Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında, referandum sürecinde yürütülen "Hayır" kampanyaları arasındaki farklar ele alındı:
Başkanlık tartışması ilk gündeme geldiği andan itibaren, 7 Haziran 2015 seçimleri sürecinde, ısrarla ve altını çizerek, “Başkanlık değil! Demokrasi” başlığını öne çıkarttık.
Bunda, Erdoğan’ın tüm yaşamı boyunca başkan kalmasını amaçlayan ve tam da bu yüzden demokrasiyi hallaç pamuğu gibi atacak olan düzenlemenin, işçilerin, kadınların, hakları çiğnenen halkların ve toplum kesimlerinin aleyhine olacağının bizim açımızdan kesinlik taşıması belirleyici oldu. Ne çevre açısından yaşananlar, ne asgari ücretin düzeyi, ne kadınların maruz kaldığı baskı, ne iş cinayetlerinin dur durak bilmemesi, ne Kürtlerin maruz kaldığı baskılar AKP’yle başlayan sorunlar değil; ama AKP’yle düzelen meseleler de değil. Tersine, her bir sorun daha derinleşerek yeniden karşımıza çıkıyor.
Yargı alanında yaşananlar, geçmişte yaşananları bazen aynen tekrarlıyor, zaman zaman mumla aratıyor.
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından toplumda demokrasi yönünde oluşan birlik ruh halini, idam sloganlarını teşvik eden bir siyasi hedefe yönlendiren politik hamlelerin ve OHAL ilanının ardından, ezilenlerin bir dizi demokratik kanalı tıkanmış durumda.
Her alanda uygulanan baskıya maruz kalanların sayısı on binlerle bile ölçülemiyor. Haksız tutuklamalar, gözaltı süreleri, hakkında bir iddianame bile yazılmadan aylarca hapse tıkılmalar, iş ve mülkiyet hakkına bir KHK ile bir gecede son verilmesi, toplumun ezici çoğunluğunun hemfikir olduğu darbecilerle hesaplaşma hamlesi olmayı ilk günden itibaren aştı.
Başkanlık hedefi o hedefe hangi yolla gidildiğince de belirleniyor. OHAL koşullarında gidilen başkanlığın demokratik bir model olacağını iddia etmenin inandırıcı hiçbir yanı yok. “Partili Cumhurbaşkanı”na verilen OHAL ilan etme yetkisinin bugün uygulanan OHAL koşullarından farklı olacağına dair hiçbir işaret yok.
Tüm anayasa değişikliği paketi içinde, en tehlikeli olan madde, başkana verilen OHAL ilan etme yetkisi. Bunun siyasal demokrasinin her bir kanalı üzerinde nasıl bir baskı yarattığını ilk elden yaşıyoruz. Bu yaşadıklarımız, başkanlık sürecinin bir fragmanı. Tersini düşünmek için hiçbir sağlam neden yok!
“Hayır”lar arasında bir “hayır”
Yine de bu durum, başlangıçta, iyimser bir şekilde oluşturulan “Hayır cephesine” övgülerle katılmak ve “Hayır” diyenlerin arasına bölünmüşlük ekmemek için yeterli de değil gerekli de. Öncelikle, birleşik bir “Hayır cephesi” yok! Böyle bir cephe kurulamaz da. “Evet” kampanyası yapan liderliklerle siyasi derdi olduğu kadar bazı “Hayır” kampanyası yapanlarla da uzlaşmaz fikirlere sahip olduğumuz çok net. Bir ırkçıyla, bir darbeciyle, bir kemalistle, bir cinsiyetçiyle, bir Ermeni düşmanıyla ne “Hayır”da anlaşmak mümkün ne de toplumsal sorunların her hangi birisinde.
“Hayır”cıların bazıları bariz ırkçı. Örneğin, MHP’den ihraç edilen Ümit Özdağ. Ümit Özdağ çoğu Türk milliyetçisi gibi söz konusu Suriyeliler olduğunda şunları söylüyor: “Suriyelilere vatandaşlık verilmesi, Avrupa Birliği’ne teslim oluş ve Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin insan çöplüğü haline getirmektir.”
Aynı konuda yine MHP’den ihraç edilen Sinan Oğan şunları söylüyor: “Suriye'deki savaş ve burada yaşayan Suriyeliler için, 'Benim Anadolu’da yetişen delikanlım, kınalı kuzum, askerim gidecek El Bab’da şehit düşecek, Suriye’de terörle mücadele edecek, Taşı sıksa suyunu çıkaracak herifler gelecek sahillerde nargile fokurdatacak. Yok öyle bir şey.”
Bu sadece MHP’den ihraç edilenlere, dolayısıyla faşistlere özgü bir ırkçılık değil, örneğin “Hayır” kampanyasının en çok görünen siyasi yüzü olan CHP de Suriyeli göçmenler konusunda bir ve aynı yaklaşıma sahip. CHP’nin Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz Şubat ayında yaptığı bir konuşmada şöyle söylemişti: “Türk askerleri Suriye El Bab’da şehit olurken, Türkiye’de askere alınabilecek yaşta Suriyeliler Türk kızlarıyla geziyor.” Sanki El-Bab’da Türk askeri olmasının sorumlusu iç savaştan ve zulümden kaçan Suriyelilermiş gibi CHP’nin bu önde gelen temsilcisi, Suriyelileri hedef gösterebiliyor.
Ya Kürtlere bakış!
“Hayır” kampanyasının içinden bazı “hayır”cılar, Kürt sorununda da benzer bir yaklaşıma sahip. AKP liderliğinin en net biçimde 2015 yılında kullanmaya başladığı “yerli ve milli” bakış açısına hevesle sahip çıkıyorlar.
Bunlar arasında Doğu Perinçek, hem anayasa değişikliğine karşı çıkıyor ama hem de HDP’ye! İki yıl önce “HDP, Türkiye topraklarının bir bölümü üzerinde bir başka devletin kurulmasını amaçladığını genel başkanının ve genel merkez yöneticilerinin ağzından ilan etmiştir ve bu yöndeki faaliyetin odağı haline gelmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, HDP hakkında Anayasa Mahkemesine kapatma davası açma sorumluluğu ve göreviyle karşı karşıyadır." diyen Perinçek, geçtiğimiz sene de “HDP PKK’nın meclise soktuğu bir canlı bombadır." demişti. Aynı Doğu Perinçek, referandum kampanyasını hangi politik güdüyle örgütlemeye çalıştığını attığı şu tweetlerle kanıtladı: “Vatanseverlik rüzgârını arkasına alan, Halk Oylamasını kazanacaktır. Hayır için en güçlü enerji, vatanseverlik rüzgârıdır. Bu açıdan HDP ile işbirliği yapmak Türkiye’ye karşı da cinayettir, Halk Oylamasına karşı da cinayettir.”
Başka “hayırcılar” da var Kürtlere ateş püsküren. Yine Sinan Oğan “Hayır” kampanyasını insanları HDP’nin varlığıyla korkutarak sürdürüyor: “"Eğer parlamentoya 4 parti girerse, hatta 3 parti girse dahi kriz olur. Bunun için seçim kanunu değiştirmeleri lazım. Daraltılmış bölge sistemi gittikleri zaman parti sayısı otomatik olarak ikiye düşer. Diyarbakır'ı 13 bölgeye dönseniz, 13'ünden de HDP çıkar. Dar bölgede ana muhalefet partisi HDP oluyor. Dört maddeye dokundurtmayız diyorlar ama yarın 2019 seçim yapıldı, dar bölge sistemi geldi ve parlamento iki partiye indi. İktidarda AKP muhalefette HDP.”
“Yerli-milli hayırcılar”
Milletvekillerinin dokunulmazlık dosyası gündeme geldiğinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Anayasaya aykırı olmasına rağmen evet oyu vereceğiz” demişti. Ardından eklemişti: “Dokunulmazlık kalktıktan sonra bizi hapse atacaklarsa atsınlar. Gerçek demokrasiyi bu ülkeye getirmek için, gereken tüm bedeli ödemeye hazırız.”
CHP evet oyu verdi ve bedeli ödeyenler HDP milletvekilleri, eşbaşkanları oldu.
Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan, “Hayır” kampanyasının en etkili beş figürünü yazdı. Bu isimler, Deniz Baykal, Metin Feyzioğlu, Muharrem İnce. Dördüncü sırada Ergenekon ve balyoz davalarından yatan askerler, beşinci sırada da MHP’den ihraç edilenler var.
En az “Evet” liderliği kadar “yerli ve milli” olan, HDP’ye, Kürtlere bakışı, Ermeni soykırımı meselesine yaklaşımı bu liderlikten daha farklı olmayanlarla vereceğimiz oy dışında hiçbir ortak noktamızın olmayacağını söylemek, “Hayır” kampanyasını bölmek değildir.
“Özgürlükçü bir hayır” için kampanya yapanlar zaten bu cephenin bir parçası değildir.