Sivilsayfalar.org, seçilmiş rektörün yerine Tayyip Erdoğan tarafından seçime dahi katılmayan birinin rektör olarak atanmasına karşı direnişe geçen nöbet alanındaki bazı öğrencilerle üniversitenin bundan nasıl etkileneceği üzerine konuştu.
Bahar Kılınç'ın gerçekleştirdiği röportaj şöyleydi:
- Rektörün KHK ile atanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Adnan Keği: Hakaret olarak görüyorum bunu. Boğaziçi Üniversitesi gibi demokratik ortamın bir şekilde oluşturulduğu bir üniversitede seçilmiş rektör varken başkasını atamak hakaret ve saygısızlık.
İdil Ügüt: Biz akademisyenlerin iradesine sahip çıkmak için bir haftadır okulda çeşitli eylemlilikler yapıyoruz. Örneğin gönüllü nöbet alanımız var, sürekli olarak gelen giden insanlar bulunuyor orada. O alanda konserler veriliyor ve üniversitenin kendi alanı içinde canlı, herkesin sözünü söyleyebileceği bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Seçilmemiş birinin atanmasını kabul etmiyoruz. Kadın veya erkek hiç fark etmez; yukarıdan bir emirle atanıyor olması bizim derslerimize giren akademisyenlerin iradesine karşı tutum gösteren bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Akademi içerisinde öğrencilerin kendi rektörlerini seçemiyor olması ayrı bir problem zaten ama bu bile elimizden giderken kurulabilecek son dayanışma hatlarını örüyoruz şu an.
Sidar: Fiyasko bir durum bu. %86 oy oranıyla seçilmiş birinin atanmasını bekliyor insanlar. Başkanlık seçimlerinin konuşulduğu, başkanı halk seçsin denilen bir ortamda üniversitenin kendi rektörünü seçmeye hakkı yok mu? Büyük bir tezat bu. Eğer milli irade önemliyse bu da nihayetinde üniversitenin milli iradesi. Gülay Barbarosoğlu’nu çok seviyor değilim, sevmek zorunda da değilim ama seçilmiş olduğu için atanmasını beklemek hakkım.
Mete: Üniversitelerin özerk yönetimlerinin devam etmesi gerekiyor. Rektörün yukarıdan atanması bu açıdan yanlış. Rektörün kim olacağı üniversite içinde verilmesi gereken bir karar.
Jülide: Rektörün Cumhurbaşkanı tarafından atanması son süreçte çıkan onlarca KHK’dan biri. Vekiller tutuklandı, akademisyenler içeriye alındı ve son olarak sıra buraya geldi. Boğaziçi Üniversitesi’nin özel bir durumu olduğunu düşünüyorum çünkü yaz boyunca rektör atanmadı. Diğer bütün okullarda atanmış olmasına rağmen buradaki belirsizlik devam etti. Bu KHK’nın direkt Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik olduğunu düşünüyorum. Üniversitede yıllar boyunca var olan özerklik ve muhalif kültürü koruması sebebiyle burası hedef alındı. Yıllarca hangi baskıcı sistem iktidara gelmiş olursa olsun buraya bir şekilde dokunamadı ve şu an mevcut hükümet için bu durumun sembolik bir haysiyet meselesi haline geldiğini düşünüyorum. “Evet benden öncekiler yapamadı ama Boğaziçi Üniversitesi’ne ben dokundum” gibi. Bu üniversite Barış için Akademisyenler’de en fazla imzanın çıktığı okul, inanılmaz bir kadın mücadelesine sahne olmuş bir okul, Taşeron Denetleme Komisyonu gibi bir komisyona sahip bir okul, LGBTİ mücadelesinin bir kulüp olarak var olup diğer okullara örnek teşkil ettiği bir okul, diğer üniversitelerdeki LGBTİ’lere ilham vermiş bir okul. Tüm bunların şu anki iktidara çok ters şeyler olduğunu düşünüyorum. Burayı hedef alarak barış mücadelesini, kadın mücadelesini, LGBTİ mücadelesini, işçi mücadelesini hedef aldılar. Rektörün yukarıdan atanmasının sıradan bir koltuk değişikliği olduğuna inanmıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’ni Boğaziçi Üniversitesi olmaktan çıkarmaya yönelik bir adım olduğunu düşünüyorum. Bugün, burada buna ses çıkaran çok fazla insan olduğunu görüyoruz. Henüz okulu yeni kazanan veya birbirini tanımayan bir sürü öğrenci bir araya geldi. Sadece basit bir “Rektörümüzü geri istiyoruz” tavrı değil bu, biz Boğaziçi Üniversitesi’ni koruyacağız. Boğaziçi Üniversitesi’nin sahip olduğunu çeşitliliğinin değişmesine izin vermeyeceğiz.
- Sizce rektör atamalarına karşı gösterilen tepki nasıl örgütlenmeli? Öğrencilerin tepkilerini gösterme biçimleri nasıl olmalı?
Adnan Keği: Daha kapsayıcı bir şekilde hareket etmek gerektiğine inanıyorum. Pazartesi gününden itibaren bunun yöntemleri konuşulacaktır.
İdil Ügüt: Olabildiğine kapsayıcı olması gerekiyor. Türkiye’de hepimizin farklı siyasi bagajları var ve hepimizin bagajları farklı çağrışım yapan kelimeler barındırıyor. Bu kelimeler üzerinden çağrı yapıldığı zaman insan sayısının düştüğünü gözlemliyoruz. Örneğin “laiklik” kelimesinin kullanımı durumunda, ben de dahil olmak üzere bir kesim insan o eyleme gitmek konusunda çekimser bir tavır sergileyebilir. “Bizim çok net bir talebimiz var; seçilmiş rektörün atanması ve rektör atamaları hakkındaki KHK’nın kaldırılması. Bunlar gerçekleşene kadar biz mücadeleye devam edeceğiz” Böyle net bir tavrın ortaya konulması gerekiyor. İlla “saray rejimi” diyerek çağrı metinlerini beslemenin bir alemi olmadığını hatta AKP’ye oy vermiş öğrencilerin de katılabileceği bir hareketliliğin yaratılması gerektiğini düşünüyorum.
Sidar: Bunu konuşmak için meydanda birkaç toplantı yapıldı. Orada da fikrimi söylemiştim, katılımın biraz daha büyümesi lazım. Benim en çok talep ettiğim şey; her profilden, kimlikten ve inançtan insanların katılabileceği bir eylemlilik haline dönüşmesi. Şu an henüz homojen, daha heterojen olması gerektiğini düşünüyorum bu kitlenin. Belli bir grubun çağrıcılığını yaptığı bir eylem değil bu ya da salt bir kimliğin, inancın ya da ideolojinin sahip çıktığı bir eylem değil. Üniversite öğrencilerinin eylemi. Bütün öğrencilerin katılabileceği bir ortam olması lazım. Bunun nasıl sağlanacağını tartışabilir sonrasında pratiğe dökebiliriz. Öğrenci akademisyen dayanışmasına ihtiyacımız var. Belki boykot kararı alınabilir. Buradaki amaç dersten kaytarmak değil tabii ki. Ders yapılacaksa alternatif alanlarda, meydanda yapılabilir. Boğaziçi Üniversitesi’nin özgürlük çabasına hitap eden dersler yapılabilir. Ben üniversitenin sadece sınıflarda yapılan derslerden ibaret olduğunu düşünmüyorum. Bunun dışına çıkabilirsek yeni bir dinamik doğabilir, geri adım attırabiliriz. En kötü ihtimalle daha büyük bir kalabalık içerisinde insanların birbirlerine temas etmeleri mümkün olur. Şu an nispeten daha küçük bir grup var ama bu insanların soğukta, gecenin bu saatinde, burada toplanmış olmaları çok kıymetli.
Mete: Öncelikle buradaki insanlar atanmış rektörü kesinlikle tanımamalı ve zihinlerindeki üniversite tahayyülü için emek vermeli. Ayrıca atanmış rektörün herhangi bir kararının meşru olmadığının, karar ve uygulamalarının geçerli olmadığının farkına varıp ona göre harekete geçmeliyiz. Hiyerarşik örgütlenme biçimlerine hiçbir zaman yakın olmamışımdır. Birbirleriyle iletişim halinde olan insanların yatay örgütlenmelerine ihtiyacımız var. Üniversitenin tüm bileşenlerini kapsayan, öğrenciler dışında personelinden akademisyenine herkesi dahil eden bir örgütlenme yöntemi benimsememiz gerekiyor. Şu an burada olan bazı insanların bu kapsayıcılığı benimsemesi gerekiyor. Çağrı metinlerindeki laiklik vurgusu okuldaki Müslüman öğrencilerde hoş olmayan çağrışımlar yaratabilir. Ki benim için bile o çağrışımları yaratabiliyor ve ben Müslüman değilim. Bu eylemliliklerin şu anda potansiyelini tam olarak yakaladığını düşünmüyorum ama farklı yöntemlerle, üniversitenin bütün bileşenlerine temas edecek bir yere evrilebiliriz.
Jülide: Karşımızda kamuoyunun talebini çok dikkate alan bir iktidar yok. Demokratik girişimlerimizi hiçe sayan baskıcı bir yönetim var. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki örgütlenme diğer ezilmişlerin ve baskıya uğrayanların mücadelesinin bir parçası olabildiği sürece önemli bir role sahip olacak bence. Basit bir “Rektörümüzü geri istiyoruz” söyleminin tek başına işe yarayacağını düşünmüyorum. Hele de seçilmiş rektörümüz çekildiğini açıklamışken. O çekilebilir ama biz çekilmiyoruz, o kabul edebilir ama biz kabul etmiyoruz. Çünkü Gülay Barbarosoğlu sadece Gülay Barbarosoğlu değil, ona %86 oranıyla, demokratik kaygılarla oy veren insanları temsil ediyor kendisi. O gitmiş olabilir ama Gülay Barbarosoğlu’dan yana kullandığımız irademize sahip çıkıp direnişimize devam edeceğiz.
- Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kulüp faaliyetleri, sivil toplum örgütlenmeleri ve özgür düşünce ortamı rektörün KHK ile atanmasından nasıl etkilenecek sizce?
Adnan Keği: Üniversitedeki kulüp faaliyetlerini ve sivil toplum örgütlemelerini olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum çünkü İstanbul Üniversitesi’nde böyle oldu. Seçilmiş rektöre rağmen başka birini rektör olarak atamanın amacının da üniversitedeki özgür düşünce ortamını kontrol etmek olduğunu düşünüyorum.
İdil Ügüt: Savaşın güçlendiği ve doruğuna ulaştığı bir dönem okulda bir tane etkinlik yapıldı ve bu etkinlik bir kısım medya tarafından “terör örgütü anması yapılıyor” şeklinde yansıtıldı. Gülay Barbarosoğlu bir uzlaşma rolü üstlenerek, bir karışıklık olabileceğini söyledi. Kulüp faaliyetleri 6 ay süreyle askıya alındı ve bir dönemdir çalışmalarına devam ediyor. Fakat cumhurbaşkanının atadığı bir rektörün gelmesi durumunda bu direkt kulüp kapatmaya kadar gidecek bir dinamik yaratacak. Diğer yandan okulumuzda bir LGBTİ kulübü var. Arkadaşlarımız çalışmalarına aday kulübü olarak devam ediyorlardı ama rektörün atanmasıyla çalışmalar sekteye uğrayacak endişesi var. Rektörlük seçimlerinde aday olan Vedat Akgiray’ın homofobik bir takım söylemleri olduğunu gördük verdiği demeçlerde. Atanmış rektörün, siyasi iktidar tarafından seçilmiş bu rektörün de LGBTİ öğrencileri hedef alabileceğini düşünüyoruz. Dönemin başından beri kamusal alanda yaptığımız her eylemde polisin müdahalesiyle ya da kontrolüyle karşı karşıya geliyorduk zaten. Okul kapısında bekleseler de “etkinliğinizi basabilir, sizleri gözaltına alabiliriz” şeklinde gözdağı verdiklerini hissediyorduk. Artık rektör de çıktı aradan. Polis okula rahatça girebilecek ve şu an tanık olduğumuz öğrencilerin topluca mücadele edebileceği, kendilerini ifade edebileceği ortamlar olmayacak.
Sidar: Henüz bilmiyorum, görmemiz gerekiyor. Görmek gerekiyor derken bir şans vermekten bahsetmiyorum çünkü atanmış olma fikri baştan kabul edilemez. Ne şekilde etkileneceğini şu an söyleyemem ama iradeye karşı atanarak gelmiş bir rektörün özgür düşünce ortamını olumsuz yönde etkileyeceğinden maalesef eminim. Bazı kulüplerin ve aktivitelerinin sekteye uğrayacağı, üniversiteye kolluk kuvvetlerinin girebileceğiyle alakalı insanların endişeleri var.
Mete: Daha dün 370 sivil toplum kuruluşunun faaliyetlerinin durdurulduğu haberini aldık. Hepsi hükümetin çıkardığı KHK ile durduruldu. Bu yüzden yine ayı siyasi fikrin atadığı rektörün de üniversitedeki kulüp faaliyetlerini engelleyebileceğinden endişeleniyorum. Direkt kapatmasa bile bir çeşit baskı mekanizması kuracaktır, üniversitenin idari kadrosu kulüplerin ve okuldaki diğer sivil toplum örgütlenmelerinin hareket alanlarını kısıtlayabilir. Dolayısıyla özgür düşünce ortamı bundan direkt olarak etkilenecek ve artık özgür bir düşünce ortamından bahsedemeyeceğiz.
Jülide: Özgür düşünce ortamını etkilemeye başladı bile. Şu an okulumuzda çok basit bir afişi asmak bile çok zor, daha bu hafta bunun örneğini yaşadık. Ayrıca kulüplere bütçe ayrılmaması sorunu da gündeme geldi. Örneğin biz kadınlar ve LGBTİ öğrenciler için bir öz savunma atölyesi açmak istiyorduk ve buna ayrılacak bütçe olmadığını söyleyen bir cevap aldık. Sosyal tesislerde çalışan bazı işçi arkadaşlarımız yine bütçe olmadığı gerekçesiyle işten atıldı. Bunları şimdiden yaşamaya başladık. Üniversitenin bütçe probleminin olduğuna inanmıyorum. Atanmış rektörün okulu piyasanın ve iktidarın çıkarları gereğince yöneteceğini düşünüyorum. Boğaziçi Üniversitesi ideolojinin ve bilginin üretildiği bir yer, buraya sahip olmak diğer üniversitelere ve ülkeye sahip olmak yönünde bir hamle. Atanmış rektörün, üniversitenin toplumu etkileyen özelliğini iktidara yarayacak şekilde kullanacağını ve burayı piyasayla iç içe geçmiş bir kurum haline getireceğini düşünüyorum. Bunun anlamı sanatsal, kültürel ve toplumsal kaygılarla yapılamn çalışmalara ket vurulacak olması. Okulumuzdaki tiyatro topluluğu, topluma değen konuları işlemeye gayret etmiş ve ilk oyunlarını mahallelerde sergilemiş bir topluluk. BÜFK (Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü) toplumda azınlıkta kalmış, ezilmiş kesimlerin kültürlerini ve seslerini sahneye taşıyan bir kulüp. Okulda yükselen bir kadın mücadelesi ve LGBTİ mücadelesi var, barış mücadelesi var ve bunları kaybetmekle yüz yüzeyiz.