6-7 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması üzerine Türkiye’deki Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara yönelen pogromun altmış ikinci yılında neler olduğunu ve neler yapılması gerektiğini aktivisti ve araştırmacılarla konuştuk.
6-7 Eylül 1955’in altmış ikinci yılında bu pogromun toplumsal hafızadaki yerini ve 6-7 Eylül’ü nasıl hatırlamak gerektiği konusunda aktivist ve araştırmacılarla konuştuk. DSİP’ten Meltem Oral, DurDe’den Ozan Tekin, Babil Derneği’nden Özden Dönmez ve Galatasaray Üniversitesi’nden Hakan Yıldız, Marksist.org’a konuştu.
“Geçmiş aynı zamanda bugünün içerisinde”
DSİP’ten Meltem Oral, 6-7 Eylül pogromunun, zamandan günümüze dek resmi ideolojinin makbul vatandaş tanımının dışında kalanlara karşı tekrarlanan ve hesabı sorulmayan pek çok lincin başlangıcı sayılabileceğini belirtti. Suriyelilerin maruz kaldığı ırkçılığın köklerine dikkat çeken Oral, “Mesela bugün birçok farklı şehirde Suriyeli göçmenlere karşı yürütülen ve Suriyelilerin yaşadıkları mahalleyi terk etmek zorunda kalmasıyla sonuçlanan linçlerin arkasında hesaplaşılmamış 6-7 Eylül'ün yarattığı nefret kültürünün izleri görülebilir. Bu 'mini pogromlarla' 6-7 Eylül'ün gerisindeki tertibin ve milliyetçi galeyanın sürekliliğini görmek mümkün” şeklinde konuştu.
Hesaplaşma ve yüzleşmenin geçmişin dehlizlerinde kalmış olayların hatırlanmasından ibaret olmadığının altını çizen Oral, “Geçmiş aynı zamanda bugünün içerisinde. Dolayısıyla geçmişle hesaplaşmanın yanı sıra 'bir daha asla' benzer acıların yaşanmamasının yolu, bugünkü nefret dolu girişimlere karşı mücadeleyle mümkün” dedi.
“Türkiye halkı adına özür diliyoruz”
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe aktivisti Ozan Tekin, 62 yıl önce İstanbul başta olmak üzere bir dizi yerde gayrimüslim azınlıklara karşı başlatılan saldırıların, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren homojen bir ulus devlet kurulması için uygulanan politikaların bir devamı olduğunu belirterek, “Sünni, Müslüman ve Türk olmayanların yok edilmesi, göç ettirilmesi veya korku içinde yaşamaya mahkûm edilmesi hedeflendi” dedi.
Emekli bir tuğgeneralin 6-7 Eylül hakkında “Muhteşem bir Özel Harp işiydi” dediğini hatırlatan Tekin, kamyonlarla taşınan faşist paramiliter güçlerin, halkı da galeyana getirmeye çalışarak Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara saldırdığını vurguladı.
Tekin sözlerini, “Yıllardır ırkçılığa karşı mücadele eden aktivistler olarak, 6-7 Eylül'de yaşamını yitirenleri sevgiyle anıyoruz. Saldırıya uğrayan herkesten, Türkiye halkı adına özür diliyoruz. 6-7 Eylül'ü hatırlamanın ve kaybettiklerimizi anmanın yanı sıra, bugün Türkiye'de yaşayan gayrimüslim azınlıklara yönelik ırkçılığa karşı, gasp edilen mülklerinin iadesi için ve geçmişte devlet eliyle gerçekleştirilen tüm haksızlıklarla ilgili özür dilenmesini sağlamak için mücadele kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Herkesin eşit, özgür ve barış içinde yaşadığı bir Türkiye için ırkçılığı ve milliyetçiliği yenelim" diye bitirdi.
“Otoriterizm ile gayrimüslimlerin başına gelenler arasında ilişki var”
Hafızayı merkeze alan çalışmalarla halklar arasındaki iletişim ve işbirliğini kolaylaştırma amacı güden ve daha önce 6-7 Eylül ile ilgili de bir proje yürüten Babil Derneği’nden Özden Dönmez ise 6-7 Eylül gibi hesaplaşılmamış travmaların zaman zaman unutulmuş gibi görünüyor olsa da toplumsal hafızada ve devletin politikalarında varlığını sürdürdüğünü belirtti.
Dönmez, “Bugün yaşadığımız otoriterizm ile Anadolu’nun kadim halklarının, gayrimüslimlerinin mübadele, pogromlar, sürgünler gibi çok çeşitli yollarla yok edilmiş olması arasında büyük bir ilişki var. Dolayısıyla bugün barış ve adalet isteyenlerin 6-7 Eylül’ü her koşulda hatırlamak ve hatırlatmak, devletin ve toplumun bu büyük suçla yüzleşmesini sağlamaya çalışmak gibi bir görevleri var” dedi.
“6-7 Eylül ekonomik sonuçları da olan bir travma”
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Rum Olmak, Rum Kalmak kitabının yazarı Hakan Yücel ise Süheyla Yıldız ile birlikte 1964 Rum sürgünü üzerine yaptıkları araştırma için gerçekleştirdikleri görüşmelerde 6-7 Eylül’ü görüşmecilerinin ya doğrudan yaşadıkları ya da çocukluklarında duydukları travmatik bir olay olarak ortaya çıktığı vurgulayarak, bu travmaya rağmen 6-7 Eylül’ün Rum nüfusunda marjinal bir değişiklik yaratmadığını söyledi.
Araştırmada Rumlarda mekâna bağlılığın güçlü olduğunun ortaya çıktığını söyleyen Yücel. Kata isimli görüşmecilerinin aktardıkları üzerinden 6-7 Eylül’ün aynı zamanda ekonomik bir yıkım olduğuna da dikkat çekti. Yücel, Kata’nın şu sözlerini aktardı:
“1955’de, Kadıköy’deki sokağımızın köşe başındaki bakkal dükkânından yağlar ırmak gibi akıyordu. Yine bizim Yeldeğirmeni [Mahallesi]’nde Aya Yorgi kilisesini yaktılar. Kilisenin yakınında bir cami vardır. Camiinin Hocası çıktı ‘çocuklar yapmayın burası ibadet yeridir!’ dedi, hocayı da aldılar top gibi yola attılar. O ‘55 olayı’ mükemmel hazırlanmıştı. Kocam 1955’e kadar amcalarının dükkânında çalıştı. 1955’te o dükkân harap oldu. En büyük dükkânlardan biriydi. 1955 yılından sonra o dükkânı bir Türk aldı. Bütün organizasyonu kocama bıraktı, çünkü bilmiyordu bir şey. Kocam da amcalarının dükkânında müdür gibi çalıştı”.
Tarih Vakfı’nda panel
Tarih Vakfı da 6-7 Eylül ile ilgili “Unutmak, Hatırlamak, Utanmak” başlıklı bir panel düzenliyor. Eminönü’ndeki Tarih Vakfı’nda gerçekleşecek olan toplantıda Y. Doğan Çetinkaya moderatörlüğünde Mehmet Ö. Alkan, Güven Gürkan Öztan, Foti Benlisoy ve Hakan Yücel konuşmacı olacak.