Avukat ve insan hakları savunucusu Tahir Elçi'nin ölümünün birinci yıldönümünde, eşi Türkan Elçi, Uluslararası Af Örgütü için bir yazı kaleme aldı:
O gün telefonuma üst üste aramalar geldi. Şehrin Suriçi semtinde Diyarbakır Barosu'nun basın açıklaması yaptığı esnada çatışmanın çıktığı söyleniyordu. Fakat söylenenler sansürlenerek aktarılıyormuş bana. Beni ilgilendiren kısmını söylemeden anlatıyorlarmış duyduklarını. Arabaya atladım, çünkü açıklamayı yapacak olan Tahir’di. Arabayı sürdüm, kornaya bastım, yeterli gelmedi, bağırmaya başladım, trafik ışıklarına takıldım. Işıklar o gün hep kırmızıydı, yeşil yanmıyordu bir türlü. İnsanın hayatında geçirmiş olduğu acı bir anı, tekrar anlatmaya çalışması cesaret ister.
Çünkü o anı anlatmak, karanlık dehlizlere yolculuk yapmaktır. Geride bıraktığını zannettiğin bir ana tekrar tekrar yolculuk yapıp, bulunduğun yere saatlerce geri dönmemektir. Acıyan bir yaraya parmak basıp, basılan yaranın acısıyla çığlık atmaktır.
Caddelerdeki sesim bir hayvan böğürtüsüne döndü. Sesimi tanıyamadım. Demek ki insanın sesini tanıyamadığı zamanları da oluyormuş. Arabayla hızla ilerliyordum. İbreyi gördüm gidilmemesi gereken bir hızdı. O ibre hâlâ gözlerimin önünde. Nasıl da bir yerlere çarpmadan gidebilmiştim daha da anlayamıyorum.
Kardeşlerim Tahir’in hastanede olduğunu söyledi. Ben belki de o anda Tahir orda değildir diye kendimi inandırmaya çalıştım. Belki de yaralıdır dedim. Hastane kapısına gittim. Kardeşim Tahir Elçi'yi nereye götürdüler deyince "Tahir Elçi morgda" dedi karşıdaki ses. O anda yere çakılan kafamın sesini duydum. Tüm konuşulanları duyuyordum. Kısa bir baygınlıktan sonra sedyeden atlayıp durmadan koştum koştum. Morga gidince kalabalık benden önce toplanmıştı. Derinden gelen bir uğultu vardı. Sonra, herkes bir bulutun içinde kaybolmaya başladı. Sadece karaltılar vardı. Ne konuştukları anlaşılmayan karaltılar.
Sonra bunun bir rüya olduğunu, sabah bu rüyadan uyanacağımı düşünmeye başladım. Sabah kalkacak Tahir'e belki de bu rüyayı anlatacaktım. Belki de kıyamayıp anlatamayacaktım. Rüyadır kandırmacası üç gün sürdü, gitti. Gece hafiften bir kar yağdı, kış erken gelmişti ve toprağın altında onun üşüyeceğini, soğuğu hiç sevmediğini düşünmeye başladım. Erken gelen kışın soğuğu gibi erken gelen ölümün acısıyla ürperdim. Artık rüya olduğu oyunundan vazgeçtim. Çünkü bir günde binlerce insan "başın sağ olsun, başın sağ olsun" cümleleriyle karşıma dikiliyordu.
Tanıyamadığım sesim daha sonra içime hapsolup her şey bir monologa dönüştü. Buraya kadar anlattıklarım bir ölüm haberinin novellasıdır. Fakat bizim topraklarda öldürülmek ve öldürmek çok uzun bir hikâyedir. Bir gün yaşam hakkının değil, ölümün kutsallaştırıldığı kazananı belli olmayan bir savaşın orta yerinde kendimizi bulduk. Adam öldürmece oyunundaki oyuncuları bir film gibi seyre dalmışken bizleri de oyuna dâhil ettiler. Savaşın karşısında duranları öldürerek dâhil ettiler.
Tahir Elçi, bir ahtapotun kolları arasında debelenen, kimsesiz bir toplumun bireylerinin yaşam hakkının kutsallığını anlatmaya çalışırken, savaşın taraflarının hedefi hâline geldi. Çünkü o, dönemin diline uygun olmayan, şiddetin hâkim kılınmak istendiği bir zamanda cılız kalan aykırı bir sesti. Savaşmak isteyenlerin duymak istemediği, aykırı bir ses. Sesi gür çıkan ve kulaklara hoş gelen şiddetin orkestrasında, Tahir Elçi ahengi bozan kısık bir sesti. Kısık ve yalnız bir ses. "İnsanlar ölmesin, tarihi ve insani değerler tahrip edilmesin, başlatılmak istenen savaşa son verilsin."
Gün geçtikçe mağdur olan bu halkın acılarını dile getiren Tahir Elçi'nin katledilmesi, sonraki gelişmeler gösterdi ki savaşın tırmandırılması için seçilen bir milatmış. Çünkü ondan sonraki günlerde kentler yıkıldı, isimleri bile kayıtlara geçirilemeyecek kadar vahim ölüm olayları yaşandı.
Tahir Elçi’nin katledilişini, son dönem içinde bulunduğumuz savaş atmosferine muhalif bir duruşuyla ilişkilendirebileceğimiz gibi onun hedef gösterilmesi geçmişe dayanır. Çünkü bu topraklarda farklı zamanlarda hukukun çıkmaza girdiği anlarda, hukukun layıkıyla işlemesi için iğneyle kuyu kazar gibi hukuksuzluğun karşısına bir bariyer gibi çıkmasını becerebilmiştir.
Faili meçhul ölümlerin dosyaları raflara istiflenirken, o dosyaların üzerindeki tozları kendi elleriyle silmeye çalışmış, uluslararası yargının karşısına çıkarmaya gayret etmişti. Yıllarca cezasızlıkla mücadele alanındaki bu gayreti ve samimiyeti kimilerinin işine gelmemiş onu hedef hâline getirmişti. Onun katledilmesi için bir senaryo yazıldı. Bir senaryo bir senarist tarafından yazılırsa iyi veya kötü bir film ortaya çıkar. Fakat bir senaryo bir katil tarafından yazılırsa ortaya bir cinayet çıkar. O yaşıyor olsaydı ve alenen kameraların karşısında acımasızca işlenmiş bir cinayet onun vicdanını rahatsız edecekti. İyi bir insan hakları savunucusu vicdanının acı çekmesine dayanamaz ve en çok da vicdanından korkar. Haksızlık karşısında uykuları bölünür.
Tahir Elçi'nin iyi bir avukat olduğunu, iyi bir insan hakları savunucusu olduğunu anlatmaya gerek duymuyorum. O sadece ve sadece iyi bir insandı. Toplumdaki hemen hemen her kesimden insan üzerinde derin bir etki bırakarak gitti. Çünkü alenen, gözler önünde, kameralar önünde naif bir taleple duygularını dile getirmeye çalışan, insanların ölümüne engel olmaya çalışan bir insan katledilmişti. Tüm dünyanın gözleri önünde barış talep edenlerin, huzurlu bir yaşam, insanca bir yaşam talep edenlerin umutları menfur bir cinayetle yok edilmek istendi. Ömrünü cezasızlıkla mücadeleye vakfetmiş biri olarak aynı akıbeti yaşaması da bizim gibi geride kalanların acısını büsbütün arttırmış, toplumun ileriye dönük umutla bakması yönündeki hayalleri yok edilmek istenmiştir.
Daha güzel bir dünya yaratmak için, yarınlara umutla bakabilmek için dünyanın hayali çizilmiş sınırlarını aşarak bir insanın taşıması gereken vicdanın etrafında kenetlenerek mazlumun yanında olabilmeyi başarabilmelidir insanoğlu.
Vicdan kış uykusundan uyanmalıdır.