Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısının arka kapağında, barış ve özgürlük isteyenlerin referandumda niçin "Hayır" cephesini büyütmesi gerektiği anlatıldı.
Yazı şöyleydi:
Bu referandum 15 Temmuz darbe girişiminden sonra demokratikleşme mücadelesi açısından kritik bir aşama. Çünkü söz konusu referandumda tankların önüne çıkarak, canı pahasına darbeyi durduran, meydanlarda demokrasi nöbetleri tutan milyonlarca insanın iradesinin tek bir kişiye verilip verilmeyeceği oylanacak. Yıllardır çözüm ve barış isteyenlerin, din ve inanç özgürlüğünü savunanların, kadınların, lgbti bireylerin özgürlüğü için mücadele edenlerin, daha mutlu, daha refah bir yaşam için mücadele eden emekçilerin önünde referandumdan önce ve sonra yürüyecekleri mücadele dolu günler var.
AKP ve medyadaki kalemşorları tarafından büyük demokratik bir adım olarak değerlendirilen teklife yakından baktığımızda karşımızda 1930 model, Türk tipi bir başkanlık sistemi duruyor. Teklif edilen sistemde neredeyse tüm güçler tek bir kişinin elinde toplanıyor. Üstelik mevcut sistemde bulunan vesayet odakları ortadan kaldırılmıyor. Anayasa mahkemesi, YÖK, Milli Güvenlik Kurulu, RTÜK, gibi kurumlar güçlendirilmiş bir şekilde varlıklarını koruyorlar. Vesayetin odağının değiştirildiği sistemde toplumun geniş kesimlerinin siyasete katılımını ve etkinliği artırılmıyor. Örneğin: valileri halk seçmiyor. Yerel yönetimler güçlendirilmiyor. Aksine tüm güçler denetlenemeyen ve dengelenmeyen bir kişinin inisiyatifine bırakılmakta. Üstelik o kişi partili Cumhurbaşkanı. Öyle geçmiş zamanlara filan bakmaya da lüzum yok: Trump’ın icraatlarına bakıp, bu kadar yetkinin bir kişinin elinde olduğunu düşününce bu tekliften demokrasinin çıkmayacağı gayet açık.
Öte yandan anayasa teklifi OHAL koşullarında meclisten geçti. Tartışmaların önü kesildi. Basın ve medya kuruluşları susturuldu. HDP’li vekiller, il, ilçe başkanları, yönetim kurulu üyeleri, belediye başkanları ve meclis üyeleri tutuklandı. Grev, toplantı ve gösteri hakları ya kaldırıldı ya da sınırlandı. Başbakan “PKK, FETÖ, HDP ‘Hayır’ dediği için “Evet” diyoruz. Hayır’cılara bakın ona göre kararınızı verin” dedi. Başbakan “Hayır” diyenleri kriminalize ettiğinde, devletin polisi de durumdan vazife çıkarmakta, “hayır” bildirisi dağıtanlar gözaltına alınmakta. Sedat Peker sosyal medyadan “hayır” diyenlere tehditler savuruyor. Ne anayasa teklifinin ne de Başbakanın açıklamalarının, ne de referanduma giden süreçte yaratılan atmosferin demokrasiyle ilgisi var.
Hayır ama nasıl?
Referandum ile birlikte muhalefet güçleri yan yana gelip kampanya yapmaya başladılar. “Hayır” kampanyasını örgütlemek üzere yan yana gelen pek çok yapı, AKP’ye oy veren ve “evet” vermesi muhtemel emekçi kesimlerin kazanılması konusunda hem fikir. Bu noktadan hareketle kutuplaştırıcı olmayan, emekçilere güven veren kapsayıcı bir “hayır” kampanyası yapılması gerektiği ortak bir fikir haline geldi. Gelinen bu durum olumlu. Ancak tüm “hayır” diyenlerle ortak bir cephe kurma fikrinin riskleri var. Her şeyden önce “hayır” diyenler homojen değil. Başından beri barış ve demokrasi meselesine devletin bekası açısından bakan CHP, MHP’den kopan Meral Akşener kanadı, Saadet Partisi, Yılmaz Özdil gibi ırkçılar, Vatan Partisi gibi ulusalcılar referandumda “hayır” diyecekler. Söylenin aksine bu durum “hayır”ın güçlü değil, zayıf tarafını oluşturmakta. Irkçı ve vesayetçi tüm bu odaklar demokratik olmayan mevcut anayasanın değişmesini istemeyen, Kürt sorununda demokratik bir çözümün karşısında olanlar. Mevcut anayasa ve önerilen değişiklikler Kürt sorununun demokratik çözümümün önünü açmayacak. Vesayetçilerle, ırkçılarla “hayır” kelimesinin dışında hiçbir ortak yanımız yok. Onların hayır’ı ile bizim hayır’ımız aynı anlama gelmiyor. Tam da bu nedenle ırkçılarla, ulusalcılardan bağımsız bir “hayır” kampanyası yapmalı, barış ve demokrasi için “hayır”ın sesini güçlendirmeliyiz.
Başkanlık değil demokrasi
Anayasa değişikliği paketi savuncularının anlattığı gibi bir demokratikleşmeyi hedeflemiyor. Aşağıda ele aldığımız değişiklik maddelerinin içyüzü de de bunu kanıtlıyor.
1- Yapılan değişiklikte yasama (meclis) cumhurbaşkanı karşısında tümüyle edilgen hale getiriliyor. Aynı zamanda kendi partisinin de başkanı olan Cumhurbaşkanı istediği an Meclis’i feshederek seçime gidebilirken, Meclis bunu ancak beşte üç oyla yapabiliyor. Buna Cumhurbaşkanına KHK çıkarma yetkisi ve Meclis’in bütçeyi denetleyememesi eklenmekte. Bu durumda Meclis cumhurbaşkanının sözünden çıkamayacağı gibi, onun iradesine uygun kanun çıkartabilir. Aksi durumda zaten cumhurbaşkanının veto yetkisi var.
2- Yargı cumhurbaşkanına bağımlı hale geliyor. HSYK Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın doğal üyeliği, cumhurbaşkanının doğrudan ya da meclis yoluyla çoğunluğu seçeceği bir yapıdan oluşuyor. Meclis yoluyla çoğunluğunu seçeceği ve bu tercihleri denetleyecek hiçbir mercinin olmadığı bir HSYK ve zaman içinde cumhurbaşkanının seçtiği bir Anayasa Mahkemesini oluşturuyor.
3- Cumhurbaşkanının tüm üst düzey bürokratları atama yetkisi kimse tarafından denetlenemiyor ve bürokrasi cumhurbaşkanının emrine veriliyor.
4- Cumhurbaşkanı OHAL ilan edebiliyor ve Meclis’in onaylama süresi üç ay. Eğer partisi Meclis’te çoğunluğu elde tutuyorsa, pratikte süresiz hale gelen bir OHAL düzeni üretilebiliyor ve cumhurbaşkanı kendi kanaatine dayanarak özgürlükleri ve siyasi faaliyeti kısıtlayabilen KHK çıkartabiliyor.
5- Atanmışların yetkileri arttırılırken, dokunulmazlık zırhıyla korunuyor: Cumhurbaşkanının yanında, seçimle gelmemiş yardımcıları ve bakanlar da Meclis kararı olmadan siyasi tasarruflarından ötürü yargılanamıyorlar. Bu da Meclis çoğunluğuna sahip bir cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda, yürütmenin tümüyle ve ömür boyu yargı dışı kalacağını ima ediyor.