları savunucularıyla dayanışmak isteyenler neler yapabilir?
Emel Kurma: İnsan hakları, bir yandan hayatlarını başka şekilde idame ettirirken diğer yandan insan hakları konusunda çalışanlara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir ve müşterek faydadır. Propagandadan kurtulmak için yapılması gerekeni yapabilir, süzerek okuyabilirsiniz. Bugün birisini yarın başkasını hedefe kor, bunu gözünüzü açtığınızda görebilisiniz. Konuşabilmek ve dinleyebilmek lazım. Mücadele denilince sadece çaba anlamıyoruz, direnmeyi de anlıyoruz. Ama direnmek kadar, kurmaktır hak mücadelesi. Müzakeredir aynı zamanda. Şu an hepimizin kıstırıldığı yer sadece protesto etmek. Kendi hayat kulvarlarımızda tecrübe ettiğimiz hakları savunmanın binbir yolu olduğunu biliyorum. Hak mücadelesi verenleri aktivist diye ayrı bir yere koymak kendimize mesuliyet veriyormuş gibi oluyor. Hak mücadelesi hep uluslararası anlaşmalar gibi soyut şeylere sıkıştırılıyor. Gündelik hayattaki sorunlarımızı çatışmayla değil demokrasiyle çözmektir. Bir usul mücadelesidir aynı zamanda. Birbirini yok ederek değil dönüşerek ve dönüştürerek beraber yaşayabilmek gerekir. Aynı fikirde olmasak da barış, demokrasi, özgürlük, hak konusundaki ezberleri bir kere daha gözden geçirmek gerekir.
Röportaj: Meltem Oral