(Bu yazı, AltÜst dergisinin 22. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari/)
“Yerlilik ve millîlik” özlemi Türkiye sağının geleneksel mottosudur. Yeni bir durumla karşı karşıya değiliz. Normal zamanlarda liberal, kriz dönemlerindeyse “yerli ve millî” olmak gerekir. AKP küreselleşmenin uyumlu aktörü olarak sörf yaparken, altüst oluş döneminde hızla geleneksel sağın fabrika ayarlarına döndü. Şaşırdık mı? Hayır.
“Millî güç olarak yedi düvelle mücadele ediyoruz” iddiasının kamuoyumuzda yeterince alıcısı var ki kendini konsolide ediyor. İrlanda atasözüdür: “Herkese kendi gazı güzel gelirmiş.”
Batılılaşma maceramız boyunca “batıcılık”tan “batılı”ya geçemeyen münevverimiz şaşkınlık içinde. Batı dediğin sabit durmadığı için tam bir yere geliyorsun, bakıyorsun ki Batı da bıraktığın yerde değil. Mesela, bugün mülteci krizinde Avrupa’nın tutumu utanç verici.
Don Kişot, roman okudukça kendini şövalye sanırken, bizimkiler okuduklarını bile algılayamadı. Victor Hugo gibi yazarlar özenilen Batı’nın methiyesini değil, yoksulluğunu, sefilliğini yazıyordu. Marx’ı okuyayım derken canına okuyanların hâli de ortada. Burjuvazinin aklı olan aydınlanmayı sol değer diye yutturmaya çalışıyorlar. Akıl yürütmenin yerini burjuvazinin aklını yürütmek alınca, retoriğe teslim olmak zor değil. Allah kimseye kendini mecnun etmesin.
Çok parçalı bir coğrafyayı homojenleştirme girişiminin adıdır yerlilik ve millîlik eksenine yönelme. Erdoğan, yerli ve millî olmayı “teröre karşı tek vücut olmak” olarak tanımlamıştı.
Yerlilik, kendine has olma ve millîlik de milliyete ait olma hali.
Soru bellidir: Yurttaş merkezli mi, etnik ve mezhep merkezli bir siyaseti mi esas alacağız?
İnsan hak ve özgürlükleriyle millî devletin çıkarı çeliştiğinde tercihinizi hangi doğrultuda yaptığınız, makbul bir vatandaş olup olmadığınızı ortaya koyacak.
Hegemonik parti, merkezi örgütleyebilen partiyse ve ideolojik ve baskıcı devlet aygıtlarını pozitivist solun yaptığı gibi ayrı kompartımanlara hapsetmeden içiçe olduklarını görebiliyorsak, şiddeti de rasyonalize eden bir AKP gerçeği ile karşı karşıyaysak, ne önererek bu hegemonyayı dağıtacağız?
AKP=Işid yaklaşımı, “Işidçi olmadığını kanıtla ve bölgeye müdahale et” imasıyla vahim tuzaklar taşıyordu.
Ortadoğu’daki savaşa taraf olarak OHAL’le Türkiye’yi savaşın arka bahçesine, dikensiz de değil, talan edilmiş bir gül bahçesine çevirdiler.
“Yerli ve millîlik” vurgusu anti-emperyalist bir yaklaşım gibi takdim edilse de bunun sadece kültürel düzeyde olduğunu görelim. Esat’ları, Miloseviç’leri, Saddam’ları, Heider ve Le Pen’leri anti emperyalist ilan edenler bu öznelerin dayandıkları güçlerin emperyalist niteliğini hep sakladılar.
Referanduma doğru başkanlık rejimi konusunda Gülenci kadrolardan eksilen desteği, MHP ve Ergenekon artıklarıyla tamamladı AKP.
İcat edilen bir otantiklik olarak yerlilik, solda da sağda da alıcı buldu.
Teksas, Tommiks kuşağı zaten “yerli” deyince kızılderilileri anlıyor. Yerlilik yerleşik olmayla ilgiliyse, sonradan gelenler daha önce gelenleri yerinden yurdundan edip bu yerliliği tarif etmekteydi.
Halbuki yerlilik coğrafî mühendisliğe karşı olmayı gerektiriyor. Musul’u, Cerablus’u oralarda yaşayanlar yönetsin talebi gibi.
Yerliliğin tanımını sabitlemek yerine çoğul bir yerlilik tanımında anlaşabilmek önemli. Bir değişmez “öz” arayışı ve yukarıdan bu özün tanımlanmasından çok, bu izafe edilen özlerin çoğulculuğunu demokrasi içinde sağlamak daha anlamlı değil mi? Çok anlamlılık yerine tek anlamlılık, her şeyi anlamsız kılmıyor mu?
Yerli ve millî birbirini hâli hazırda tamamlıyor, etimolojik olarak da “native” ile “nation”ın ortaklığı var.
Yerli ve millî tip olarak ramazan davulcusu Yasin Hayal var karşımızda. Polat Alemdar tiplemesi de. Takunyacılar diye küçümsenenler yerli olurken, plastik terlik takanlar mı Batılı oluyor şimdi?
Kültürel düzeyde kendinizi Akdenizli olarak da, bozkırlı olarak da tanımlayabiliyorsunuz. Batılılaşma tarihimiz içinde, durağan suya dayalı küvet kültürü bize uymayıp küvetlere tabure konulduktan sonra nihayet duşakabinde buluşuldu. Roma’dan yedi tepeli şehri ve dişi kurdunu almışız, Turan’ı Farslardan, kafa tokuşturmayı Moğollardan öğrenmiş, “lahim mal acim”i de lahmacun yapmışız.
“Yerli” hallerimiz ortada: Gündelik yaşamda tozunu alsın diye paspası yola atıp arabaların üzerinden geçmesini sağlamaktan, arabanızda dikiz aynasına CD takmaya, sizi trafikte sollayanı kurşunlamaya, çayın üzerine ‘tamam’ anlamında kaşık koymaya değin haller var. Ama siyasette? Tatsız tuzsuz bir otoriterleşme ve sağa sola celallenmeden başka ne kalıyor geriye?
Yerli olmasa da kadim bir sözle bitireyim: “Kötülerin zafer narası kısa olur.” Eski Ahit, Bab 20
Ufuk Uras