Irkçılığı durdurmak için birleşmeliyiz

16.05.2017 - 10:27
Haberi paylaş

Geçtiğimiz haftalarda Ankara’da Suriyeli göçmen bir ailenin kaldığı gecekondu yakıldı. Yangın sırasında evde bulunun dört çocuk kıl payı ölmekten kurtuldu. 

Hükümet yetkilileri Hollanda ve Almanya’yı “nazi” olmakla suçlarken İzmir Torbalı’da yaşayan Suriyeli göçmenler saldırı nedeniyle mahalleyi terk etmek zorunda kaldı. Basın ırkçı saldırıyı “halk ayaklanması”, en hafifinden “tehlikeli gerginlik” olarak verdi. Newroz’da Diyarbakır”da bir Kürt genci, yarı çıplak, üzerinde herhangi bir şey olmadığı halde devletin kolluk güçleri tarafından “canlı bomba” iddiasıyla öldürüldü.

Referandum sürecinde ırkçılık ve göçmen düşmanlığı üzerinden beslenen nefret çok daha görünür bir hale büründü. AKP ve MHP koalisyonu, seçim stratejisini “devletin bekası sorunu” üzerinden şekillendirdi. “Evet” kampanyasına militarist ve milliyetçi söylem hâkim oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum öncesinde idam cezasını yeniden yürürlüğe koyacağını her seferinde tekrarladı. AKP kurmayları HDP’yi hedef hâline getirerek, çözüm sürecine başlamanın yeniden mümkün olmadığını, Suriye’deki gelişmelere karşın tek yolun Türkiye’nin Suriye politikasının kabulüyle mümkün olduğunu tekrarlayıp durdular.

Hayır'ın “önde gelenleri” ırkçılığın tüm şekillerini sergilemekten imtina etmedi. Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’nin kurmayları, her fırsatta çözüm sürecini kötülerken, Suriyeli mültecileri hedef tahtasına oturttu. "Şu anda Suriyeliler 1. sınıf, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 2. sınıf vatandaş” diyen Kılıçdaroğlu her fırsatta, mültecileri geri göndereceğini söyledi. Bir diğer CHP’li ırkçı vekili de “Suriyeli erkekler Türkiye’de kafelerde, pub’larda Türk kızlarıyla geziyor. Bizim Mehmetimiz Suriye’de şehit oluyor” dedi. 

Suriyeli mülteciler, kötü giden ekonomiden, işsizlik rakamlarının çift haneli rakamlara ulaşmasından, sağlık hizmetlerinin kötüleşmesinden; kısaca kötü giden her şeyden sorumlu tutulmakta. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’yle girdiği pazarlıkta mültecileri koz olarak kullanmakta, her seferinde “mültecileri üzerinize salarım” tehditleri savurmakta, CHP ise Suriyelileri geri yollayacağını söylemekte. Mültecilerle dayanışma kampanyası inşa etmesi gereken solun bazı kesimleri ise mültecilerin AKP’ye payanda olduğunu düşünüyor. Kürt, Suriyeli, Doğu Avrupalı, Afrikalı ayrımı yapmadan işçileri örgütlemesi gereken sendikalar, milyonlarca göçmen işçinin en temel haklarından yoksun kalması karşısında sessizlikte ısrarlılar. Ne yazık ki bu yıl da göçmen işçiler 1 Mayıs’ta alanlara toplanan sendikaların gündemine değildi. Oysa sendikal hareketin güçlenmesi milyonlarca göçmen işçinin taleplerine sahip çıkmadan mümkün olamaz.

Referandum sonucunda yerli ve milli koalisyonun savaştan beslenen milliyetçilik ve militarist politikalarını dağıtmak için iki kişiden birinin “hayır” demesi ırkçılık karşıtı mücadele için fırsatlar sunmakta. Üstelik iki kişiden biri “hayır” demişken moral üstünlüğüne de sahibiz. Referandum sürecinde ırkçılık ve göçmen düşmanlığında birbiriyle yarışan partiler ve kurumların yarattığı ırkçı atmosferi dağıtmak için harekete geçebiliriz. Daha da iyisi, Trump sonrası ABD ve Avrupa’da yükselen ırkçılık karşıtı, göçmenlerle dayanışan kitlesel hareket gibi Türkiye’de de kitlesel bir ırkçılık karşıtı hareket örgütlemek. Böyle bir hareket göçmenlerin başta örgütlenme olmak üzere, her türlü kamusal hizmete ulaşmasının önündeki engelleri kaldırmak için mücadele etmeli. 


Evimiz evinizdir

Irkçılık ve göçmen düşmanlığı Türkiye’ye özgü bir olgu değil. 2008 krizinden sonra işçi haklarına ve sosyal haklara saldıran hükümetler, göçmenleri günah keçisi haline getiren politikaları öne çıkarırken, ibrenin sağa kaymasıyla birlikte ABD’de cinsiyetçilik ve ırkçılıkta sınır tanımayan Trump başkan oldu. Avrupa’da ise ırkçı partiler güç kazanmaya başladılar. Ancak başta Trump olmak üzere ırkçı partiler karşısında ırkçılık karşıtı, kitlesel ve yaygın güçlü hareketler var. Trump’ın mültecileri ülkeden gönderme ve ABD-Meksika sınırlarına duvar örme planlarına karşı binlerce insan sokaklara çıktı. Yunanistan’da sendikalar ve tüm sol partilerin düzenlediği ırkçılık karşıtı kampanya hükümetin göçmen çocuklarının Yunanlı çocuklardan ayrı eğitim görmesini engelledi. Barcelona’da “evimiz evinizdir” sloganıyla örgütlenen yüz binlerce insan daha fazla mülteci alınması için sokağa çıktı.

Nefret patronlara yarar

Türkiyeli işçiler Arap ve Kürt işçilerin düşmanlaştırıldığı, ırkçı ve göçmen düşmanı fikirlerin yaygın olduğu koşullarda ekonomik ve demokratik taleplerini kazanmak yolunda adım atamaz. Göçmen düşmanlığı, ekonomik kriz, yoksulluk ve savaş gibi sorunların kaynağı olan kapitalizmi ve patronlar sınıfını görünmez kılarken, göçmenleri günah keçisi haline getirmekte. İşçi sınıfını bölen ırkçı fikirler, patronların kazançlı çıkmasını sağlayarak istikrarsızlıklar, savaşlar ve krizlerden oluşan mevcut sistemin devamına yol açıyor. Öte yandan çözüm sürecinin ortadan kaldırılmasının ardından oluşan savaş iklimi Kürtlere karşı nefret söyleminin artmasına yol açarken, antisemitizm ve inkâr politikaları emekçileri bölmeye devam ediyor. İşçi sınıfı “eşit işe eşit ücret, “herkese güvenceli iş” ve “sendika” gibi talepler yanında, barış talebine sahip çıkmalı. Antisemitizme ve inkâr politikalarına karşı mücadele başlıkları altındaki her bir kazanım ırkçılığı geriletirken, işçilerin de uluslararası birliği yönünde bir ivmelenme yaratacaktır. Unutmayalım, bizler sadece birleştiğimizde güçleniriz.

Çağla Oflas

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol