Mayıs ayı başında İstanbul’da Küresel BAK tarafından düzenlenen barışın imkânları konulu toplantıda konuşmacı olarak yer alan Reha Ruhavioğlu ile referandum sonuçları ve çözüm üzerine konuştuk.
OHAL döneminde MazlumDer’e kayyum atanmasıyla tasfiye edilen eski MazlumDer Diyarbakır Şubesi yetkilisi, yeni Hak İnisiyatifi temsilcisi Reha Ruhavioğlu ile röportaj gerçekleştirdik.
Marksist.org’un Ruhavioğlu ile yaptığı röportaj şöyleydi…
Referandumda yerli-milli koalisyon 13 puan kaybetti. Bu bilgi ışığında ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele önümüzdeki dönem nasıl inşa edilebilir?
Bu referandumda “Evet” oylarının düştüğünü söylerken Ak Parti ve MHP’nin toplam oylarının düştüğünü kastediyorsunuz. %65 gibi bir şey olması gerekirdi çünkü iki partinin toplam oyunun. Fakat “Hayır”a kayan bu oylar milliyetçilikten uzaklaşıldığı için “Hayır”a kaymadı, Erdoğan karşıtı bir yerden muhalif oldular. Bu %51 ise doğrunda devlet, millet, vatan vs gibi yerli-milli argümanlar üzerinden %51’in konsolide oldu. Geriye kalan %49’u bunun dışına çıkaracak, daha anonim bazı politikalar, mesela kimlikler üzerinden değil de talepler üzerinden, örgütlenebilir ve bir arada tutulabilirse o %49’un içindeki yerli-milli olan ama hayır demiş olanlar belki burada biraz eriyebilirler. Ama hem Türkiye’de hem de dünyada yükselen bir yerli-millilik duygusu var. Bu anlamda önümüzdeki süreç bu durum karşısında mücadelenin zor olacağı bir dönem. Böyle bir mücadele, niyeti olanları zor bir sürecin beklediği bir gelecekte olacak.
Hamasi politikalar üzerinden değil de örneğin; emek, emekten kastım sol bir söylem değil asgari ücret ve vergi meselesi gibi, meseleler üzerinden insanlar toplumsallaştırılması, çünkü yerli-millilik hamasi bir söylem biliyorsunuz. Bunu sorduğunuzda “Hayır” demiş olmasına rağmen ben yerli-milliyim diyebilir adam ve “Evet” koalisyonunun içinde görülebilir. Ama ona emek meselesi gibi kendi gündelik problemlerini, dertlerini siyasetin konusuna dönüştürerek daha meclis dışı bir siyasetle bir dönüşüm gerçekleştirilebilir.
Bu arada “Evet” koalisyonu da bu şekilde belki bir yerden parçalanabilir de, örneğin Saadet Partisi potansiyel “Evet”çi bir hareket gibi görünüyordu ama “Hayır” dedi. Onun siyaseti yükselirse bu %51’lik “Evet” koalisyonu daha parçalanabilir görünüyor.
Çözüm Sürecine dönülmesinin ön koşulları neler olabilir?
Yani bir Çözüm Sürecinden o kadar uzaktayız ki, bazı ön koşullar söylemek çok zor. Ama aynı zamanda Türkiye siyaseti o kadar sürprizli bir siyaset ki, bir çözüm sürecinin içinden konuşuyor da olabiliriz. Bütün bunları gözeten bir yerden konuşmam gerekir. Ancak doğrudan PKK’yle bir çözüm sürecine başlanmasını çok zor görüyorum mevcut şartlar altında. Bunun yerine mesela PKK’nin uğruna savaştığını söylediği haklar ve gündemler neyse PKK’yle oturup konuşmadan bazı demokratikleşme adımları atılarak, Çözüm Süreci bir yerde başlayabilir ve devam edebilir.
Tabii ki PKK’yle de başlasanız, PKK’siz de başlasanız gelip dayanacağınız nokta, PKK’nin silahlarının ne olacağıdır. Dolayısıyla en nihayetinde bir müzakere gerekiyor. Ancak şunları söylemem lazım; ilk başta da zaten PKK’nin dışında olan meseleler dâhil olmak üzere bütün meseleleri PKK ile müzakere etmek yanlış bir şeydi. Yani PKK’yle de bir süreç yürütülebilir ama bunun ön koşulu ateşkestir. Bugün ben Türkiye’de bir ateşkesi mümkün görmüyorum. Daha çok şöyle olabilir: PKK bütün silahlarını Türkiye’nin dışına çeker ve Türkiye’ye bir taahhüt verir ve üçüncü bir garantörün sürece dâhil olmasıyla belki bir sürece daha girilebilir.
Böyle bir sürecin olmazsa olmazı Rojava meselesinin bir neticeye varmasıdır. Çünkü, süreç onun üzerinden başladı, onun üzerinden bozuldu. Rojava meselesi kırılganken, Türkiye ve Rojava Kürtleri arasında bir anlaşma, oturmuş bir ilişki yokken, böyle bir süreç başlaması çok doğru olmaz çünkü yeniden bozulabilir.
Batıda barış isteyenler, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük taleplerine destek vermek için ne yapmalı?
Son bir buçuk iki yıl çatışmalarla ve Kürt sokak hareketinin giderek yorgun ve bezgin düşmesiyle artık sessizliğe gömüldü. Son referandumda Kürt siyaseti ciddi bir şekilde baskılandı ve fazla bir çalışma da yürütemedi. Ama buna rağmen yani bir siyasal tavrın konsolide olduğunu görüyoruz. Bu anlamda Kürt meselesi hâlâ Kürt kamuoyunun ciddi bir gündemi. Batıdakilere bir rol yüklemek, bir vazife vermek istemem ama şunu biliyoruz ki Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel Kürt meselesi. Dolayısıyla Kürt meselesi hakkıyla çözülmeden, Türkiye’nin başka problemleriyle yüzleşebilmesi mümkün değil. Bugün asgari ücretin düşük olmasının en büyük sebeplerinden bir savaş giderlerinin yüksek olması örneğin. Ülkenin bir sürü kaynağı savaşa akıyor. Bugün savaş karşıtı, Kürtlerin anayasal haklarının savunulması gibi meselelerde söyleyecek sözü olan irili ufaklı hareketler var. Bunları yükselterek kitleselleşerek, yani Kürtlerle Türklerin zihinsel olarak eşit olduğu bir algının oturtulması için, kimin aklına ne geliyorsa bunu yaparsa yeterli olacaktır. Zaten değişim toplumun içinde başlar. Nasıl faşizm bireyle başlayan bir şeyse, barış kültürü ve çoğulculuk da bununla başlayan şeyler. Benim sağımdaki solumdaki insanlar nasıl bir diyalog içinde olduğum, nasıl bir politikayı benimsediğimle ilişkili bir şey. Batıdaki insanlar bu anlamda yaralı kimliklere, dezavantajlı sınıflara daha eşitlikçi bir yerden yaklaşarak, kendilerine ve çevrelerine de bunu yapmalarını salık vererek, bireysel olarak kendi üzerlerine düşeni yapmış olurlar diye düşünüyorum. Bu bireysel davranışlar kolektif bir tutuma dönüşürse, hem ciddi, özgün, doğal ve anonim bir barış hareketinin yükseleceğini, hem de bunun ülke politikalarını da daha çok etkileyebileceğine de inanıyorum.