Referandumun nasıl sonuçlanacağı elbette çok önemli. “Sonuç ne olursa olsun hiçbir şey değişmeyecek” veya “Hayır çıkması otoriterliği geriletmeyecek” diye düşünmek doğru değil.
Öncelikle Hayır’ın kazanması veya Evet oylarının düşük bir farka sahip olması önemli. Bu durum AKP ve yerli-milli ittifak için ciddi bir sandık yenilgisi demek. “7 Haziran’da da yenildi ancak zorla seçimi tekrarlattı” diye düşünüp referandum sonucunun önemli olmayacağını söylemek biraz eksik bir görüş.
7 Haziran’da AKP’nin oyları bir önceki genel seçimlere göre ciddi oranda düşmüştü. Ancak yüzde 40,9 oranıyla yine birinci partiydi ve tek başına hükümet olma şansını yitirmişti. O dönem AKP oylarındaki düşüş de elbette önemliydi. Ancak referandumda Hayır’ın kazanması, 7 Haziran’dakinden daha ciddi bir sandık yenilgisini ifade ediyor.
Sonuç ne çıkarsa farketmez mi?
Sonucun Hayır olması veya Evet oylarının ne kadar düşük çıkacağı başka bir açıdan daha öneme sahip. Toplumu kutuplaştıran, otoriter ve anti demokratik politikaların yarattığı moralsiz havanın dağıtılması ve demokrasiden, özgürlüklerden yana muhalefetin önüne yeni mücadele fırsatları yaratması bakımından da sandıktan Hayır çıkması önemli.
Çünkü Hayır’ın iktidardaki yerli-milli ittifakta yaratacağı yenilgi sadece rakamsal değil politik bir yenilgiyi de ifade ediyor. Son derece eşitsiz bir yarış sürecinin ardından, Hayır çalışmalarının gerek hükümet tarafından gerekse hükümetten motivasyonu alan işgüzarlarca engellenmeye çalışılmasına rağmen, Meclis’teki üçüncü büyük partinin neredeyse tutuklanmayan hiç yöneticisi kalmamasına rağmen referandumda Hayır diyenlerin kazanması nın politik anlamı çok büyük.
Referandumda hükümetin yaşaması muhtemel yenilgi elbette, savaş, otoriterlik, OHAL kararnamelerinin tırpanladığı haklar ve daha bir dizi konunun bir anda çözüleceği anlamına gelmiyor.
Yaşadıklarımız aynı zamanda tüm dünyadaki küresel istikrarsızlığın bir parçası. Bu anlamda referandum, Ortadoğu ve özellikle Suriye’deki uluslararası çekişmeyi çözecek bir sihirli değnek değil. Memnun olmadığımız gidişatı değiştirmek için mücadele etmek gerekiyor.
Üstelik mevcut durumda demokrasi, barış, işçi sınıfı mücadelesi bitmiş, mutlak bir yenilgi almış değil. Son iki yıldır yaşanılanlara, savaşın bütün tahribatına, ölümlere, saldırılara, yükselen milliyetçiliğe, HDP’nin üzerindeki baskılara rağmen Newroz’da Diyarbakır’da alanı dolduran yüzbinlerce insan veya OHAL baskıcılığına rağmen Batı’da kadınların onbinler haline sokaklara çıkması, bu zor koşullarda dahi mücadelenin sürdüğünün son örnekleri.
Hayır'ın önemi
Hayır veya ancak burun farkıyla kazanabilmiş Evet demek, 17 Nisan’dan itibaren memnun olmadığımız şeyleri değiştirmek için yürüttüğümüz mücadeleye çok daha moralli, çok daha güçlü devam etmek demek. Güçler dengesinde avantajlarımız ve mücadele fırsatlarımız artacak demek. AKP ve MHP’nin giderek sağcılaşan, pervasız, kutuplaştırıcı yerli-milli ittifakının yaşayacağı kriz, başkanlık değil demokrasi diyenleri referandumdan sonra daha avantajlı kılacak faktörlerden biri. Geçen hafta Başbakan Binali Yıldırım’ın AKP’li eski bakanlarla yaptığı kahvaltıda ortaya çıkan eleştiriler hükümetin kendi içindeki çelişkileri ortaya koydu. Birçok eski bakan, partisinin anayasa değişikliği teklifini, MHP’yle kurulan ittifakı, kutuplaştırıcı dili doğru bulmadığını ifade etti. Hayır’ın kazanması kuşkusuz bu çelişkileri daha da derinleştirecektir.
Hayırların farkı
Referandumdan sonra bizi çok boyutlu bir mücadele dönemi bekliyor. 16 Nisan’dan sonra sadece AKP-MHP ittifakının baskıcı politikalarına karşı mücadele devam etmeyecek. Zaten hiçbir zaman yekpare olmamış ‘Hayır’ cephesinde de mücadele devam edecek.
Sosyalist İşçi sayfalarında pek çok kez ‘onların Hayır’ı bizim Hayır’ımız’ diyerek referandum sürecindeki ayrımımızı ortaya koyduk. ‘Önemli olan Hayır çıkması’ veya ‘oylar bölünmesin’ diyerek kutuplaştırıcı dille, ayrımcılıkla, nefret söylemiyle, milliyetçilikle Hayır diyenlerden farkımızı tartışmaktan geri durmadık.
Referandumda Hayır propagandası yapan ancak iktidarın yerli-milli çizgisinden farkı olmayan, yerli-milli ‘şemsiyenin’ altına giren, milliyetçilik söz konusu olduğunda hükümetin arkasına dizilen, ona payanda olan kesimlerle mücadele 16 Nisan’dan sonra da devam edecek. Hükümete muhalefeti onu daha da sağından ‘sıkıştırmak’ olan, Suriye’deki savaş heveslerinden Hollanda gerilimine hükümetin gerginlik ve çatışma üreten politikalarına destek veren Hayır’cılarla, OHAL’in yarattığı mağduriyetlerin son bulması, demokrasi, barış, grev hakkı için Hayır diyenler arasında hiçbir ortak nokta yok. Referandum süreci boyunca Hayır’lar arasındaki bu kritik ayrımların üzerine örtülmeye çalışılan sunî örtü 17 Nisan’da kalkacak. Kutuplaşma, düşmanlık ve milliyetçilik üretenler, bu konularda bir farklarının olmadığı hükümetin liderliğini yaptığı yerli-milli koalisyondaki yerlerine geri dönecekler.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)