28 Şubat darbesinin 20. yılında dönemin mağduru olmuş insanların imzaladığı bir basın açıklaması yapıldı.
Basın açıklasının altına imza atanlar arasında Fatma Bostan Ünsal (Ak Parti kurucularından, KHK ile ihraç edildi), Hüda Kaya (HDP İstanbul milletvekili, Başörtüsüne Özgürlük Yolunda kitabının yazarı), İbrahim Sediyani (gazeteci-yazar, Mavi Marmara gemisinde idi), Berrin Sönmez (Başkent Kadın Platformu), Zeki Kılıçarslan (HAS Parti kurucusu), Yakup Aslan ( Van Mazlum-Der eski başkanı), Cihangir İslam (HAS Parti kurucusu, KHK ile ihraç edildi), Mehmet Bekaroğlu (HAS Parti kurucusu, CHP İstanbul milletvekili) vardı. Açıklamayı Ömer Faruk Gergerlioğlu okudu.
"Dünün mazlumları bugünün zalimleri oldular"
Gergerlioğlu, açıklama sonrası Marksist.org'a şunları söyledi:
"28 Şubat'ın 20. yılında İslami camia olarak ortadaki problemlere yönelik bir basın açıklaması yapma gereği hissettik. Çünkü her sene 28 Şubat'ın yıldönümünde bu zulmün bittiği, o günlerin ne kadar da kötü günler olduğu ve zulmü nasıl yendiğimiz konuşulurdu. Ama bu süreç içinde, aslında bu dönemde mazlum durumda zulme uğrayan konumunda olanların çoğunun, iktidarı ele geçirdikleri zaman bugünün zalimleri olduklarını görüyoruz ve buna karşı tavrımızı ortaya koymak istedik. Çünkü "İslami camia" yirmi yıl önce iktidardan gördüğü zulmü, kendisi iktidar olduğu anda farklı farklı birçok kesime yapmaya başladı."
Herkes için adalet talebi
" (...) Eğer ilkeler ve dürüstlük ekseninden değil de güç ekseninden bakıyorsanız, bu söylem normal görülebilir. Dünyayı güçler savaşının olduğu bir arena olarak görüyorsanız tabii ki siz de başkasına gücünüzü gösterebilirsiniz. Ama eğer ki biz müslüman isek, kendimize müslüman diyorsak, birtakım adalet değerlerimiz varsa, hak/hakkaniyet gibi değerlerimiz varsa, yapılanlar karşısında susma hakkımız yok. Biz ilkelerimize, ideallerimize ve ahlak anlayışımıza bağlı olmak zorundayız. Bu ilkeler güçlü de olsak güçsüz de olsak her zaman bizim şiarımız olmalı. 28 Şubat döneminde zulme uğramış insanlar olarak bugünkü iktidarın imtihanı kaybettiğini ve şu anda adalet talebimizin büyük bir yara aldığını düşünüyoruz.
Dün biz "Herkes için adalet! Başörtüsüne özgürlük!" diyorduk ve bu çok önemli bir iddia idi. Çünkü zulme uğruyorduk ve sadece bizim uğradığımız zulmün son bulması için değil, herkese yönelik bir adalet talebimiz vardı. Ama malesef iktidarı ele geçirince bir başkasına zulmetmeyi hak olarak gören arkadaşlarımız, yoldaşlarımız oldu. Bunu en başta dindar insanların eleştirmesi lazım. Çünkü hem din hem de 28 Şubat'ta ve öncesinde gördüğünüz zulümlere karşı dile getirdiğiniz adalet talebi, bugünkü zulme karşı sessiz kalmanızı imkansız kılar. Bu ülkede Kürtler, Aleviler ve daha bir sürü kimlik dün de zulme maruz kalıyordu, bugün de kalıyor. 28 Şubat sürecinden geçen sizlerin bu duruma en büyük tepkiyi gösterecek olan insanlar olmanız gerekir."
Barış talebi
"Biz bu imzayı atanlar olarak güçler savaşının ortasında bir adalet arayışındayız. Din adı altında ahlaksızlığınızı dikte etmeye çalışan anlayış en çok bizi rahatsız ediyor. Şu anda din adına ortaya çıkan gayri ahlaki bir durum söz konusu ve bu çok acı. En başta dine zarar veriyor. Toplumsal barışa ve farklılıklarla ortak yaşama talebine zarar veriyor. Biz de buna yönelik bir tepki oluşturalım istedik."
Basın açıklaması ise şöyle idi:
"Basına ve kamuoyuna:
28 Şubat’ın 20. yılında nereden nereye?
Türkiye, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor.
Demokrasi büyük yara almış durumda. Bağımsız yargı, bağımsız medya gibi kurumlar artık yok denecek kadar az.
Özgürlük, insan hakları, hukuk gibi değerler tahrip edildi.
Ülkemizde gerçek anlamda demokrasinin, gerçek anlamda özgürlüğün, bağımsız yargının, bağımsız medyanın; başkasının fikrine, yaşam tarzına, inancına saygının geçmişte tam anlamıyla var olduğunu fakat şimdi yok edildiğini iddia etmiyoruz.
Evet, ülke olarak bu konuda ne yazık ki pek parlak bir geçmişe sahip değiliz.
Ama her zaman, hepimizde bu aksaklıkların, eksikliklerin düzelebileceğine, düzeltilebileceğine dair bir umut vardı.
Bunun için elimizden geldiği şekliyle hepimiz kendimizce bir mücadele verdik.
Hepimiz, yani gerçek demokrasi isteyenler, başkasının da kendisi gibi özgürce yaşamasını, konuşmasını savunanlar, huzurlu, insanın fikrine, inancına, yaşam tarzına, giyimine saygı duyulan, tartışma konusu bile edilmeyen bir ülke hayal ediyorduk.
Bu hayalin bir gün mutlaka gerçekleşebileceğine inanıyorduk.
Fakat yıllarca koruduğumuz bu umudu bile yok edecek ağırlıkta gelişmeler yaşıyoruz.
Sevgili halkımız,
Biz bunları 28 Şubatta da yaşadık. Onlarca gözaltıyı, tutuklamaları, baskıları hep birlikte yaşadık. Özellikle mütedeyyin kesimler, bu zulmün odağındaydı.
28 şubat, demokrasiye vurulan bir darbeydi. Dindar başbakanın ordu tarafından el çektirilmesi, bu ülke tarihinin alışkın olduğu bir uygulamaydı. Bu süreç, oldukça fazla mağdur kesimin oluşmasına neden oldu. Bu mağduriyetler uzun süre devam etti.
Bununla birlikte, anti-demokratik uygulamaların, baskının, tehdidin, hukuksuzluğun, başkasının yaşamına, giyim tarzına tahammülsüzlüğün en açık yaşandığı 28 Şubat günlerini bile aratan bir baskı ortamı hakim ülkemizde. Bu anlamda 28 Şubat’ın devam ettiğini söyleyebiliriz.
28 Şubat'ta zulme uğrayanların şimdi en başta adaletsizliklere karşı sesini çıkarması gerekir, herkes için adalet isteyen her zaman haklı ve güçlüdür. Mazlumun güçlü olduğu zaman zulmetmemesi için kriteri her zaman adalet olmalıdır. 28 Şubat olsun başka zaman olsun her zaman hakkın yanında durmak asıl olandır.
Günümüzde bir başka baskı dönemini yaşıyoruz. Medya bütünüyle susturuldu. Yargı bütünüyle yok edildi. On binlerce insan işinden atıldı. Yüzlerce gazeteci, aydın, yazar hapse atıldı.
Başkasının fikrine, görüşüne, tercihine saygı bütünüyle ortadan kaldırıldı.
Bütün bunlardan dolayı iç barışımız, bütünlüğümüz, dostluğumuz, arkadaşlığımız, komşuluğumuz... hepsi büyük yara aldı.
Çünkü tüm bunları törpüleyen, bu duyguları zedeleyen bir süreç yaşıyoruz.
Bu süreç her geçen gün tahribatı daha da büyütüyor.
Sevgili halkımız,
Türkiye’de demokrasi her dönemde zayıftı. Her zaman gücü ele geçirenin borusu öttü.
Yukarıda da dediğimiz gibi bir gün bu kısır döngüden kurtulacağımıza ve ülkemizin herkesin barış ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olacağına dair bir umudumuz vardı.
İşte o umudumuzu yok edecek, ülkemizde onarılmaz yaralar açacak bir referandum sürecindeyiz.
Sevgili dostlar,
Anayasalar farklı inanca, farklı görüşe, farklı yaşam tarzına sahip insanların bağımsız ve güçlü yargı sisteminin koruması altında huzur ve barış içinde yaşamasını sağlayan, bunu garantiye alan metinlerdir.
Bu nedenle ortak aklın ürünü olmak zorundadır.
Anayasalar o ülkenin çimentosudur.
Anayasada yapılan 16 Nisan’da hepimizin önüne gelecek olan değişikliklerle bu çimento dağıtılmak isteniyor. Gücü ele geçirenin sözünün geçtiği, borusunun öttüğü bir anlayış yasalaştırılıyor. Kurumsallaştırılıyor.
Bütün bir ülkenin geleceğini, yaşam tarzımızı, özgürlüğümüzün sınırlarını, kaderimizi, özellikle de çocuklarımızın kaderini tayin hakkını tek bir kişiye veriyor.
O kişinin kim olduğu önemli değil.
Önemli olan kaderimizin, özgürce yaşamamızın, yaşam tarzımızın bir kişinin iki dudağı arasında olmasıdır.
Böyle bir ülkede huzur olmaz. Böyle bir ülkede barış olmaz. Böyle bir ülkede güçlünün değil haklının sözünün geçtiği en küçük bir alan bile kalmaz.
Böyle bir ülke varlığını sürdüremez.
Zaten dünyada bütün yetkilerin tek bir kişide toplandığı tek adam rejimi ile yönetilmiş ama iflah olmuş tek bir ülke yok.
Ne yazık ki biz de benzer bir sona doğru sürükleniyoruz.
Sevgili dostlar,
Burasını kimsenin inancına, giyimine, yaşam tarzına karışılmadığı dostça, arkadaşça hep beraber huzuru içinde yaşadığımız, hepimizin ortak aklının etkin olduğu bir ülke yapabiliriz.
Herkesin hakkını, hukukunu teminat altına alan, güçlünün değil haklının sesinin duyulduğu ortamı sağlayacak demokrat, özgürlükçü insan haklarına saygılı bir anayasa yapabiliriz.
Dünyada bunu başarmış onlarca ülke var.
Biz de yapabiliriz.
Tek bir kişinin veyahut bir grubun, veyahut bir kesimin değil bütün ülkenin, o ülkede yaşayan her bir bireyin huzuru, yaşamı geleceği için çaba sarfetmek boynumuzun borcudur.
Sizi de bize el vermeye davet ediyoruz.
El verin ki hepimiz için güzel bir ülke kurma umudumuzu koruyabilelim.
Çünkü hepimiz daha iyi, daha huzurlu daha insanca bir yaşamı hak ediyoruz.
27 Şubat 2017"