Yerli ve milli başkanlık değil özgürlük ve demokrasi

26.11.2016 - 12:52
Haberi paylaş

Hükümetin hem başkanlık rejimi hem de “yeni” anayasa için arayışları sürüyor. Bu konudaki partneri ise Başbakan Binali Yıldırım’ın sık sık övgüler yağdırdığı Devlet Bahçeli ve onun partisi faşist MHP.

İlk tur görüşmelerin ardından basında yer alan bilgilere göre, “başkanlık” adı kaldırılarak “partili cumhurbaşkanlığı” getiriliyor. Buna göre, cumhurbaşkanı yürütmenin başı olacak ve başbakanlık ortadan kaldırılacak.

Eskisi enternasyonalizm mi kokuyordu?

Yeni anayasa ile ilgili tartışmalarda ise durum daha da vahim. MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, anayasanın ilk dört maddesinin değişmeyeceğini “Yanından bile kimse geçemeyecektir” sözleriyle anlattı, ‘sapasağlam Türk milliyetçiliği kokan’ bir anayasa olacağını söyledi.

AKP’nin 14 yıldır canlı tuttuğu yeni anayasa vaadi, asıl olarak ilk dört maddenin değiştirilmesi, Türklüğe yapılan göndermelerin kaldırılması bağlamında tartışılıyordu. Dolayısıyla, böylesi bir anayasa değişikliği, Kürt sorununda çözüme giden yolun bir parçası olarak ele alınıyordu.

Bugün ise Kürt sorununda savaş politikalarının uygulandığı koşullardayız. Hükümet, 12 Eylül darbe anayasasında 2010’daki referandumla özgürlükler ve demokrasi lehine açılan tüm gedikleri kapatacak, yerli ve milli anayasa yapmaya hazırlanıyor. Bunun hiçbir şekilde “yeni” bir anayasa olmayacağı açık.

Şablonlar üzerinden yürünemez

Başkanlık sisteminin, hükümetin iddia ettiği gibi “Türkiye’nin bütün sorunlarını çözecek” bir sihirli formül olduğu iddiası baştan aşağı yanlıştır. Bununla birlikte, her koşulda ve her durumda kategorik bir başkanlık sistemi karşıtlığı da anlamlı gözükmüyor. Bugün dünyada başkanlıkla yönetilen birçok ülkede, kitlesel özgürlük mücadelelerinin elde ettiği tarihsel kazanımlar sonucu, örneğin parlamenter sistemle yönetilen Türkiye’ye göre daha demokratik koşullar olduğunu söylemek mümkün. Veya, Türkiye’de pek çok muhalifin sempatiyle baktığı Venezuela’daki rejim başkanlıkla yönetiliyor. Türkiye başkanlık sistemine geçse dahi mücadele bitmeyecek; başkanlığa muhalefette böyle imaların yer alması büyük bir hata olacaktır. Diğer yandan, başkanlık sistemine karşı çıkış, bu sistemin her koşulda kötü olduğu gibi kategorik reddiye içeren bir propaganda üzerinden değil, Türkiye’deki somut siyasi koşullar ve getirilen öneri üzerinden yürütülmelidir.

Erdoğan’ın değil Türkiye kapitalizminin ihtiyacı

Bundan bir süre önce, başkanlığı Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı dönemi sonrası yargı süreçlerinden muaf kalma, partisinin ve arkasındaki kitlesel desteğin siyasi lideri olarak iktidara tutunma isteğiyle açıklamak haklı görülebilirdi. Ancak AKP’nin 1 Kasım 2015 seçimleriyle yaralarını sardığı, Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tasfiye ederek kendi tabanı üzerindeki hakimiyetini pekiştirdiği, 15 Temmuz sonrası OHAL koşullarında ise KHK’larla istediğini yapabildiği bir ortamda, başkanlığın bu arayışlara yanıt olarak planlandığını söylemek zor.

MHP’nin bizzat destek verdiği, CHP’nin ise “Getirsinler bakalım” pozisyonuna çekildiği “yerli ve milli” mutabakat döneminde, başkanlık eğilimi yalnızca AKP’nin değil, bütün sermaye sınıfının istikrar arayışının bir ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Hem Ortadoğu’da kızışan hegemonya mücadelesi ve Türkiye’nin buradaki rol kapma isteği hem de ekonomik göstergelerin olası bir krize işaret ediyor oluşu, egemen sınıf açısından devleti yönetecek daha “güçlü”, daha hızlı karar alabilecek bir hükümet mekanizmasını gündeme getirmeyi avantajlı kılıyor.

Önce OHAL kaldırılmalı

Başkanlık gibi ülkenin yönetiminde köklü bir değişikliğe gidilecek tartışma, olağanüstü hâl koşullarında, hükümetin KHK’larla normalde yapamayacağı her türlü değişikliği keyfi olarak devreye aldığı bir siyasi atmosferde yürütülemez. On binlerce kişinin KHK’larla açığa alındığı veya ihraç edildiği, TBMM’deki en büyük üçüncü siyasi partinin eş başkanları ve milletvekillerinin hapse atıldığı, ülkenin tümünde yasakların sınır tanımadığı, polisin en küçük protesto gösterilerine dahi saldırdığı bir ortamda, ne sağlıklı bir siyasi tartışma yürütülebilir, ne de bir referandum etrafında farklı taraflar kampanya yapabilir.

Dolayısıyla öncelikle OHAL kaldırılmalı ve asgari demokratik koşullar sağlanarak bu tür bir sürece girilmelidir.

Başkanlıkta faşistlerle ortaklık

Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalarda ise bugün gelinen nokta, 11 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin “fiili durumu hukuki hâle getirme” çağrısıyla başlamıştı. Bu kapsamda MHP’nin “hassasiyetlerini” dikkate alan görüşmeler başladı. AKP ile MHP arasındaki görüşmeler için “Hayırlı olsun” yorumunu yapan Tayyip Erdoğan ise “Başkanlık, cumhurbaşkanlığı sıkıntı değil; partiyle ilişiğinin kesilmesi doğru değil. Anayasa teklifinin cumhurbaşkanlığı veya başkanlık şeklinde olmasının benim için bir sakıncası yok” diye konuşmuştu.

İki parti anayasa ve başkanlık konusunda anlaşırsa, mecliste 367 vekil şartı aranacak. Bu bulunamazsa ve en az 330 vekil tasarılar lehine oy kullanırsa referanduma gidilecek.

Referandumda nasıl tutum almalı?

Olası bir referandumda, toplumdaki klasik dindar-laik kutuplaşmasının, kategorik Erdoğan destekçiliği ve karşıtlığı gibi pozisyonların dışında, başkanlık sisteminin bugün Türkiye sermaye sınıfının ihtiyaçlarına yanıt olduğunu, bunun doğal olarak emekçilerin zararına olacağını ısrarlı ve incelikli bir şekilde anlatmak zorundayız.

Halkı kazanmak

Bunun bir yolu, Türkiye devletinin Ortadoğu’da oynamak istediği altemperyalist rolün teşhiri. AKP, hiçbir şekilde Arap Baharı’yla birlikte ayaklanan yoksul işçi kitlelerin dostu veya müttefiki değil. Emperyalizmin bölgedeki en sıkı hizmetçisi İsrail ile “normalleşme” sağlıyor. Mısır’daki Sisi cuntasının baş destekçisi Suudi Arabistan ile müttefik. Baas rejimi Halep’i kuşatırken, Rusya ile anlaşma sağladığı için buna sessiz. Kürtlerin kazanımlarını engellemek için Suriye topraklarına askeri harekât başlattı ve burada TSK askerleri ölmeye devam ediyor.

Dünyadaki dalganın bir parçası

Bir diğer yolu ise kıdem tazminatının gaspı, kiralık işçi büroları, taşeronlaştırma ve her tür esnek çalışmanın dayatılması gibi uygulamalarla Türkiye halkının yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm edilmesi.

Olası bir krizde patronlar faturayı işçiye kesmeye çalışırken, en son Siirt’teki madenci katliamında yine bir “ihmal görmeyen” AKP, patronların savunmasına koşacak. Başkanlık sistemi, ekonomik sorunları patronların lehine çözmek isteyen “istikrar” arayışının ilacı olacak.

Pratikte nelere yol açacağı belli

Başkanlığın neler getireceği, onun taşlarının döşendiği günlerden belli. Barış isteyen akademisyenlerin işten atıldığı, öğretmenlerin ihraç edildiği, Ahmet Altan’dan Cumhuriyet gazetesine basına yönelik baskıların tırmandığı, HDP’li vekillerin tutuklandığı günler, aynı zamanda başkanlığın önümüze konulduğu bir süreç.

Dolayısıyla başkanlık da tüm dünyada egemen sınıfların istikrar arayışına karşı sağcı otoriter eğilimlerin arttığı, Trump gibi liderlerin başkan seçilebildiği bir ortamda, Türkiye’de devletin otoriterleşmeyi artırdığı bir yola girilmesi anlamına gelecek.

Çözüm ve demokrasi odaklı bir kampanya

Bunları yaparken, geleneksel olarak AKP’ye ulusalcı-milliyetçi temellerde muhalefet yürütenlerle kendimizi tamamen ayrıştırmalıyız. Böyle eğilimlerin hem bugün hem de 2010 referandumunda “Hayır” diyor olmaları çelişki. O dönem “Yetmez ama Evet” ve bu-gün “Başkanlık değil demokrasi” diyenler ise tutarlı bir hattı sürdürüyorlar. Çünkü odağımızda özgürlük-erin önünün açılması, demokratikleşme ve barış var.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol