Yazar Ali Bayramoğlu, 15 Temmuz sonrası gidişatın iyi olmadığını, OHAL rejiminin iktidar tarafından istismar edildiğini ve Kürt sorununda birlikte yaşama umudunun zayıfladığını dile getirdi.
Bas Haber'in Bayramoğlu ile yaptığı röportaj şöyle:
Uzun bir dönem milletvekillerine dokunulacak mı dokunulmayacak mı sorusunun yanıtı arandı ve o yanıt dün gece yapılan operasyonlarla geldi. HDP’li vekillerin tutuklanması Türkiye’nin gelecekteki siyasi ayarlarını da bozar yorumları yapılmakta. Bu sürecin sonu nereye gider?
Siyasi ayarların bozulacağına hiç şüphe yok. İki açıdan bozulacaktır.
Bir: Türkiye içerisindeki Kürd Meselesi’nde birlikte yaşama, diyalog kurma ve bu sorunu çözme ihtimali zayıfladı, zayıflıyor ve hatta siyasi kapılar kapanıyor diyebiliriz. Bu, bu istikametteki ilk adım değil. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla başlamıştı, daha sonra 24 ayrı belediyeye kayyum atanmasıyla devam etti. Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı,‘sorun neredeyse oraya gideceğiz ve askeri olarak müdahale edeceğiz’ içerikli yeni güvenlik konsepti açıklamasıyla daha ileri gitti. Güneydoğu’da yaşanan çatışmalardaki karşılıklı sert eylemleri, buna eşlik eden ağır ihlaller görüntüsünü de eklemek gerekir. Bunlar bir araya geldiği zaman, bugün gelinen nokta şaşırtıcı değildir. Beklenen bir gelişme diyelim. Tüm bu gelişmeler siyasi alanın git gide daralması, Kürd siyasetinin ve temsilinin siyasi alanda görünürlüğünün asgariye indirilmesi çabası anlamına geliyor. Kürd sorunu ile ilgili bunun son derece ciddi sonuçları olur. İlk sonuç artacak gerginliktir. Diyalog imkânının tıkanmasıdır. Zaten bir terör, şiddet ortamı var.
İki: Siyasi ayarlar ülkenin demokrasisiyle ilgili de bir sonuçtur. Kürd Meselesi üzerinden yaşanan bu gelişmeler sonuç olarak, Türkiye’de parlamentoda temsili olan bir siyasi partinin temsilcilerinin tutuklanmasına kadar giden, temel hak ve özgürlüklerin iyice sınırlandığı, OHAL rejiminin adeta tabiileştiği bir görüntüyü ortaya çıkartıyor. Bu Kürd Meselesi üzerinden yapılmakla birlikte bütün demokratik sistem üzerinde bir sonuç ortaya çıkartıyor. Dolayısıyla gidiş iyi değil. Bu gidişi epeydir görüyoruz. Özellikle15 Temmuz’dan sonra açılan yeni sayfada OHAL rejiminin siyasal iktidar tarafından istismar edildiğini görüyoruz. Bu istismar üzerinden adeta yeni bir otoriter rejim inşa ediliyor. Kürd Meselesi’ndeki bu aşırı asayişçi, sert ve anti demokratik noktalara giden tutum da bunun unsurlarından biri.
Geçmişte benzer olayları yaşadık dediniz. O dönemlerde Batı’nın tavrı hissedilir düzeyde sertti. Bugün gelen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz. Yeterli mi?
Takip edebildiğim kadarını söyleyeyim. Tepkiler hafif tepkiler değil. Özellikle AB üyesi ülkelerde, Almanya, Danimarka ve İsveç’te Türk Büyükelçileri Dışişleri Bakanlıklarına çağrıldılar. AB Raportörü duruma sert tepki verdi. Sorun, Türkiye’deki parlamenter demokrasiyle ilgili.. Muhtemelen Avrupa Parlamentosu’nda hatta Avrupa Konseyi’nde de bu tutuklamalara yönelik tepkiler olacaktır. Tersi beklenemez. Türkiye hem AB üyesi olmak isteyecek hem de bu tür uygulamaların yapıldığı bir ülke olacak, bu, AB üyesi ülkeler ve AB kuralları açısından çok kabul edilebilir bir durum değil. Ama diğer taraftan dünyada son derece güvenlikçi bir gidiş var. Gerek Amerika gerek Avrupa gerekse Türkiye’de. Bu güvenlikçi gidişatta demokratik hassasiyetlerin daha da azaldığını ve bu tür olayların daha kolay göz ardı edildiğini görüyoruz. Bunun yanında Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşanan savaş içerisindeki pozisyonu, orada kurmuş olduğu ilişkiler ile mülteciler meselesindeki Türkiye’nin ilişki kapılarını her zaman açık tutar. Önemine binaen alacağı tepkiler de daha sınırlı olur. Uluslararası koşullar buna müsait gözüküyor.
CHP’nin bu meseledeki yaklaşımı da eleştiriliyor. CHP, HDP’lilerin gözaltına alınmasına tavırsız mı kaldı? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayır, CHP Genel Başkanı gayet kuvvetli bir çıkış yaptı. Mesele CHP’nin bu hadiseye sessiz kalması değil. CHP’nin meselesi son dönemde Türkiye’de Kürd Meselesi konusunda oluşan devletçi ve asayişçi iklime katkıda bulunmasında. Pek çok konuda mesela Cizre’de, Şırnak’ta, başka yerlerde çatışmalar yaşanırken CHP daha çok terör hassasiyetiyle davrandı. Özellikle Rojava’daki gelişmeler karşısında, Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehdit altındadır hassasiyetiyle davrandı. Elbette bu hassasiyetler anlaşılabilir ama bunların yanına demokratik hassasiyeti yeteri kadar eklenmediği pek çok gözlemci CHP üzerinden, ‘Türkiye’de MHP-CHP ve AK Parti arasında bir iktidar bloğu mu oluşuyor?’ sorusunu sordu. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına CHP’nin verdiği destek de bunların bir göstergesiydi. Bu açıdan baktığımızda CHP bu meselede yeteri kadar aktif ve siyasi alanı genişletici değil. Ama şu son hadisede CHP’yi suçlayacak bir şey görmüyorum. Önemli olan MHP ve AK Parti’nin birlikte oluşturdukları güçle bunu yapıyor olmalarıdır. Şu an itibariyle gözün dikilmesi gereken nokta Türkiye’de oluşan bu kuvvetli milliyetçi ve otoriter duygular veren bloktur. CHP sorunu, bu bloğun oluşmasına destek vermiş olmasıdır, kılıf olmasıdır.
Türkiye kamuoyunun tutuklamalar karşısında HDP’ye yeterince destek vermediği hatta oy verenlerin bile tepkisiz kaldığı yönünde tartışmalar var. Herkes tutuklamaları bekliyor muş gibi... Bu sessizliğin nedeni ne?
Bakın Türkiye’de bir askeri darbe savuşturuldu. Ancak yaşananlara baktığımızda adeta bir askeri darbe yaşanmış ve ülke onun sonuçlarıyla karşı karşıyaymış gibi bir tablo var. Zaten OHAL rejimiyle temel hak ve özgürlüklerin yasal olarak askıya alındığı bir dönemdeyiz. Keyfiliğin hat safhada olduğu bir dönemdeyiz. Gazetelerin üzerinde büyük bir baskı var. Yazarlar, entelektüeller tutuklanıyor. HDP’ye destek verdiği söylenen öğretmenler keyfi bir takdirle mesleklerinden ya da pozisyonlarından uzaklaştırılıyor. Bu iklimde ‘şu gruplar niye ses çıkarmıyorsunuz’ sorusu ne kadar meşru ve makul bir sorudur bilmiyorum. Büyük bir baskı var onun için ses çıkarılamıyor. Gazetelerde yazı yazılamıyor, televizyonlarda bu konu konuşulamıyor. Yaşananlara bir tek Kürdler kitlesel olarak tepki verebilir. Diğer sol ve muhalif grupların Türk siyasetinde ve toplumsal hayatında çok kayda değer bir yeri olduğunu düşünmüyorum.
Bugün artık Kürd Meselesi’ne dair soğukkanlı yaklaşımlar neredeyse yok gibi. Herkes 2 yıl önce yaşananlar/konuşulanlar yaşanmadı gibi mi davranıyor?
Bir baskı ortamı var. Akademisyenlerin çoğu hakkında soruşturma açıldı ve bir kısmı üniversitelerinden atıldı. Söylediğiniz tepkilerin verilebilmesi için demokratik iklim ve koşulların uygun olması gerekir. Zaten bu yasaklar ve tutuklamaların ana hedeflerinden bir tanesi budur. Söz ve tepkinin yasaklanması, cezanın kapıda beklediğinin buna heveslenenlere gösterilmesidir. Bu, en önemli sonuç olarak karşımızda duruyor. Türkiye’nin batısının doğusuyla ilgili çok fikir beyan etmesinin doğru olmadığı, fikir beyan edildiği takdirde bunun cezai yaptırıma maruz kalacağı mesajları sistem tarafından veriliyor. Tutuklamalar yapıyor. KHK’ler ile bütün gazeteler, televizyonlar ve ilgili kuruluşlar kapatılıyor. Dolayısıyla bu baskı ortamında zaten hedeflenen bu olduğu için bunlar çok şaşırtıcı değil.
Ülkede rejim iklimi çok mu hızlı değişiyor?
Ben öyle düşünmüyorum. Bunlar adım adım geldi. Aslında Çözüm Süreci umut vaat etmesiyle birlikte belli sorunlarla başladı. Tarafların beklentileri birbirinden çok uzaktı. Hemen 1 yıl içerisinde Kobanê savaşı yaşandı. Rojava faktörü devreye girdi. Açıkçası Kürd Meselesi’nin algısı, Türkiye merkezli olmaktan hem Kürd tarafından hem devlet tarafından çıktı ve merkezi Ortadoğu’ya taşındı. Bütün bu değişimlerin tabi bazı sonuçları oluyor. İkincisi söylediğim gibi taraflar arasındaki temaslar bir diyalog aşamasını geçmiş değildi. Üçüncüsü de çok önemli bir şey var: Siyasi iktidar Çözüm Süreci’nden dolayı 7 Haziran 2015 seçimlerinde büyük oy kaybettiği kanaatinde. Hakikaten de rakamlara baktığınız zaman Orta Anadolu’da MHP’ye verilen oyu görüyorsunuz. 1 Kasım’da bunların geri alındığını da görüyorsunuz. Nitekim bugün yapılan anketler Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı politikalardan dolayı milliyetçi desteğini arttırdığı görünüyor. Zaten sistemin içerisinde mevcut olan otoriter, dışlayıcı gerilimler hatta Çözüm Süreci yürütülürken bile aslında farklı niyetlerin bir arada var oluşu bütün bu çelişkileri barındırıyor. Dolayısıyla hem zaman zaman iniş, zaman zaman çıkışların yaşandığı iç ve dış konjonktür var hem de bu işi yürüten farklı zihniyetlerin kendi aralarındaki paradoksları var. Ama şu anda Türkiye’de, özellikle 15 Temmuz’dan sonra öyle bir iklim var ki, bu iklimi bundan 1 yıl önce düşünebilir miydik? Hayır, kimsenin aklına gelmezdi.
İçeride bunlar olurken dış siyasette de benzer gerilimlerin yaşandığı gözleniyor. ABD’nin Türkiye’ye, Rakka Operasyonu’na; ‘ya YPG ile katılırsınız ya da katılamazsınız’ çıkışı ne anlama geliyor ya da Türkiye bu dilemayı nasıl aşacak?
Onu bilmiyoruz ama orada farklı çelişki ve çıkarlar var. YPG’nin bazı çıkar ve arzuları var. ABD’nin gerek YPG ile gerek Türkiye ile kendi politikaları etrafında kurduğu ilişkiler var. Türkiye’nin endişeleri ve YPG’den korkuları var. Bir taraf alan kontrol etmek istiyor, diğer taraf onun alanını daraltmak istiyor. Herkes fırsat buldukça bu tür hamleler yapıyor. Türkiye’nin Rusya ile krizini çözdükten sonra Amerika ile anlaşıp saldırıya geçmesi, aynı zamanda ÖSO üzerinden belli bir alan temizliği yapması bunun bir göstergesiydi. Yarın bu fırsatları bulabilir mi, Obama’nın söylediği gibi, ABD-YPG ilişkisi nereye varır? bunları göreceğiz. Muhtemelen şöyle bir şey düşünmek lazım, 3 tane farklı çıkar var ve 4-5 tane farklı aktör var sahada. Bunlar arasında bir denge kurulacaktır. Çatışmalar da bir denge kurulmasını ifade ederler. Muhtemelen Fırat’ın doğusu-batısı ayrımı söz konusu olabilir. PKK-PYD koridor oluşturma fikrini şimdilik askıya alabilir. Dolayısıyla bu dilemayı Türkiye yaşıyor, Kürd hareketi de yaşıyor, Amerika da yaşıyor.
Geçtiğimiz hafta Türkiye, sınırlarına askeri yığınak yapmaya başladı. İran’ın Tuzhurmatu’da Haşdi Şabi ile benzer bir yığınak oluşumu var. Ankara, Haşdi Şabi’nin Musul’a girmesinde halinde Sünni nüfusun tehdit altında olacağını ileri sürüyor. Türkiye açısından bu macera nasıl sonuçlanır?
Buna da somut bir cevap vermek mümkün değil. Musul temizleniyor fakat temizlendikten sonra birbirine hırslanmış pek çok dini ve etnik grubun ilişkileri nasıl olacak, asıl soru bu. IŞİD’i desteklemiş Araplar, desteklememiş Araplar, dışarı atılmış Şiiler, geri gelmekte olan Şiiler, isyan grupları, Ezdiler, bu yüzden ağır bedel ödemiş Kürdler birbirine öfke içerisindeler. Dolayısıyla Musul’un temizlenmesi sadece Türkiye’nin oradaki hükümranlığı ya da Barzani’nin hükümranlığı meselesi değil. Bir boş alan oluşuyor, o boş alan Irak Devleti’nin bir parçası. Ancak Irak Devleti’nin fiili bütünlüğü yok, bir tarafta Barzani bir tarafta İran’ın etkisi altında bir merkezi hükümet. Öte yanda daha Sünni bir bakış açısıyla hem de Kürdleri püskürtme arzusuyla bölgeye bakan bir Türkiye. Bütün bunlar arasında kartlar karılıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin macerası nasıl biter, bu sadece Türkiye’ye bağlı bir durum değil. Burada Türkiye-Irak savaşı da çıkar, Türkiye geri adım da atar. Musul bambaşka bir yapı içerisinde Telafer’den Sincar’a kadar başka özerk alanlarla yeniden inşa da ediliyor. Bunlar zaman içerisinde görülecek şeyler. Ama ben Türkiye’nin politikalarını doğru bulmamakla birlikte neden bunları yaptığını görüyor ve anlıyorum. Birincisi Türkiye’nin Kürd yayılımından duyduğu korkuyla ilgilidir. İkincisi de Türkiye’nin özellikle bölgede hami olma arzusu, bölgede bir güç olma arzusu ve Şiiler ile İran karşısında bir miktar dengeyi sağlama politikalarıyla alakalıdır.
-Çözüm Süreci sonrasında geldiğimiz bu aşamayı Sri Lanka modeline benzetenler var. Şiddete dayalı çözümler Kürd Meselesi’nde geçmişte denendi ancak bir sonuç alınamadı. Bunu artık herkes kabul de ediyor. Türkiye Kürd Meselesi’nde bundan sonra nasıl ilerleyecek?
Bir kere şiddete dayalı çözüm yok. Şiddete dayalı imha var. İmha çözüm sanılan bir şeydir. Fakat bunun insani, siyasi ve tarihi bedelleri o kadar ağırdır ki, şiddetin getirdiği imha da çözüm gücünü taşımaz. Tüm çatışmalar eninde ve sonunda tarafların karşı karşıya gelmesi, anlaşması üzerine sonuçlanır. Dolayısıyla Türkiye’de Kürd Meselesi bir çözüm arayışı ve çatışma makası arasında gidip gelen bir hat izliyor. Şu anda çatışmanın en keskin safhasındayız. Bir süre sonra ben tekrar çözüm meselesinin dile getirileceğini, bir süre sonra derken en aşağı 1-2 sene sonra tabi, tekrar yükseleceğini düşünüyorum. Bir de Clinton’un başkan olup olmayacağı, bölgede dengelerin nasıl kurulacağı, Barzani’nin bölgede nasıl hareket edeceği, Musul’da ne olacağı, bütün bunlar da Türkiye’nin siyasetini belirleyecektir. Ama çözüm kapıları her zaman karşımızda duruyor ve bir gün oraya yeniden gelinecek.