Mahkemede barış ve demokrasiyi savunan Figen Yüksekdağ'a tahliye yok

05.07.2017 - 10:00
Haberi paylaş

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 244 günlük tutukluluğunun ardından dün ilk kez hakim karşısına çıktı. Kendisiyle ilgili 100 yıl hapis cezası istendiğini hatırlatan Yüksekdağ, "Bizim bir asra değecek davamız var, o da barış ve demokrasi davası" dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ. 244 gün sonra hakim karşısına çıkarıldı. Abluka ve engellemelerin gölgesinde yapılan duruşmaya getirilen Yüksekdağ, "Figen Yüksekdağ onurumuzdur", "Jin jiyan azadi" sloganlarıyla karşılandı. Çok sayıda kişi duruşma salonuna alınmadı. Yüksekdağ, salona girerken kendisini yalnız bırakmayanları el sallayarak selamladı. Yüksekdağ'ın sağlığı ve moralinin iyi olduğu görüldü.

Mahkeme heyeti, günün sonunda Yüksekdağ'ın tutukluluğunun devamı yönünde karar vererek, davayı 18 Eylül Pazartesi gününe erteledi.

Figen Yüksekdağ'ın davadaki savunması şöyleydi:

“Bütün engelleri, zorlukları aşıp buraya gelen başta kadınlar olmak üzere tüm katılımcıları, avukatlarımızı selamlıyorum. Zorlu engelleri aşarak buraya geldiler. Buraya gelmeyi başaramayanları da selamlamak istiyorum. Kimisi Diyarbakır, kimisi Adana dışında tutuldu. Buraya gelemeyen avukatlarım bile var, otobüsleri bağlandı, fiilen gözaltına alındılar.

Bugünkü yargılamanın siyasi anlamda, tarihsel anlamda yargılama olmadığını net biçimde görürüz. Siyasi bir taarruzdur yaşanan. Bana, şahsıma, temsil ettiğim partiye dönük bir taarruz, bir hücum vardır. Türkiye'de adalet mekanizmasından söz edemediğimiz için rutin bir yargı mekanizmasından da söz edemiyoruz.

Elbette Türkiye'de hiçbir zaman yargı sorunsuz gitmedi. Bizler de siyasi olarak eleştirdik ve eleştirdiklerimizi çözüm gücüne dönüştürmek için gittik yasamada mücadele vermeye başladık. Yasama organında Türkiye'nin hukuk devleti haline dönüşmesi için çalışmamız, emek vermemiz baltalandı.

Türkiye'de bu faciayı sadece ben yaşamıyorum. Ülke sınırları içinde soluk almaya çabalayan her bir yurttaş yaşıyor. Bu, acılar onlara yaşatılıyor.

Buraya girmeyi başaramayan ciddi müdahalelerle karşılaşan arkadaşlarım var. Doğal hakkını, açık yargılama hakkını kullanmak isteyen arkadaşlarım, seçmenlerimiz var. Biraz önce gözlerimizin önünde iktidar mahkemeye müdahale etti ve buraya giren yabancı heyeti dışarı çıkardı. Saklama gereği duyulmuyor. Her gün demokratik siyasetin zemini zaten dinamitlendi. Bağımsız yargı tavrının, zemininin dinamitlenmesi içinde her gün elinden geleni yapıyor.

Nur topu gibi bitmeyen bir OHAL yapmışlar, zaten onun yanı sıra sokakta 3 kişiyi bir arada yürütmeme gibi operasyonlar devam ediyor. Bugün Ankara Valiliği bu mahkemeye çalışıyor. Ne kadar büyük bir görev aşkı. Mümkünse burada Yüksekdağ'ın yargılandığından kimsenin haberi olmasın. Biraz önce gözümün önünde oldu. Adalet Bakanlığı kararıyla ne demek? Adalet Bakanı bu hakkı nereden buluyor kendinde? Ben Almanya'ya gittim. Yargılanan Türklerin duruşmasına katıldım. Bu siyasi iktidar kendisini, bu ülkeyi rezil etmeye vakfetmiş. Rezilliklerine bir rezillik daha eklediler.

Hukuktan bahsediyorlar. Hukuki savunmalar yapıyor değerli avukatlarım. Ama bu sürecin benim yargılanmamın, bizim yargılanmamızın hukukla hiçbir alakası olmadığını herkes biliyor. Herkesin bildiği, kiminin izlediği kiminin mağduru kiminin müsebbibi olduğu bir süreç yaşıyoruz.

"Bir asra değecek davamız var: Barış ve demokrasi"

Bizler bu sürece mahkum değiliz. Ben mahkeme salonlarıyla ilk defa karşı karşıya gelmiyorum. Ben ensesi kalınlarla ilk defa karşılaşmıyorum. Ben bu ülkede bir kadın olarak hep mücadele ettim ve zulmün her türlüsünü gördüm. Daha fazlasını da görebilirim sorun değil. 100 yıl ceza isteniyor. Emin olun birkaç ömrüm daha olsa aynı şeyleri yeniden yaparım. Yeter ki bir asra değecek bir davamız olsun. Bizim bir asra değecek davamız var, o da barış ve demokrasi davası.

Türkiye çok acı gördü, çok zulüm gördü ve artık çıkış istiyor. Ne zamana kadar bu iktidar konuşanı zorla bastırarak, hukuku devre dışı bırakarak yönetmeye devam edecek. Etrafımız kaynıyor. Etrafımız ateş çemberi. Kendilerini dokunulmazlık zırhıyla kuşatılmış ilahi bir varlık olarak mı görüyorlar?

Biz HDP olarak Türkiye için bir çıkış projesi önerdik. Bakın dedik dengeler değişiyor, etrafımız ateş çemberine dönmüş, zaten Türkiye'nin çözmediği kendi içinde önemli sorunlar var. En temel çıkış siyasi çözümdür. Başlatanlar da onlar bitirenler de onlar, muhatap olanları yargılayanlar da onlar. Bu kadar büyük bir tutarsızlık olabilir mi?

Ama Türkiye’yi yöneten siyasi iktidar bu işi böyle yürütebileceğini düşünüyor. Bu kabul edilebilir mi? Birilerinin buna dur demesi gerekiyordu. HDP işte tarihsel olarak böyle bir rolle siyaset sahnesine çıktı. Türkiye’de çözümün demokratik yaşamın partisi olmak. O süreçte görüşmeler, diyaloglar devam ederken çatışmaların durduğu, ölümlerin yaşanmadığı yaklaşık iki buçuk yıl geçirdik.

Bu 2 yıllık süreç, HDP, 7 Haziran seçimlerinde yüzde 13 oy alınca geri dönülemez ve hala dönemeyeceğimiz biçimde bozuldu. Çünkü siyasi iktidar barıştan demokrasiden kendisine ekmek çıkmayacağını gördü.

7 Haziran'dan sonra ortalık kan deryasına döndü ve iktidar sahipleri gözümüzün içine baka baka, '400 vekil verseydiniz bunlar olmazdı' dedi. Biz o zaman bu mahkeme salonlarına geleceğimizi biliyorduk. Daha fazlasını da biliyorduk ya, Allah'ın sevgili kuluyumdur, bana biraz daha yaşa demiştir. O nedenle buradayım.

"Yaşananları kimse unutmayacak"

Sayısız ölüm tehditleriyle, taammüden ölüm girişimleriyle karşı karşıya kaldık. Selahattin Demirtaş da aynı şekilde. Biz o tarihten itibaren bu ülkede barışın kazanabileceği tavrımızın saldırıya uğrayacağını biliyorduk. Tutuklanıncaya kadar da bu taarruzlar hiç bitmedi. Binlerce arkadaşımız gözaltına alındı, tutuklandı. Sadece biz tutuklandıktan sonra partimin 500 üye ve yöneticisi tutuklandı. Enis Berberoğlu ile birlikte tutuklu milletvekili sayısı 12. Bunları kimse unutmayacak. Figen Yüksekdağ'ı da HDP'yi de kimse unutmayacak. Bunlar zulmün zorbalığıyla yazılıyor. Tarihin bir evresinde zulüm güçlüyse, direniş de onun kadar güçlüyse asla unutulmaz. Ve mutlaka hesabı sorulur.

Karşımızda şöyle bir siyasi yapı var; tek adam, tek yargı, tek düşünce ve dışında kalan herkes terörist. Türkiye'de "terör örgütü" patlaması oldu. "Terör propagandası" patlaması oldu. Bu, tarihsel kırılma anlamına gelir. İktidar hiçbir sorumluluk hissetmeden herkesi terörist ilan ediyor. Ama şunu hesaba katmıyor, bir ülkenin kendisine duyduğu güven açısından ne anlama geliyor. Bu, sosyolojik çürümedir. 100 bin terör örgütü propagandası yapan, 50 bin örgüt üyesi var. Bir ülkede yüz binlerce terör örgütü propagandası yapan varsa, iktidarın dönüp kendisine kendi propagandasına bakması lazım. Acaba ben ne propagandası yapıyorum, Türkiye ne kadar kendine ait hissediyor.

Türkiye toplumu anayasa değişikliği ile gelen rejim değişikliğine karşı. Bunun böyle olduğu bilinmesine rağmen hiçbir şey yokmuş gibi davranmamızı bekliyorlar. Bu şizofren bir haldir. Ben bu ülkenin tek akıllısıyım demiyorum. Ama bu ülkeyi şizofrene çevirecekler.

Gayrı meşru bir Anayasa; Türkiye toplumu onay vermiyor ama, yaptım oldu diyor, silahı, gücü, yargıyı, devlet mekanizmalarını elinde tutanlar. Böyle bir zorlama sadece siyaset kurumunda değil aynı zamanda tüm toplumsal yapı içinde ciddi travmalara yol açar. Bana göre Türkiye'yi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar, ama başaramayacaklar. Türkiye toplumu çok ciddi badireler atlattı, ama Türkiye toplumu hiçbir zaman böyle zorbalar karşısında boyun eğmedi. Mutlaka tutacağı bir dal oldu. O dal HDP'dir; o dalı kırmak istediler.

Türkiye’de yurttaşların tutabileceği bir dal vardı ve bu dal yeşeren güçlenen bir daldı. Bu dalı kırarsak sorun çözülür dediler. Sorun çözüldü mü, biz buradayız. Ben buradayım; ha Meclis’te ha burada. Beni bu mahkeme salonlarına zorla getirenler utanacaklar. Beni bu mahkeme salonlarında halkımın temsil hakkını savunduğum için yargılayabileceğini sananlar yargılanacaklar. Bizim saklayacağımız, gizleyeceğimiz bir şey yok. Haram oy, haram para yemedik. Birileriyle bir gün dost bir gün düşman olmamışız. Bir o tarafa bir bu tarafa dönmemişiz. Biz gayet rahat mahkemede bulunuruz, ama onlar rahat edemeyecekler.

"Nasıl ikna olacağım adil yargılandığıma?"

Başkan, ben nasıl ikna olacağım adil yargılandığımdan? Benim ilk ceza aldığım davada karar çıktı, TV'de alt yazılar geçmeye başladı. Alt yazıyla birlikte İçişleri Bakanı dedi ki; "Figen Yüksekdağ'a sırtını dayaması için 4 duvar verdik." Bakın, bir ülkenin İçişleri Bakanı bunu söylüyor. Sen mi verdin o 4 duvarı, sen mi verdin o kararı? Çıksak desek ki kararı siz veriyorsunuz, hakimleri canlarından bezdiriyorsunuz, bunu söyleyin desek bu kadar güzel itiraf edemezlerdi. Sonraki günlerde aynı mahkeme milletvekilliğimin düşürüldüğü gün, benim hakkımda son savunmamı dahi almadan ceza vermek istiyordu. O gün karar vermesini avukatlarım engellemişler, hukuki olarak. Sonra vardığım sonuç şu; Benim milletvekilliğimin düşürüldüğü gün o mahkemeye karar çıkarması için talimat verilmiş. Aynı gün Selahattin Demirtaş'a ceza verildi. İdris Baluken yeniden gözaltına alındı, benim vekilliğim düşürüldü, bana da ceza vererek tabloyu tamamlamak istediler. Sanki bir merkez, bir hukuk masası var tüm yargılama süreçlerini ince ince hesaplıyor tüm ayrıntılarıyla planlıyor ve bunlar sahada karşımıza çıkıyor.

Bizim bu mahkemelerde gerçek anlamda bir yargılama yapıldığını düşünmemiz olanaksız.

Türkiye'de bazı mekanizmalar normal işleyebilseydi, yargı mekanizması da siyaset mekanizması da normal güzergahında gitseydi mahkeme salonunda da gerilimler yaşanmazdı. Bu mahkemenin diğerleri gibi olmayacağı da açık. Evet sizin üslubunuz var, ama bu mahkemede haksız hukuksuz milletvekilliği düşürülmüş, temsiliyeti yargı kararlarının üstünde olan biri yargılanıyor.

Oy nedir, demokrasinin en temel kriteridir. Demokratik hukuk devletinin temel ölçütü seçme ve seçilme hürriyetini ne kadar uygulayıp uygulamadığından geçer. Hayatın olağan akışı diye bir şey kalmamış ki. Hiçbir şey olağan akmıyor. OHAL var, olağanüstü siyaset var, bürokrasi var, her şey olağanüstü.

Davalar açılabilir, yargılamalar yapılabilir. Milletvekilliği bittikten sonra yasama süreci kapandıktan sonra hüküm uygulanır, ardından hükmün uygulanması ertelenir. Bizlerin tutuklanması ile beraber artık bu içtihat kaldırıldı. Nasıl yapıldı? Meclis'teki haksız çoğunluk kullanılarak Anayasa devrildi. Bakın bu yanlışı yapan partilerden biri kendisini yollara vurmuş adalet arıyor. İnsanlar oyunu sana emanet etmiş. Yargıya mı emanet etti Van halkı oyunu. Beni 400 bin nüfuslu Van halkının yüzde 70'i seçti. 6 milyon yurttaş bizi seçecek, sonra 3 kişilik bir mahkeme heyeti hükmü yoktur diyecek ve benim vekaletim devre dışı kalacak.

Kendi sorununu ve krizini başkaları üzerine atmakta çok ustadır bu iktidar. Attılar mahkeme heyetinin üzerine, korsan bir şekilde anayasa değişikliği gerçekleştirdiler. Sonra sorumluluğu yargının üzerine atacaklar.

Bu kadar inandırıcılıktan yoksun bir şey olabilir mi? Hukuk, evrensel kriterler bunun neresinde? Bunun üzerinden hala siyasi operasyonları sürdürebileceklerini sanıyorlar, ama bu sürdürülebilir değil. Her tekçi rejim, kendisini her şeyin yerine koyan her rejim gitmiştir. Arkasında iyi izler bırakmadan, çoğunlukla kötü izler bırakarak gitmiştir. Bu iktidar içinde aynı akıbet söz konusudur.

Ben ben değilim ki. 6 milyonu hangi duruşma salonuna dolduracaksınız? Benim sözlerimin altına imza atan 6 milyon var. Hatta ben onların sözlerini söylüyorum. 6 milyon insanı alacak duruşma salonu icat edilmedi ki.

Bu ülke çok büyük acılar yaşadı. Türkiye hala bunların kabuk bağlamayan yaralarıyla boğuşuyor. Bugün bi yara daha açtılar. Ölümcül bir yara açtılar. Siyasi iktidar referandumdan çıktık, zaten iktidar cepte diye düşünebilir, ama hiç de öyle değil. Biz ne için yargılanıyoruz? Çözüm yeri parlamento, siyaset yapmak gerek, tamam eyvallah. Ondan sonra, 'Hop tamam bu kadar olmaz.' Siz demediniz mi Meclis'te siyaset yapın. E geldik, buyrun. O fezlekelerdeki sözlerin hepsini Meclis'te de söyledim ben.

"Ben sözümü üç gün sonra inkâr etmem"

Beni bu zamana kadar tanıdıysa Türkiye kamuoyu, herhalde biliyordur. Ben Meclis kürsüsünde söylemeyeceğim sözü miting meydanında söylemem. Meclis kürsüsünde egemenin yüzüne söylemediğim sözü toplantıda, açıklamada söylemem. Sözümü 3 gün sonra inkar etmem. Her konuşmam Meclis kürsüsünde savunulmuş sözlerdir. Kürsü dokunulmazlığı denen de, kürsüde söylenen sözlerin başka yerlerde tekrar edilmesi olarak tanımlanır. Bu evrensel bir tanımdır. Kürsüde söylediğim sözü her yerde onurla gururla tekrar etmişimdir.

Parlamento'da söylediği sözlerden cayanlar hesap vermelidir. Dün bize söz verenler, demokratik siyaset, parlamentoda siyaset diyenler, o çağrıları yapanlar, Kürt halkını yıllarca oyalayanlar nerede? Onlar şimdi sadece savaş sözü söylüyor, dillerinden ellerinden kan damlıyor.

Bizlerin tutuklanması ve HDP'ye dönük siyasi operasyonun başlamasıyla şu mesaj verildi; 'Demokratik siyaset yapmayın; çok tehlikeli, mayınlı alan.'

Ben gençlerin ne düşündüğünü merak ediyorum. Meclis'e gideceksin, yargılanacaksın, söylediğin sözlerden dolayı yargılanacaksın. Zaten iç tüzüğü değiştirmeye hazırlanıyorlar. Meclis'te ağzını açmak, elini kaldırmak yasak. Biz şükür, iyi günlerini gördük. Yarın öbür gün sola sağa dönmek cezaya bağlanır. Bu da iktidarın niyetini gösteriyor. Demokratik siyaset yapmayacaksınız mesajı verildi. Demokratik siyaset anlayışının gelişmesi onların önündeki en büyük engel. Cezalandırdıklarını sanıyorlar, bizler zulmün karşısında direnmeyi onur sayarız.

Hz. Ali demiş ya 'direniriz, bu duruşumuzla bu saldırganlık karşısında direniriz, halkımızın duygusuna tercüman oluruz'. Onur sahibi Türkiye yurttaşlarının bu zulmün karşısında direneceğinden eminiz. Bizler mahkeme salonlarında, hapishanelerde direniyoruz. Kimileri adalet için kilometrelerce yol yürüyor. Kimileri özgürlük, barış demekten vazgeçmeyerek direniyor. Kadınlar yaşamın her alanında kendilerine dayatılan haksızlığa karşı dimdik durarak direniyor.

Türkiye halklarının kazanma iradesi cezalandırılmak isteniyor. HDP eşbaşkanları, siyasetçileri nezdinde Türkiye halkları cezalandırılmak isteniyor. Türkiye'de barış ve demokrasi projesi uzak bir hayal, marjinal siyaset alanının konusu olarak görülürdü. Başarıya ulaşmayacak bir alan hep muhalefette kalmanın göstergesi olarak görülürdü. Ama 7 Haziran ile birlikte bu hayallerin gerçeğe dönüşebileceğine kendileri de inandı, bütün Türkiye'yi de inandırdı. HDP bütün Türkiye halklarının hayalden gerçeğe zaferidir. Tüm Türkiye halklarının hayallerinin başarıya dönüşmesi hikayesidir. Bu hikayeyi zulümle noktalamak istediler. Ama çok şükür o hayaller hala hayatta. Hayal etmeyi ve kazanmayı bilenler oldu hep. Bu ülkenin insanları hiçbir zaman umudunu kesmeyecek. Kazandık gene kazanacağız. Bu karanlık günlerin geçeceğine yürekten inanıyoruz.

"Evde de, siyasette de, kadınların yaşamı kolay olmadı"

Kadınlara gözdağı vermek istediler. Kadınlar Türkiye'de kazandıkları her hakkı dişe diş bir mücadeleyle kazanmıştır. Hayatımız hiçbir zaman kolay olmadı. Evde de siyasette de hiçbir kadının yaşamı kolay olmadı. Ama bu kötü şey bize iyi bir şey öğretti; tüm zorluklara karşı birlikte mücadele etmeyi.

Kadınların bu kolektif direnci HDP'de bir siyasi güce dönüştü. Kadınlar her yerde güçtür. Görünür, görünmez bütün alanlarda emeği vardır, ama merkezi siyasette kadının gücü bu kadar görünmemişti. Ne zaman ki HDP eşbaşkanlık sistemini Türkiye siyasetine yerleştirdi, Meclis'e kalabalık kadın vekiller ile girdi, o zaman HDP’nin önünü keserek kadınların da önünü kesmek istediler.

Bana dönük gerçekleştirilen siyasi linç operasyonlarında en çok hedef alınan özelliğim cinsiyetim, kadınlığım oldu. Biz bu zihniyete karşı ömrümüzce mücadele ettik. 'Bir kadın olarak sus', 'Fazla konuşma' diyen bir zihniyet kadının merkezi siyasette güç olmasına tahammül edemez. HDP merkezi siyasette, Meclis'te bu kadar büyük bir güç olunca kadınların kolektif gücü de Meclis'e taşındı. Bizim ilk yaptığımız, Meclis'te kadın parlamento grubu kurmak oldu. Bu kadın parlamento grubu kendi toplantılarını yaptı, kadınların taleplerini Meclis kürsüsüne taşıdı. Kadınların taleplerinin doğrudan merkez siyasete aktarılmasını sağlayan bir kanal açıldı. Ama geldiğimiz noktada partimize karşı başlayan operasyonların ardından milletvekilliği düşürme hareketine ilk maruz kalan ben oldum. İki milletvekilimiz var milletvekilliği düşürülen, biri ben, diğeri Diyarbakır'dan kadın milletvekili Nursel Aydoğan. Bunları tesadüf olarak görmem mümkün değil. Siyasi iktidarın sistematik kadın düşmanlığının göstergesi.

Şunu söylüyorlar, 'Bir kadın olarak benim çizdiğim sınırları geçme, benim belirlediğim ses tonu dışında konuşma beni kendinin eşiti olarak görme.' Bana ve kadın siyasilere bunu söylediler. Ama diğer taraftan kadınların sözleri, eylemleri karşısında bu söz ve iradeyle eşit, ona denk bir söz ortaya koymadılar. Sözü sözüme denk değil. Sözü kifayetsiz, düşüncesi kifayetsiz, niteliksiz. Sözü, bilinci, siyasi duruşu kadının siyasi duruşuna eşit değil. Evet ortada bir eşitsizlik var, ama bizim zayıflığımızdan değil erkek egemen siyasetin zayıflığından kaynaklı bir eşitsizlik. Onlar kadının özgür gücüyle baş edemeyecek güçteler. Benim sözümle baş edemeyenler bugün beni hapsedebiliyor. Biz bu adaletsizliğe karşı mücadele yürütüyoruz. Adil olan kadınlar, Aleviler, işçiler emekçiler için demokrasi ve barışın yoludur. Türkiye'de gerçek anlamda demokrasi tesis edilmezse kimse için adalet olmayacak. Bugün bizleri adaletsizlikle karşı karşıya bırakanlar adalet arayacaklar.

Çok kötü iktidar görmüştür bu memleket, ama adalet kavramını kendi tabelasına dönüştüren bir partiyi ilk defa görmüştür. Adalet sadece iktidar partisinin tabelasında var.

4 gün önce duydum basından, iş insanları hakimin karşına çıkıyor, AKP'liler rüşvet karşılığı kendilerini bıraktırabileceklerini söylüyorlar. Mahkeme koridorlarında ailesiyle pazarlık yapıyor. Bu cüreti nereden buluyor bir partinin ilçe yöneticisi? Bir partinin ilçe yöneticisi yargı yönetmeye kalkıyorsa bu memlekette adalet sadece bir tabeladır. Bugün beni savunma yapmadan önce yorup, savunmayı kısaltma yöntemi izlediniz.

Son olarak şunu söylemek istiyorum; HDP bu ülkenin geleceğidir. Ben de bu partinin tutuklu eş genel başkanı olarak HDP'nin, Türkiye'nin bugünü ve geleceği olduğunu en net şekilde yeniden ifade ediyorum. Biz olduğumuz müddetçe bu topraklarda umut tükenmeyecek. Hayallerini zafere dönüştüren insanlar tükenmeyecek. Çoban çocukları, benim gibi köylü kızları milletvekili olacak. Biz olduğumuz müddetçe kadınlar, işçiler, emekçilerin merkezi siyasette sesi olacak. Türkiye'de merkezi siyaset para sahibi bir avuç elitin, para babasının malı olmayacak. Bizim tek suçumuz bu. Dedik ki Meclis sizin babanızın malı değil. Köylü kızı Figen de gelir milletvekili olur, Şırnak'taki çobanın oğlu Ferhat da gelir milletvekili olur, bir işçi de gelir milletvekili olur dedik. Buraları size bırakmayacağız dedik. Bu nedenle cezalandırılıyoruz.

7 Haziran'da yüzde 13 almasaydık bizi idare edebilirlerdi, ama bu sınırları tanımadık. Çünkü biz korkuyla siyaset yapmıyoruz. Kaybetmekten korkmuyoruz. Kaybedersek ayağa kalkarız, zaferler için yürümeye devam ederiz. Kazanırsak da daha büyük kazanmak için gene yürümeye devam ederiz. Düşüncelerimize inanmaktan vazgeçmeyiz. Ama siyasi iktidar tüm düşüncesini hep kazanmak üzerine kilitlemiş. Meclisin, devletin benim dışımda sahibi olmasın diyor. Tek sahibi ben olayım diyor. Hiç kimseyle ortak olmaya niyetleri yok, toplum kavramları yok. Haris, aç gözlü bir iktidar var. Biz de onun o mülkiyetçiliğini, o tavrını çiğnedik geçtik. Sınırları da aşarız, eş genel başkanlık da uygularız, kadınlardan grup da kurarız dedik.

Bu yargılama tarihte anılacak bir yargılama ve bu süreç yarını belirleyecek bir süreçtir. Biz bu süreçte söylediğimiz sözlerin değil bizleri bu mahkeme salonuna getiren anlayışın yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye'deki yargıda, siyasette bu tavrı hak etmiyor. İktidar çözemediği bütün sorunları yargının önüne boca ediyor, maşa olarak kullanıyor. Yargıyı da siyaset kurumunu da kurban ediyor. Geriye dönüp baktıklarında sarayları, tek başına iktidarları kalıyor. Bu da demokrasi değildir.

Ben fezlekelere konu olan sözleri söyledim yine söylerim. Hepsi çözüm gayesiyle söylenmiş sözlerdir. Bu sözleri söylediğimiz için bizi yargılayanlar bunun hesabını vermelidirler. 7-8 fezleke derlenmiştir. En kritik olanı DTK kongresinde söylediğim sözdür. 'Türkiye'de savaş olmadan çözüm sağlanabilir' dedik. Bu çözümün yolunu, yöntemini önerdik. Anayasa tartışılırken nasıl bir anayasa önerdiğimizi paylaştık, bunu da dünya aleme ilan ettik. Doğru, Türkiye'deki rejimin demokratik tahribatını içeren sözlerdi. Türkiye'de barış sorumluluğunu birilerinin üstlenmesi, risk alması gerekiyordu. Siyasi iktidar risk almadı. Biz birileri risk almalı dedik ve o çağrıyı yaptık.

İddianamede saçmalık silsilesi olarak tanımlayacağım şeyler var. Terör örgütü yöneticiliğiyle itham ediliyorum, DTK yöneticisi olmam hasebiyle. İddianameyi hazırlayan savcıya, size bir kere daha söylemek istiyorum. Biz eğer bir örgüt kurduysak, bir örgütün yöneticisi olduysak onu çatır çatır savunuruz. Bakın HDP'yi nasıl savunuyorum. DTK yöneticisi olduğum iddiasını tüzüğündeki 'her milletvekili doğal delegedir' ifadesine dayandırıyorlar. Bu kadar komik bir şey olamaz. DTK yöneticisi olsam bunu göğsümü gere gere söylerdim, olmadan da DTK'yi savunuyorum. Kayıtlara geçsin; DTK demokratik bir kurumdur, çözüm için çalışmıştır, devletin temasa geçtiği bir kurumdur, terör örgütü ilan edilemez. Ben bir siyasi partinin eş genel başkanıyım. DTK savunulamayacak bir örgüt mü? Ben yöneticisi olduğum örgütü savunmayacak bir profile mi sahibim? Bu kadar derme çatma bir iddia. Hukuki bir savunma yapmayı da gerekli ve yararlı görmüyorum.

Sokağa çıkma çağrısı kadar meşru bir çağrı yoktur. Yaptık, yine yaparız. İktidar da yapıyor. Biz insanlara silahlanın çağrısı yapmadık. Siyasi iktidar da sokağa çıkma çağrısı yapıyor. İktidar bizi sokağa çıkma çağrısı yapmakla suçlayarak kendi suçunu örtmeyi amaçlıyor. O dönemde hangi paramiliter güçler sokaktaydı, hangi silahtan hangi kurşun çıkmıştı? Biz bunları biliyoruz. Bunların hepsini ayrıntılarıyla ortaya koyacağız. Dikkate alacak bir mahkeme bulur muyuz Allah kerim. Ama tarihe geçecek. Provokasyon yaptılar, HDP'nin hem ivmesini keselim hem de sorumluluğumuzu onlara boca edelim diye oluşturulmuş bir iddiadır bu. O üzücü süreçte ölenlerin çoğu HDP'lidir. Bize bu zulmü yaşatanlar utanmadan bizi suçluyorlar. Ama gerçekler inatçıdır. Bizim canımızı yaktılar, yakmaya devam ediyorlar, hesabını vermemek için yalan beyanlarla ilerleyebileceklerini sanıyorlar.

Duruşmanın devamında her iddia karşısında ayrıntılı, somut kanıtlarıyla, hatta tanıklarıyla değerlendirmelerimi yapacağım."

(ETHA)

Bültene kayıt ol