(Röportaj) Ferda Keskin: “Yerelciliğe karşı enternasyonalizm”

04.03.2017 - 09:12
Haberi paylaş

Sosyalist İşçi gazetesi, dünyada ve Türkiye’de son gelişmeleri, neoliberalizmin sınırlarını Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Ferda Keskin’le konuştu.

Röportaj şöyleydi:

Özellikle İngiltere’deki Brexit sürecinden ve ABD’de Trump’ın seçilmesinden sonra neoliberal uzlaşının çöküşüne dair tartışmalar hız kazandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İngiltere ve ABD neoliberal politikaların teorik olarak geliştirildiği ve seçim yoluyla (Thatcher ve Reagan) benimsenip uygulandığı ilk iki ülkeydi. Dolayısıyla ilkinde Brexit kararı ile ikincisinde Trump'ın seçilmesi tarihsel olarak çok önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor ve varoluşu küreselleşmeye bağımlı olan neoliberalizmin politik bir kriz içine girdiğini gösteriyor. Her iki gelişme de toprak temelinde tanımlanmış hükümran bir devletin sınırlarına geri dönmeyi ve o topraklarda doğmuş olmayanları (ulusun parçası olmayanı) dışlayan, içe dönük, "yabancı düşmanı" yeni bir tutumu ifade ediyor. Başka bir deyişle, erken modernitenin ürettiği politik teoriye özgü hükümranlık/tebaa ve sınırlama/yasaklama modeline bir geri dönüş var. Oysa bu tutum küresel neoliberalizmin asli unsuru olan (emek ve sermayenin) dolaşım özgürlüğü ve onun gerektirdiği yönetim modeli ile çelişki halinde. Bunun sonucu ise çokuluslu şirketlerin üretim, hizmet ve finans alanlarında ihtiyaç duyduğu küresel ekonomik kaynakların tıkanması ve kapitalist sistem için yeni bir kriz (yani "kriz" kelimesinin özgün anlamında bir "yarılma") olacaktır.

Trump’ın seçilmesinin ardından gözler Fransa’da LePen’in ve Almanya’da göçmen karşıtı ‘Almanya için Alternatif’in yükselişine dikildi. Neoliberalizmin ekonomik ve siyasi kriziyle sağ muhafazakarlığın yükselişi arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz?

Neoliberalizmin ekonomik ve siyasi kriziyle sağ muhafazakarlığın yükselişi arasında bariz bir ilişki var: Yabancı düşmanı, milliyetçi/muhafazakar hatta ırkçı bir toplum ile güçlü bir lider bileşimi tarihte genellikle krizlere kimlik kavramını istismar ederek verilen birlik/beraberlik temalı bir cevap olarak ortaya çıkar. Aslında bu tür bir bileşimi bugün Batı için yeniden tahayyül edebilmek için ihtiyaç duyulan model Rusya ve Putin örneğinde mevcuttu, ama elbette Batının kendi koşulları böyle bir modelin uygulanma biçimini yeniden şekillendirdi. Spesifik olarak söylemek gerekirse, daha önce Batı dışında vuku bulan şiddetin Batıya taşınması ve büyük göç dalgası, bir yandan neoliberalizmin siyasi krizini tetikleyip sağ muhafazakarlığı beslerken bir yandan da sermayenin milli sınırlara geri dönmesi ve ekonomik krizleri onarması beklentisini doğurdu

Türkiye’nin mevcut durumu bütün bu tabloda nereye oturuyor? Başkanlık tartışmalarını bu pencereden değerlendirmek mümkün mü?

Türkiye bu tabloyla mükemmel bir uyum içerisinde tavır alıyor. "Yerli ve milli" sermaye özlemi, güçlü bir Başkanlık sistemi arayışı ve muhafazakar değerlere yapılan vurgu üzerinden kolayca algılanabilecek olan bir paralellik var. Öte yandan, Türkiye'nin neoliberalizm deneyiminin politik krizini belirleyen özel bir unsur var: Önce 17 Aralık, ardından da 15 Temmuz'la birlikte makro yönetim mekanizmalarında ihtiyaç duyulan kadroların tasfiye edilmesi sonucunda ortaya çıkan yönetim sorununu özgürlükleri yönetmek yerine kısıtlama yoluyla aşma çabası.

Tüm dünyadaki istikrarsızlık ve belirsizlik koşullarında, işçi sınıfı ne yapabilir? 

 İşçi sınıfı için bugün en büyük öncelik bir yandan neoliberal küreselciliğin krizini vurgularken bir yandan da  ulus-devlet sosuyla servis edilen, yabancı düşmanı, milliyetçi/ulusalcı yerelciliğe karşı enternasyonalizmi savunmaktır.

Kapitalizmin krizleri savaş çıkartarak aşma eğilimine karşı barış vurgusu yapmak, kimlik kavramının istismarına kapılmamak ve emeğin küresel dayanışmaya olan ihtiyacını vurgulamak işçi sınıfı için önemli mevziler kuracaktır.

Bültene kayıt ol