Adalet Zemini, son dönemde Kudüs'te İsrail devletinin Mescid-i Aksa'nın girişine dedektörler yerleştirmesiyle başlayan olaylar üzerine bir bildiri yayımladı:
Mescidi Aksa’da iki hafta önce üç Filistinli gencin hayatını kaybetmesi, iki İsrail polisinin öldürülmesiyle başlayan olaylar, İsrail yönetiminin Dünya Müslümanlarının ilk kıblesi olan bu kutsal mekânı ibadete kapatmasıyla sonuçlandı.
İsrail yönetimi, Müslümanlara ve Hıristiyanlara ait dini mekânlarda uzun süredir çeşitli baskılar uygulamaktadır. Bunu teyit eden ifadeleri Başbakan Benyamin Netahyahu olmak üzere birçok İsrailli siyasetçinin de açıklamalarında görmek mümkündür. Filistinlilerin katledilmesi gerektiği, Arapların böcek olduğu, Gazze’ye atom bombası atılması gerektiği gibi ifadeleri Savunma Bakanı Liberman ve Hahambaşı olmak üzere birçok siyasetçi ve din adamının dilinden işitmek, rutin bir eylem halini almış bulunmaktadır.
“Yahudileştirme operasyonu” olarak nitelenebilecek bu tutumlar sadece Mescidi Aksa’ya karşı değil aynı zamanda Kudüs kentine yönelik de uygulanmaktadır. Geçtiğimiz hafta İsrail Parlamentosu aldığı bir kararla, birleşik Kudüs kentini İsrail’in ebedi başkenti olarak gören bir yasa tasarısını oylamaya sunmuştur.
Öte yandan işgal yönetimi, Müslümanların bu kutsal mescidinin girişlerine dedektörler yerleştirerek her ne kadar insanların güvenliğini sağlamaya çalıştığı gibi bir izlenim vermeye çalışsa da aslında yapmaya çalıştığı şey, Mescidi Aksa’yı tahakküm altına almak ve buranın idaresini ele geçirmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Hâlbuki Mescidi Aksa uluslararası anlaşmalarla özerk bir statüye sahip olup hiçbir şekilde İsrail’in tasarruflarına açık değildir.
İsrail işgal yönetiminin aldığı bütün kararlar, Batı Kudüs’ün 1948, Doğu Kudüs’ün ise 1967 yılında işgal edildiği gerçeğini değiştirmez ve değiştirmeyecektir. Buradaki mesele, sadece bir takım kısıtlayıcı teknolojik uygulamalara indirgenemez. Mesele ne dedektörler ne kameralar ne de Mescidi Aksa’ya giriş gibi sadece ibadet özgürlüğünün ihlali anlamına gelebilecek icraatlardan ibaret olmayıp, bunun çok daha ötesinde bir işgal sorunudur.
Zaten BM’nin kültür teşkilatı olan UNESCO’nun geçtiğimiz aylarda aldığı kararda da açığa çıktığı gibi Mescid-i Aksa ve çevresi, tamamen İslam kültür ve tarih mirasının bir parçası olduğu uluslararası platformlarda da tescil edilmiştir. Dolayısıyla İsrail işgal yönetiminin Filistin halkını ve değerlerini yok etme çabaları ve bu yönde aldığı bütün kararlar haksız ve geçersizdir.
Bütün bu tarihi gerçekler ve insan haklarına ilişkin değerler, Filistin sorununun çözümünün ancak İsrail işgalinin sona ermesi ve bölgedeki tüm inanç gruplarının birlikte yaşayabileceği bir “darusselam”ın inşası ile mümkün olabileceği gerçeğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Tam da bundan dolayı başta Türkiye olmak üzere bütün bölgesel ve küresel aktörleri, haklı bir dava olan Filistin davasının yanında yer almaya ve Filistin halkının işgale karşı verdiği haklı mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz. Bu tarihi sorumluluğu yerine getirme noktasında üzerine düşen görevi yerine getirmeyen ulusal ve uluslararası aktörleri uyarmanın öncelikli görevimiz olduğunu da hatırlatmak istiyoruz.
ADALET ZEMİNİ
29 Temmuz 2017
www.adaletzemini.org