Türkiye-Avrupa gerilimi: Kapışma içinde kapışma

13.03.2017 - 06:16
Haberi paylaş

Önce Almanya, sonra Hollanda. Tarihsel ekonomik ilişkilerine ve askeri müttefikliğe rağmen neden Türkiye ile kapışıyorlar?

Birçok neden var ama başlıca olan, Trump'ın ABD başkanlığına gelmesi ile cesaret bulan zaten Avrupa Birliği karşıtı ırkçı partilerin gücü ve merkez siyaseti belirlemesi.

Hollanda seçimlerine dört gün kala kriz

Tarihte görülmemiş şekilde Türkiye hükümeti bakanlarının ve siyasilerin kovuluşu, Hollanda'da parlamento seçimlerine beş gün kala gerçekleşti.

Ülke seçimlere ırkçılığın gölgesinde ve bir politik kriz içerisinde gidiyor.

Hükümetteki Liberal Parti, anketlere göre birinci sırada olsa da 2012'ye göre yüzde 10 gerilemiş durumda.

Irkçı Geert Wilders'ın PVV'si ise uzun süre favori gösterilmesine rağmen bir süre önce düşüşe geçmişti.

Türkiye ile kriz patlak vermeden önce anketlerde Wilders ve ırkçıların seçimlerden ikinci ya da üçüncü parti çıkarak, iktidara gelmese de yine de kilit bir rolde olması bekleniyordu.

Irkçıları birincilikten biraz alta sürükleyen, merkez siyasetin de ırkçılık gömleğini giyerek, onların silahlarını kullanmaya başlaması oldu: Liberal Parti'den ve merkezden koparak Wilders'ın faşist partisinin arkasında toplananları ırkçılıkla geri kazanma taktiği.

Hollanda'da ırkçılar göçmen karşıtlığıyla güçleniyor. Türkiye'de Suriyeli işçilerin Türk işçilerin işsiz ve fakir olmasının sorumlusu olarak gösterilmesi gibi oradaki ırkçılar da Avrupa Birliği bankalarının yarattığı krizin sorumlusunun göçmenler olduğunu söylüyor.

Suriye savaşı ile ortaya çıkan küresel mülteci kriziyle kendine duvarlar ören Avrupa'da, faşistlerin başlıca hedefi Müslümanlar. Wilders camileri kapatacağını vaat ederek güçlenmişti.

Irkçı Wilders'ın başbakanlığını ne pahasına olursa olsun durdurmak isteyen Hollanda kurulu düzeni için Ak Parti hükümetinin referandum mitinglerinin engellenmesi, seçimlerin garanti altına alınması demek.

Almanya'da kurulu düzen, kendini ve AB'yi kurtarmaya çalışıyor

Almanya'da da kurulu düzen tehlike altında olduğu için Ak Parti'nin toplantılarına görülmemiş bir yasak geldi.

İngiltere'de Brexit ile sonucu ile birlikten ayrılma kararını, Avrupa Birliği karşıtı bir milyarderin ABD başkanı olması izledi.

Eylül ayında Almanya'da genel seçimler gerçekleşecek. Sosyal demokratlar şu an da birinci durumda iken, Merkel liderliğindeki Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) düşüşte. Irkçı AfD'nin anketlerde yüzde 12'lik bir oyla ilk kez parlamentoya girmesi bekleniyor.

Avrupa Birliği kriz sonucu dağılma sürecine girerken, birliğin lideri Almanya'da da kurulu düzen Trump gibi hareketlerin oluşturduğu tehdide karşı baskıcı yöntemleri eline alıyor.

Ak Parti hükümetinin Suriyeli mültecileri bir koz olarak kullanması ve Erdoğan'ın 'sınırları açarız' tehditleri ise tüm sermaye partilerinin Türkiye hükümetini "istenmeyen" ilan etmesine yol açmıştı.

Tek sorun ırkçılar mı?

Avrupa'da yaşayan hemen her politik görüşten insan için Türkiye, OHAL'le yönetilen, savaşın ve çatışmaların yaşandığı, insan haklarının ve temel demokratik kazanımların askıya alındığı, muhalif milletvekillerinin ve gazetecilerin hapse konulduğu, tıpkı Trump gibi belirsiz ve İslami yönetimle küresel kurulu düzeni tehdit eden bir yönelimde. Bu yüzden en sağdan en sola herkes, farklı gerekçelerle de olsa Ak Parti hükümetine ambargo ve yaptırım uygulanmasını savunuyor.

Türkiye'nin haksızlığa uğradığını söyleyen hiçbir sesin çıkmaması, ortada mazlumluk durumu değil tam tersinin olmasından. Evet, ırkçılar ve seçim hesapları olmadık yasakları ve skandalları gündeme getiriyor. Fakat Türkiye'de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kurulan Ak Parti-MHP ittifakının yarattığı siyasal ve sosyal sonuçlar, yasaklara ve baskılara meşruiyet kazandırıyor.

Meclisteki üçüncü partinin eş başkanlarını ve milletvekillerini hapiste tutan, hayır diyenleri terörist ve darbeci ilan edip yasaklarla engellemeye çalışan, grevleri milli güvenlik gerekçesiyle yasaklayan, Ortadoğu'da savaşan, ülkücü faşistlerle ittifak kuran Erdoğan ve Ak Parti hükümetinin Avrupa Birliği'nde dostu yok.

Fatura işçilere çıkarılmamalı 

Referanduma yaklaşık bir ay kala, 'evet' bir rüzgar yaratamamışken, Türkiye-Avrupa geriliminin en önemli sonuçları ekonomik olacak.

2016'da Türkiye'ye yapılan yabancı doğrudan yatırım 6 milyar 724 milyon dolar oldu. En fazla yatırım yapan ülkeler: 1) İngiltere: 961 milyon dolar 2) Hollanda 956 milyon dolar 3) Almanya: 430 milyon dolar.

Türkiye ile arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 6,1 milyar dolar olan Hollanda, Türkiye'de en fazla yatırım yatırım yapan yabancı sermaye.

Politik istikrarsızlık sonucu krize sürüklenen Türkiye kapitalizminin merkezinde yer alan iki büyük ekonomiyle savaşta kimlerin kaybedeceği açık.

Cumhurbaşkanı ve hükümet, yaptırım uygulayacaklarından bahsediyor. Ekonomi-politik ise diplomatik tepki ve kısıtlamalar dışında Türkiye'nin herhangi bir yaptırım uygulayacak durumda olmadığını gösteriyor. Buna rağmen, sırf referandum ve siyasi mücadele için bazı misillemeler yapılacaksa fatura işçilere çıkarılmamalı. Almanya ve Hollanda'nın yapacağı ekonomik misillemelerin bedeli halka ödetilmemeli.

Avrupa’da yasakçılığı protesto eden hükümet, önce kendi yasaklarına, OHAL’e son vermelidir.

Her yerde ırkçılığa karşı mücadele

Hollanda'da PVV, Türkiye'de MHP'nin kilit konuma gelerek siyasetin merkezini de belirlemesinin vahim sonuçları, bu krizde simetrik olarak açığa çıktı.

Avrupa'daki devrimci sosyalist ve antikapitalist güçler, ırkçılığa karşı büyük bir mücadele yürütüyor.

Türkiye'de Ak Parti-MHP ittifakının 'evet' cephesinden belirlenen, hayır cephesindeki CHP ve MHP muhaliflerinden radikal karşılıklar bulan ırkçılığa karşı tutum almak her işçinin çıkarınadır.

Volkan Akyıldırım

Bültene kayıt ol