İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Ferhat Kentel, bir süredir faaliyet yürüten Adalet Zemini'ne ilişkin görüşlerini açıkladı.
Neynik.com'dan Rumeysa Özüyağlı'nın röportajı şöyleydi:
"Adalet Zemini kutuplaşma, kavga, karmaşa ve şiddetin hâkim olduğu bir ortamda, farklı kesimlerden, farklı kültürel arka planlara sahip insanların “adalet zemininde” buluşmak, barışı ve giderek daha da görünmez hale gelen sağduyuyu/hakkaniyeti aramak üzere bir araya geldiği bir platformdur.
2014 yılının sonlarında, “herkes için adaletli bir dünya” hedefi için farklı gelenekler, fikirler ve “mahalleler” arasındaki temas noktalarını, ortaklıkları çoğaltmaya davet eden bir çağrı aracılığıyla buluşmaya başladık.
İlk buluşmaların ardından “Dert bizde, Derman Bizde” başlığıyla bir metin kaleme aldık.
Derdimizin insanların bir kadermişçesine katlanmak zorunda bırakıldığı, dünyadaki ve ülkemizdeki adaletsizlikler olduğunu ortaya koyduk. Farklı kimliklerimiz ve çoğul hassasiyetlerimizle, farklılıklarımız kadar ortaklıklarımızı da keşfetmek ya da oluşturmak üzere, yeni bir tecrübe inşa etmek için bir araya geldiğimizi ilan ettik. Farklı geleneklerden beslenen ama birlikte düşünen, birlikte çabalayan insanların müşterek bir kanaat inşa etmesinin mümkün ve faydalı olacağına inananları, rotamızı belirlemek için aramıza çağırdık.
Türkiye’nin önemli meseleleri üzerine konuşmak, birbirimizi dinlemek ve tartışmak üzere bir dizi toplantı yaptık. Kuşkusuz farklı tonlar, farklı öncelikler olmasına rağmen, genel olarak bütün meselelerde, en temel hassasiyetlerde ortaklaşabildik.
Bu ortak hassasiyetlerden hareketle, “öteki” görülenin hukukuna sahip çıkmak, meseleleri adalet ve hakkaniyet içinde değerlendirmek ve gözü kara taraftarlığın ötesine geçen bir bakış açısı geliştirmek üzere bir fikir ve kanaat odağı oluşturmaya karar verdik. Bu kararımızı Tarafımızı Seçtik: Adalet Zemini ile kelimelere döktük.
Bu doğrultuda duyurular, bildiriler, ortak ve bireysel yazılar yazacak, yerel ve uluslararası toplantılar ve başka etkinlikler düzenleyecek, gözlerimizden kaçırılan adaletin ışığını elimizden geldiğince yeniden görünür kılmaya çalışacağız."
Adalet Zemini böyle bir oluşum; insanlar için özellikle dayanışmaya ve bir araya gelmeye en çok ihtiyacımız olan böyle bir dönemde bir umut ışığı. Biz de bu grupta kimler olduğunu ve nasıl bir araya gelebildiklerini merak ettik ve üyelerinden biri olan Ferhat Kentel'le röportaj yaptık.
Adalet Zemini nedir?
Biz iki sene önce, hükümet ve muhalefet arasında özellikle Kürt Sorunu etrafında daha bariz kangrenleşen, kutuplaşan bir siyaset atmosferinde birbirini asla duymak istemeyenlerin kesişim kümesi olmak için "Belki konuşabiliriz" diyerek yola çıktık. Çünkü hayat siyah ve beyazdan oluşmaz. Bir tarafta Kürt halkı, onun temsilcisi özgürlük savaşçısı bir PKK ve kahrolasıca bir devlet veya tam tersi olarak dünyanın en masum hükümeti ve devletin karşısında da kahrolasıca bir terörist örgüt gibi radikal net bir ikilemden bahsetmek mümkün değil.
Kürtlerden çok haklı olarak dile gelen talepler vardır ve bunu HDP, PKK vs. anlatıyor olabilir; bu, taleplerin haksız olduğunu göstermez. Ancak bir yandan PKK terör eylemlerine başvuruyorsa, o zaman kimse de yekpare bir gerçeklikten bahsedemez, masumiyet timsali bir devletten bahsedemeyeceğimiz gibi. Tabii biz sadece Kürt-Türk meselesinde ya da PKK-devlet meselesinde değil laiklik, din, Alevi-Sünni meselesi, işçi hakları meselesi, Ermeni meselesi gibi aklınıza gelebilecek her meselede söz söylemek istiyoruz, söylüyoruz. Genel olarak cumhuriyetin kuruluş sürecine dayanan ama daha öncesinden de gelen, Osmanlı'nın da son dönemlerinde özellikle içinden geçtiği, yani bu toprakların içinden geçtiği bir kültürel ortamda radikalleşerek, kutuplaşarak, düşmanlar görerek, cemaatleşerek kendimizi anlatmış bir toplum veya toplumsal aktörler olduk.
Dolayısıyla bu toplumun farklı düzeylerde konuşması gerektiğine inanan insanlar olarak bir araya geldik. Bu oluşumun içinde Antikapitalist Müslümanlar'dan, DSİP'ten insanlar, sol eğilimli ya da sola daha yakın duran Müslümanlar var, İslamcılar var. Aslında bakarsanız bu kelimeler zaten kendi başına çoğu şeyi kısıtlayan ve anlatmayan şeyler, bu insanların zaten çoğu birbirini tanıyan, çok uzun zamandır birlikte bir takım pratikleri olan insanlardı. Dolayısıyla Adalet Zemini tam da işte bu biraz farklı cenahlardan, farklı kültürel, siyasal arka planlardan gelen insanların ortak zeminidir. Bu insanlar arasında ortak olan adalet kelimesinden başka bir şey yok aslında. Bizim derdimiz adalet. Kürt meselesinde de adaletli düşünmek istiyoruz, Soma'da ölen 301 işçi konusunda da, başörtüsü konusunda, Alevilerin cemevi sorunlarında da adaletli düşünmek istiyoruz. İşte hepimizin sorunları olan bu sorunlar konusunda adaletli düşünmek isteyenler bu platformu oluşturdu.
Peki bu kadar farklı insanın bir araya gelmesi zor olmadı mı?
Hayır, aslında zor olmadı. Çünkü bu insanlar bulundukları yerde körü körüne birtakım davalara bağlanan insanlar değildi. Başkalarını eleştirmek Türkiye'de çok kolay, mühim olan bulunduğun yeri eleştirmek, bulunduğum yerde hatalar var diyebilmek. Bu insanların hepsi de üç aşağı beş yukarı böyle insanlardı. Ben kendimi eleştirerek seninle konuşmaya başlarsam, sen de otomatik olarak bende kendinden bir parça buluyorsun. Dolayısıyla bu, biraz da olsa işleri kolaylaştıran bir şeydi. Ama biz bir araya gelmeye başladıktan sonra bir yıl boyunca ayda bir, şimdi iki yıla yaklaştık işte, sürekli olarak toplandık ve birbirimiz daha iyi tanıdık. Oturduk Ermeni meselesini konuştuk mesela. Ne düşünüyoruz bu konuda? Tamam birtakım ortak edilmiş laflar var ama, bazı hassaslıklar mesela nasıl anlatılacak? Dediğim gibi işçi sınıfı meselesi, dindar kesimin sermayeyle olan ilişkisi, sendika meselesi, Kürt meselesi gibi aklınıza gelebilecek herhangi bir konuda uzun uzun konuştuk. Bu konuşmalar hem birbirimizi daha iyi tanımamıza vesile oldu hem de birlikte yol alabilmemizi sağladı. Bu durum asla solcularla sağcılar veya başka başka gruplar bir arada oturup pazarlık ediyorlar gibi asla olmadı. Belki etiketlerimizin bir kısmında İslamcılık, bir kısmında solculuk, bir kısmında başka şeyler var; ama durum aslında bu insanların beraber hemhal olmaları gibi, beraber yürümeleri, aynı yolda yürürken benzemek, birbirinin dertleriyle dertlenmek olunca bir süre sonra zaten bu etiketler kayboluyor. Başkalarıyla ilişkiye girerken beni tanımlayan özellikler olmaktan çıkıyor. Çok daha başka; duygusal, hassasiyetli, adalet hissine dayanan ve bu kelimeler konusunda anlaşan insanlar hâline geliyorsunuz.
Adalet Zemini muhalif bir oluşum diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz herhalde. Ama bu muhalefet keskin, körü körüne bir muhalefetten çok, belki çok klişe bir laf olacak ama, yapıcı bir muhalefet diyebiliriz belki. Yani karşıda eleştirdiği insanı balyozla pata küte girişip yok etmeye çalışmak değil de, "duy bu tarafı da" diyen bir muhalefet. Çünkü genellikle egemen söylemler keskin konuşurlar ve bu keskin söylemlere karşı bir şey dile getirmek aslında bir muhalefettir. Evet biz iktidarın, hangi anlamda ve nerede olursa olsun, bu keskin diline karşı mesafeliyiz. Bu mesafe de bu dili sorguluyor olmamızdan kaynaklı, bunu sorunsallaştırıyoruz, öyle ezberden kabul etmiyoruz. Dolayısıyla evet bu anlamıyla muhalefet içeren bir girişim diyebiliriz.
Peki Adalet Zemini'nin bu zamana kadar söylemiş olduğu sözleri, vermiş olduğu tepkileri yeterli buluyor musunuz?
Hayır tabii ki, hiç değil hatta. Üstelik çok büyük bir potansiyel taşıdığını düşünüyor olmamıza rağmen, o taşıdığı potansiyelin pratiğe dökülen kısmı %2-3'tür belki. Çok daha fazla bir enerji var aslında, çok daha fazla bir birikim var; ancak ne yazık ki bu bizim, yani bir araya gelen insanların meslekti, iş-güçtü, şuydu buydu hayatlar peşinde koşarken Adalet Zemini'nin de gereken önemi kazanamamasından kaynaklanıyor.
Bu durumda benim gibi dışardan bakan bir göz, Adalet Zemini'nde çok farklı kesimlerden insanlar bir araya geldiği için, bir konu üzerinde ortak bir sonuca varmanız zor gibi görünüyor diye düşünebilir. Ama siz bu fikre katılmıyorsunuz sanırım.
Öyle bir şey değil aslında. Belki bir metin, bir bildiri hazırlanırken çok konuşuluyor ama bu durum "Ben senin bu dediğine katılmıyorum, beni de dikkate al" demekten ziyade "Yanlış anlaşılır mıyız acaba, başka insanların hassasiyetlerine dokunur muyuz?" kaygısından kaynaklanıyor. Böyle bir platformda hassaslık yelpazesi çok genişliyor ve bir metin çıkarmak bile çok zor oluyor veya en sonunda bunu insanlara duyurmak için bir basın toplantısı organize etmek çok zor oluyor. Çünkü kimimiz Ankara'da, kimimiz Mardin'de, kimimiz başka yerde olan insanlarız. Dolayısıyla sorun daha çok bu insanların pratik bir iş üretmekte yaşadıkları zorluklardan kaynaklanıyor bence. Madem biz ortak dertleri olan insanlarız ve derdimiz de adalet, kimin tarafı olduğunu hiç düşünmeden mazlum olmuş, mağduriyet yaşamış bir grup eğer küçük de olsa bir zulüm yapıyorsa, bu adaletli bir yaklaşım olmaması hasebiyle bizim kafamıza yatmaz. Biz bunu bile dile getiririz. Bu konuda bile bir şey söyleriz diye düşünüyoruz. Bu bizim genel kıstasımız, biz bunu hep beraber kabul ediyoruz. Ruh hâlimiz bu.
Yani Adalet Zeminini şu anki hâliyle pratikte yetersiz buluyorsunuz. Peki bu sorunu nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz Adalet Zemini olarak?
Bizim toplantılarımıza gelen, yazışma gruplarımızda yer alan yüzden fazla kişinin her konuda birlikte karar alması neredeyse imkansız. Dolayısıyla koordinasyon grubu gibi bir şey yaptık. Daha küçük, 10-15 kişilik bir grup bu. Bazı şeyleri oraya havale ediyoruz artık. Bu insanlar bizim adımıza karar verebilir, çünkü güveniyoruz birbirimize gibi bir ön kabulümüz var. Ama tabii ki koordinasyon dediğimiz şey her zaman kolay işlemiyor. Önlem olarak düşündüğümüz şey de daha az insanla hızlı karar almak. Memleket öyle bir yer ki, giderek bataklığa doğru sürükleniyoruz işte. Sürekli bir şeyler söylemek lazım ve her türlü mecradan söylemek lazım. Zaten medyanın inanılmaz derecede kısıtlandığı bir ortamda, söylenecek her söz çok önemli olacak. Bizim de bu alana bir şeyler söylememiz lazım. Ama işte ne yazık ki yeteri kadar aktif, pratik falan olmamamız; örgütlü ve teşkilatçı bir yapıda olmaktan ziyade kelimelerle, cümlelerle, yazılarla, düşüncelerle uğraşan insanlar olduğumuz için çok kolay olmuyor.
Peki kim bu insanlar, Adalet Zemini'nin bileşenleri kimler tam olarak?
Vakıf, örgüt gibi bir şeylerle gelen insanlar yok burada. Herkes tek tek bir arada. Dediğim gibi DSİPli insanlar var, Antikapitalist Müslümanlar'dan insanlar var, Mazlum-Der'den insanlar var. Ama onlar da örgütleriyle orada değiller, tek tek kişiler olarak oradalar. Ümit Aktaş, Hidayet Tuksal ve Yıldız Ramazanoğlu gibi isimler var. Siyasal ve kültürel arka planına baktığınız zaman mesela Has Partililer var. Has Parti bana göre İslami bir hareketten çıkan bir hükümetin giderek İslami olmaktan çok kapitalist bir işadamları partisine dönüştüğü, milliyetçi bir görünüm kazandığı süreçte çok anlamlı şekilde "Bir dakika ya, n'oluyoruz?" diyen bir partiydi. Ama ne yazık ki işte o partinin içinde de Ak Parti'ye katılım gibi bir problem olunca, Has Parti'nin tabanında, en azından ciddi bir kesiminde, büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Bu insanlar mesela; bulundukları yerden devam etmek istiyorlar taşıdıkları bu ruh hâliyle. Bu ruh hâli de Adalet Zemini'nde yankı buldu. Mesela DSİP gayet sosyalist bir parti ama bu işin sadece kendi kısıtlı imkanlarıyla olmayacağını bilen bir parti. Akademik kariyeri olan insanlar var, bir zamanlar Ak Partide ve CHP'de faaliyet göstermiş olan insanlar var. İslamcı-solcu veya eski İslamcı-eski solcu denilebilecek bir sürü insan var.
Anladığım kadarıyla Adalet Zeminin adı eskiden Muhalefet Zemini imiş. Neden değiştirdiniz?
İlk dönemlerde, daha henüz bir yazışma grubundan ibaret olduğumuz bir dönemde, yazışma grubunun adıydı bu sadece. Bu ismi değiştireceğimizi biliyorduk. Çünkü o isim bizi tatmin etmiyordu. Yani tabii ki mesafeli dururuz, soru sorar ve sorgularız; ancak müzmin muhalefet imajının çok da faydalı bir şey olduğuna inanmıyoruz. Çünkü derdimiz aslında adalet, muhalefet etmek değil, adalete çağrı yapmak. Aslında bizim kim olduğumuza da bir katkı yapması açısından şöyle tanımlayabilirim sanırım: Tam da adaletin terk-i diyar ettiği bir dönemde, adaletin düşünülmediği bir ortamda; bir ses olmak, bir odak bir çekim merkezi olmaktı amacımız. Bilin ki bu insanlar körü körüne kimseye bağlanmıyorlar. Ettikleri bu laflarda gerçekten bir adalet kıstası var. Biz böyle bir şey yapmak istiyoruz. Dolayısıyla o yüzden adı Adalet Zemini oldu.
Şu anki hâliyle Adalet Zemini çok iyimser bir girişim. Bugün geldiğimiz noktada bile hâlâ iyimser olmaya çalışan bir girişim. İnsanların ruh hâli çok da iyimser bir durumda olmamasına rağmen, benim şahsıma örneğin Adalet Zemini iyi geliyor. Kötümser olmanın çok kolay olduğu bir ortamda "Hâlâ konuşabiliriz" diyen bir oluşum. Konuşmak istemeyen insanlar var, otoriteler var. Bu insanlar asla kendilerinden başka kimseyi dinlemek istemedikleri için bizim Adalet Zemini çok saf, iyi niyetli bir hareket olmuş oluyor. Reel politikle de bu anlamda uymayan (çünkü reel politik çok daha savaşçı, siyah ve beyazlardan oluşuyor ve iktidarın diliyle konuşuyor) bir oluşum. Ama galiba bu iyi bir şey; yani saflığı ve iyi niyeti korumak: "En azından biz kendi çevremizde iyimser olalım arkadaşlar. Toplum her zaman yeni dinamikler ortaya çıkarır, konuşma alanı yaratır" demek siyasi olarak da anlamlıdır diye düşünüyorum.
Reel politik dedik ve Adalet Zemini'nin de bazı açılardan reel politikle uyumsuz olduğunu söyledik. Peki reel politik dilin dönüştürülmesi, yumuşatılması mümkün mü sizce bu açılardan?
Evet, bu durum her yerde böyle işlemiyor zaten. Kolombiya'da oturup insanlar barış anlaşması imzaladılar işte. Referandumda reddedilmiş olması sürecin sona erdiğini göstermez ki, tabii ki tekrar tekrar denenecek ve en sonunda da gelecek o barış yani. Bu katı dilin değişebileceğini gösteren örnekler de bununla sınırlı değil sadece üstelik. Dünyanın her yerinde kentleri ele geçiren müteahhitlere, para babalarına karşı kent hakkı diye birtakım hareketler oluyor. Rio, Barselona, Madrid, Atina, Şangay, İstanbul'da görebiliyoruz, oluyor. İnsanlar herhangi bir partiye bağımlı olmadan sokaklarda bir şeyleri dile getirebiliyorlar. Bu mesela çok görünür olan bir kısmı; görünmeyen taraftan, daha doğrusu mikro düzeyde baktığınızda gündelik hayatın kendisi devletle falan da işlemiyor zaten; geçim derdi, okula gitmek, çoluk çocuk, işe gitmek, hatta otobüse vapura binmek... Bütün bunlara biz Kürt veya Türk olarak, herhangi bir parti kimliğiyle katılmıyoruz. Kafasında dünya kadar başka dertleri olan insanlar olarak biniyoruz otobüslere, vapurlara. Şunu ifade etmek istiyorum: siyaset dediğimiz şey, iktidarın etrafında birtakım kurgularla falan değil, daha çok gündelik hayatın içinde dönüyor. Sonuçta hayatı kuran o mikro alanlar. Sadece tepeden kurulmuyor. Tabii ki tepeden birileri vuruyor kafana, sana bir şeyler yapıyor ama hayatın dinamikleri çok daha sıradan, gündelik yaşantımızın içinde olduğu için reel politiği aşağıdan yukarı doğru bir basınçla değiştirebiliyoruz. Mesela barışın çok konuşulmaya başladığı zamanda insanlar "Dersim için özür dilenebilir" diyorlar. Reel politik için gerekmiyordu halbuki böyle bir şey, değil mi? Ne gerek var ki Dersim için özür dilemeye, gayet subjektif bir durum söz konusu olan? Ama o dönemde reel politik "analar ağlamasın" dedi değil mi? Başka insanlar "tabii ağlayacak" dedi mesela, CHP'li bir milletvekilinin ettiği lafı kastediyorum. "Analar tabii ağlayacak" demişti Dersim için, o zaman başbakan olan cumhurbaşkanı Erdoğan da "niye ağlasın canım, Dersim için gerekirse özür dileriz" gibi bir şeyler demişti mesela. Bütün bunlar işte insanların hayata dair hissettikleriyle, hayata tutunmak istemeleriyle ilgili. bu da işte reel politik alana karşı o sıradan gündelik hayatımızın yaptığı basınç ve onun değiştirme potansiyeli. Barış böyle bir şey.