AKP içinde “Evet” ve “Hayır”

07.06.2017 - 10:16
Haberi paylaş

Türkiye siyasî tarihi açısından 16 Nisan 2017 önemli bir değişimin günü olmuştur.

Bugün yapılan 18 maddelik Anayasa değişikliğine dair referandum oylaması, her kesimin kendi imkânları veya imkânsızlıklarıyla bütün gayretini ortaya koyarak çalışmalar yapması neticesinde, teklif sahiplerince “ilk defa sivil bir Anayasal düzenleme” yapılabileceği iddiasının gerçekleşmesi açısından önemliydi.

Düzenlemenin sahibi AK Parti ve MHP’nin “milliyetçi-devletçi” ve aynı zamanda oldukça sert ve “mahkûm edici” diline eşlik eden bütün “devlet imkânlarının” yanı sıra, hakkaniyetli olmayan bir medyada görünürlük ve paylaşım sorunuyla muallel olsa da sonuç, Türkiye toplumunun yüzde 87’lik bir katılımıyla yüzde 51,41’e  yüzde 48,59 oranla “Anayasa değişikliğinin kabulü” yönünde tecelli etmiştir.

Anayasa’daki bu değişikliğin Türkiye toplumu açısından neler getireceği, insanların hayatına dair ne gibi tesirleri olacağı zamanla müşahede edilecektir. Biz burada ayrıntılı bir sonuç değerlendirmesinden ziyade, ağırlıklı olarak kendilerini “dindar Müslüman”, “muhafazakâr” olarak nitelendiren kesimlerin bir kısmının niçin “Evet” dediklerini, "Hayır" diyenler varsa neden “Hayır” dediklerini tespit ile bir referandum değerlendirmesi yapmaya çalışacağız. Bu değerlendirmemiz, referandum öncesi sınırlı ancak birebir sayılabilecek bir takım görüşme ve sohbet ortamları neticesindeki izlenimlere dayanmaktadır.  

Niçin "Evet"?

Referandumda “Evet” oyu kullanan “dindar Müslüman”, “muhafazakâr”ların dört sebep etrafında kümelendiğini söylemek mümkün.

1) Dinî gerekçeler: Dindar Müslüman ve muhafazakâr seçmenin esas gerekçesi dini değerlere ve dindar insan ve kesimlere AK Parti hükümeti döneminde gösterilen alaka, değer veriş ve haklarına saygı, “temelde” de “başörtüsüne/başörtülü kadınlara” yönelik yasakların kaldırılması ve sağlanan diğer imkânlar.

a. Toplumun büyük bir kesiminin bir şekilde hassasiyet sahibi olduğu “başörtüsü” konusunda yakın geçmişte yaşanan ve “28 Şubat süreci” diye isimlendirilen dönemdeki yasakların geç de olsa kaldırılması ve eğitim ve çalışma hayatında getirilen serbestlik. Çünkü bu yasaklar bir şekilde ya bireylerin bizzat hayatını ya da yakın çevresinden birilerinin hayatını etkilemişti. Önlerindeki onlarca sorunu aşmaya çalışan “dindar Müslüman” kadınların varlık mücadelesinin en büyük engeli olmuş olan bu yasakların kaldırılması, bazı çevrelere göre çok anlamlı -ya da üzerinde durulası- olmayan bir “özgürlük” sorununun hâlli gibi kabul edilse de, aslında özelde kadınlar genelde “dindar Müslümanlar” nezdinde çok büyük bir travmanın/yaranın varlığını ortadan kaldıramamıştır. Travma atlatılamamış; yara henüz sağalmamıştır.

b. Genel olarak din hizmetleri ve dinî özgürlükler konusunda ortaya çıkan gelişmeler. Diyanet'in gerek yurtiçi gerek yurtdışındaki çalışmaları ve dindar kesimce olumlu görülen hizmetleri. (Burada anılmaya değer bir kurum da TİKA’dır. Bu kurumun faaliyetleri bu kesimlerce oldukça dikkate değer görülmektedir.) Her şehirde İlahiyat Fakültesi açılması ve buralardaki istihdam imkânları; İmam Hatip’lere verilen açık destek; okullarda seçmeli olarak Kur’ân, Siyer, Dinî Bilgiler gibi derslere yer verilmesi;  Cuma namazı izni...

c. Dinî cemaatlere himaye: Yıllardan beri varlıklarını gizli siyasî ittifaklarla sürdüren çeşitli cemaatlerin, resmî dernek ve vakıf etrafında toplananların mevcut hükümetçe açıkça ve olabildiğince himaye edilip desteklenmesi ve şu anda sahip olunan pek çok imkân ve desteğin AK Parti hükümetince sağlanması, iki tür duygu ve tavra vesile olmakta. Görülen himaye ve destek karşısında duyulan minnet ve özellikle de kavuşulan imkânların ne pahasına olursa olsun kaybedilmemesi.

d. Recep Tayyip Erdoğan sevgisi: Burada başat duygu Cumhurbaşkanı’nın dindar kimliği, kendilerinden biriolması; Kur’ân okuyan, dualar eden bir “devlet büyüğü” olması. “Hayır”cı kesimin “Tek adamlık” iddiasının da tam bu noktada “Erdoğan’ı hedef aldığı”nın düşünülmesine yol açması.

Bu bağlamda altı çizilmesi gereken bir husus da, “muhafazakârlar”ın kendilerinin edilgen değil etken bir özne olarak söz sahibi oluşlarına verdikleri önemdir.

2) Hizmet sektörlerindeki iyileştirme ve hizmetler: Gerek uzun yıllardır belediyelerde, gerekse çeşitli “hizmet sektörü” diyebileceğimiz halkın hayatına doğrudan temas eden kamu kurumlarında görülen değişim ve çalışmaların etkisi. Genel olarak resmî kurumlarda görülen, karşılaşılan insanî muamele, Sağlık Bakanlığı’nın çalışmaları, hastane ve sağlık ocakları, aile hekimliği, evde bakım, parklar, TOKİ çalışmaları önemli görülmektedir.

3) Ekonomik gerekçeler, kaygılar: Göz ardı edilemeyecek yaygın bir ekonomik iyileşmenin ulaştırdığı imkânlar ve bunların zarar görebilme riskinden korunmak. İş  çevreleri, referandum sonucunda “Hayır” çıkarsa “hükümet” için meşruiyet probleminin doğacağını, “bunun neticesinde seçim gerekir; seçim demek bir yıl daha ekonomik olarak problemlerin sürmesi demektir, bu da girişimcilik açısından sorunludur,” diye düşünmektedirler.

Devlet memurları da, “Hayır” çıkması durumunda doların yükselmesi, ciddi bir ekonomik krizin yaşanma ihtimali ve uzun vadeli kredi borçları bulunanlar için ödeme güçlüğüyle karşılaşma riskinden kaçınmak istemektedir.

4) “Hayır”cı cephenin/kesimin kimliği: CHP, 28 Şubatçılar, Batı, PKK’nın ağırlıklı olarak görünür olduğu bir “karşı cephe”, “Evet” cephesi/kesimi için ciddi bir “safları sıklaştırma” psikolojisi üretmektedir. CHP korkusu; PKK kaygısından daha fazla: Zira biri doğrudan hayatını etkiliyor, diğeri uzakta bir savaş, evine ateş düşenle sınırlı bir acı. (Referandumda etkisi olduğunun altı çizilen “vatan hainliği” yakıştırması, birazı PKK, ama daha ziyade FETÖ ve benzeri “Erdoğan ve devlet karşıtı” yapılanmalara fırsat verilmemesini içermekte, diye yorumlanabilir görünmektedir.)

CHP mazisi çok kirli ve unutulmuyor; bu da aslında dinî değerlere yönelik baskıyla yoğrulmuş bir korku. 28 Şubatçıların, Cindoruk, Yekta Güngör Özden gibi kişilerin “Hayır” demeleri, uzak ve yakın geçmiş anılarını tazeliyor. Dolayısıyla genel olarak görünür “Hayır”cı kesimin birçok açıdan güvenilmezliği, “dindar Müslüman” ya da “muhafazakâr” kimselerin, onları, kendileri ve varlıkları için yakın tehdit olarak algılamalarına yol açıyor.

“Hayır”cı kesimin kimlikleri ve güvenilmezlikleri, düşünsel olarak “Hayır”a yakın bazı kimselerin kararsızlık sebebi olarak ana unsur gibi görünmektedir.

Niçin "Hayır"?

Referandumda “Hayır” oyu kullanmayı düşünen/kullanan “dindar Müslüman”, “muhafazakâr”ların gerekçelerini de şöyle sıralamak mümkün. Ancak sıralamaya geçmeden önce bu kimselerin önemli bir kısmının yurtdışı tecrübesi bulunan ve yoğun internet kullanıcısı  gençler olduğunualtını çizmek gerekir. Gençlerin esasta Kürt meselesi ve özgürlükler odaklı tutumları göze çarpmaktadır.  Ayrıca az da olsa “28 Şubat” sürecinde yaşananlardan mağdur olmuş, ancak bugün yaşanan başka mağduriyetlere (Kürtler, Aleviler, Ermeniler) karşı da duyarlı olunması gerektiğini savunanlar olduklarını söyleyebiliriz.

a. Mevcut Anayasa mutlaka bütünüyle değişmeli; ancak bu düzenleme yamalı bohça hâline gelmiş olan Anayasa’ya yeni ve daha kötü bir yama eklemektir.

b. Mevcut Anayasa mutlaka bütünüyle değişmeli; Başkanlık sistemi de olabilir, ama daha özgürlükçü olmalı.

c. Bu bir “Devlet” projesidir; ilk dört maddenin korunması, başka hangi madde nasıl değişirse değişsin, anlamlı değildir. Türkiye toplumunun her kesimini ve her inanç grubunu kuşatan, daha kapsamlı bir düzenlemeye ihtiyaç vardır.

d. Mevcut AK Parti hükümet, temsilci ve uzantılarının yapmakta olduğu adaletsizlikler, hukuksuzluklar, ekonomik yolsuzluklar artık kabul edilemez düzeydedir.

e. Hayır vereceklerin gerekçeleri mevcut koşullardan memnuniyetsizlik, adaletsizliklere isyan olmakla beraber, önemli ölçüde de, “bu bir Hükümet değişikliği seçimi değil, hükümet değişmeyecek, hiç olmazsa rahatsızlığımızı dile getirelim” düşüncesidir. Önemli bir kısmında “hükümet değişmesin, ama bir uyarı da olsun” fikri, AK Parti tabanındaki rahatsızlar olarak “Hayır” oyu kullanabilmeyi kolaylaştıran bir unsur gibi görünüyor.

Son bir not: Kürt meselesi, MHP ile ittifak, az da olsa ya sandığa gitmeme ya da “Hayır” oyu kullanma biçimindeki bir takım alternatif tutum ve tercihleri belirleyen hususlar olarak görünmektedir.

Fatma Akdokur

(Bu yazı, AltÜst dergisinin 22. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari/)

Bültene kayıt ol