Türkiye, 2016 yazını korkunç bir darbe girişimiyle geçirdi. Askerlerin yönetime el koyma çabası, geniş kitlelerin sokağa çıktığı muazzam bir direnişle püskürtüldü. Ancak 15 Temmuz’un yarattığı atmosfer, siyasi olarak birçok kaotik duruma yol açıyor.
Hükümet, darbe girişiminin ardından kurduğu “milli mutbakat” ile Kürtlere karşı savaşa devam etmek, barış isteyenleri cezalandırmak ve Suriye gündemine askeri olarak müdahil olmak istiyor. Bu doğrultuda adımlar atıyor.
Sosyalist İşçi gazetesi, barış ve özgürlük mücadelesi veren aktivistlerle, 15 Temmuz sonrası oluşan havayı ve buradan demokrasi lehine sonuçlar çıkarmak için yapılması gerekenleri konuştu.
Gülencilerin darbe girişimindeki rolü ve sonrasında başlayan operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Canan Şahin (ODTÜ öğretim üyesi): Fethullah cemaatinin darbe girişiminde merkezi bir rolü olduğu düşünüyorum. Uzun yıllara yayılmış kadro faaliyetlerinin bir düzeyde bu cemaati darbe makaniğini devreye sokacak yeteneklere ulaştırdığı ortada. Ama darbe girişimininde bulunan ekibin salt Fethullah cemaati üyelerinden oluştuğunu düşünmüyorum. Ortada bir tür koalisyon var gibi görünüyor. Kemalist subaylar, kariyerist bir ekip ve Fethullah cemaatinin oluşturduğu bir koalisyondan bahsediyorum.
Şu an hükümetin çizdiği resmi çevçeve sorgulanabilir hâle gelmeden yaşananları açıklığı ile bilmemiz kolay olmayacak. Ama detaylarına vakıf olmasak da net olmamız gereken kimi hususlar var. Darbe girişiminden sorumlu olanlar yargılanmalı ve cezalandırmalı. Ama darbe sonrası başlayan operasyon darbeciler ve işbirlikçileri diye öyle büyük bir havuz yarattı ki binlerce insan bunun mağduru durumda. FETÖ/PDY ile PKK/PYD işbirliği diye sunulan bu düşman ekseni okullarda ve üniversitelerde bir cadı avı yapıyor.
Kaygı verici olan şu ki egemen siyasi aklın ihtiyaç duyduğu darbe karşıtlığı, aynı darbecilerin yapmaya çalıştığı gibi bir koalisyona dayanıyor. Bu koalisyon ordunun darbeci geleneğini tamamen yok sayıp orduyu Gülen cemaatiyle kirletilmiş olarak sunan bir algıyı hakim kılıyor. Darbe ile hesaplaşmak, Fethullah cemaatinin de darbeyi bir seçenek olarak kullanmasını mümkün kılan yapılarla ve bu yapıları besleyen politikalarla hesaplaşmak demek. Bu politikaların başında da militarizm ve savaş politikaları geliyor. Barış inşa edilmeden demokrasi, işçi sınıfı ve akademisyenler için hayal.
Gerçek darbe karşıtlığı için sokakta darbeyi engelleyen iradeye yaslanarak barışı tesis etmek için kolları sıvamalı. Ancak o zaman bir hesaplaşma yaşayabiliriz.
15 Temmuz’un ardından Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan hüküm giymiş darbeciler haklı olduklarını söylüyor. Bu nasıl yorumlanmalı?
Roni Margulies (AltÜst dergisi editörü): Sadece Ergenekoncular, Balyozcular filan değil, derin devletin bütünü aklanıyor. Veli Küçük, Mehmet Ağar gibileri ortalıkta boy göstermeye başladı, böylece 1990'ları faili meçhul cinayetleri ve JİTEM aklanıyor. Hulusi Akar Yenikapı'da sahneye çıkarılıyor, böylece silahlı kuvvetler aklanıyor. Darbeyi sadece Fethullahçılar yaptı denerek, ordumuz yüceltilerek, 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kadar tüm darbeler aklanıyor. Memleket-
te gerçekleşmiş olan tüm kötülükler FETÖ'ye mal edilerek on yıllardır kimseye nefes aldırmayan açık ve gizli devlet mekanizmaları aklanıyor.
Niye aklanıyorlar? Herkesin bildiğini Erdoğan ve AKP bilmiyor olabilir mi? Özden Örnek'in günlüklerini, Yaşar Büyükanıt'ın efelenmelerini, İlker Başbuğ'un "silah değil boru" sözlerini, 27 Mart e-muhtırasını, kozmik odadan çıkanları Erdoğan ve AKP unutmuş olabilir mi? Olamaz elbette. Bal gibi biliyorlar.
Erdoğan ve AKP'nin devletle, derin devletle, Ergenekon'la temel ve ilkesel bir sorunu yoktur. Hiç olmadı. Büyük Türkiye devletinin bekası için her şeyin mübah olduğuna, her şeyin yapılabileceğine Ergenekoncular gibi AKP de inanır. Derin devlet AKP'yi devirmeye, sadece bu yaz değil 14 yıldır darbe yapmaya çabalıyor olmasaydı, birlikte gül gibi çalışacaklardı.İşte şimdi, anlaştılar ve birlikte çalışıyorlar. Birbirlerine bulaşmamak, Kürt hareketini ve Gülen cemaatini ezmek konularında, "yerli ve millî" bir temel üzerinde anlaştılar. Bu anlaşmanın gereklerinden bir tanesi, kaçınılmaz olarak, ordunun ve zaten Genelkurmay yönetiminde olan derin devletin aklanması. Göreceğiz, daha neler neler aklanacak. Bu anlaşma ne kadar sürer, Kemalist devlet AKP ile barışık olmayı ne kadar kaldırabilir, önümüzdeki dönemde izleyeceğiz.
Önümüzdeki dönem emek, barış ve demokrasi mücadelesi için ne yapmalıyız?
Meltem Oral (DSİP Eşsözcüsü): 15 Temmuz’da insanların sokağa çıkması, darbe girişiminin püskürtülmesinde en önemli faktördü. Sokağa çıkanların ortaklaştığı, yekpare bir demokrasi algısı veya politik bir program bütünlüğü elbette yoktu. Ancak darbeyi engellemiş olmanın kendisi, demokrasi ve özgürlükler mücadelesi sürdürenler için önemli bir zemin oluşturdu. Şimdi hükümet hem savaş politikalarıyla hem de OHAL kapsamındaki çeşitli uygulamalarla bu zemini dağıtmaya çalışıyor. Sanki kitlelerin kendi eylemi hiç olmamış gibi davranıyor, mücadeleyi silikleştiriyor. 15 Temmuz’un ardından, insanların politik seçimlerine ve iradelerine tepeden, baskı ve zorla müdahale edilemeyeceği, her kesimden insanın ‘uzlaştığı’ bir görüş gibiydi. Ancak konu Kürt halkının tercihleri olunca bu ortak görüş hemen dağılıyor. HDP’nin neredeyse yüzde 90 oyla seçildiği belediyelere atanan kayyumların ‘seçilmişler bal gibi görevden alınır’ söylemiyle arkasında durulması demokrasiyle bağdaşmıyor.
Bu süreçte birkaç başlığa dikkat çekmek durumundayız. Darbenin esas sorumlularının açığa çıkartılması yerine Gülen cemaatiyle alakası olmayan insanlara atılan çamurlarla konunun sulandırılması, yerli-milli ittifakla birlikte 15 Temmuz’dan önce sanki Türkiye’de hiç darbe yaşanmamış gibi bir algı yaratılmaya çalışarak ordu içindeki darbeci geleneğin üzerinin örtülmesi, dahası Ergenekon-Balyozcuların aklanması, itibarlarının iade edilmesi ve savaş politikaları ekseninde yeni bir uzlaşının oluşması karşısında mücadele etmeliyiz.
Kürt sorununda çözüm umudunu neye dayandırıyorsunuz?
Çağla Oflas (Antikapitalistler kampanyası aktivisti): AKP hükümeti, 15 Temmuz darbe girişiminin halk hareketiyle püskürtülmesinden sonra OHAL ilan etti. Hükümet sözcüleri OHAL’i halka değil, devlete karşı ilan ettiklerini söylediler. Ancak sonrasında darbeye karşı oluşan toplumsal birlik havası hızla hükümet tarafından erozyona uğratıldı. “Kokteyl terör örgütü” tanımlaması üzerinden PKK, FETÖ ve IŞİD’i aynı torbaya koyan hükümet, barış ve demokrasi yerine savaş ve güvenlik politikalarını öne çıkardı. Darbeye karşı mücadeleyi fırsata çeviren hükümet, KHK’lar ile daha önce 657 sayılı kanunda yapmak istediği değişikliği fiilen gerçekleştirdi. 80 bin kamu çalışanını görevden aldı. Seçilmiş belediyelere kayyum atayarak, Kürt illerinde yönetimi atanmış vali ve kaymakamlara bıraktı.
Demokratik çözümden ve barıştan yana olan aydınlar tutuklandı. Hemen her yerde “Bizi milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz” afişleri asılı. Hükümet emekçileri bölmek için bir kez daha milliyetçilik kartını oynuyor. 30 yıldan fazla bir zamandır sürmekte olan savaşın oluşturduğu milliyetçi iklim işçileri bölüyor. Bu durum emekçilerin güçsüzleşmesine yol açıyor.
Çözüm süreci barışın olanaklarını gösterdi. İşçi sınıfı hareketinin yeniden yükselişe geçmesinin çözüm sürecine denk gelmesi bir tesadüf değil. Öcalan’ın mesajını bu anlamda yeni bir fırsat olarak değerlendirmeli, barış mücadelesine omuz vermeliyiz. Çünkü barış, emekçilerin kazanması için biricik umududur. Bu umudu diri tutmak için hepimize çok iş düşüyor.
"Gülen de darbecidir 28 Şubatçılar da"
Şenol Karakaş (DSİP Eşsözcüsü): Günün modası, AKP iktidara geldiği günden itibaren partiyi devirmeye, hükümet edemez hâle getirmeye çalışan askerlerin, 15 Temmuz darbesinden sonra, Türkiye’nin darbeler tarihini temize çekmesi.
CNNTürk ve Hürriyet gibi gazeteler, bu modayı çok sevdiler. Öcalan’ı sorgulayan askerler, Doğan grubunun gazetecilerinin en sevdiği politikacılar hâlinde TV kanallarında kendilerini aklayıp, darbeciliğin Gülencilikle başladığına kamuoyunu ikna etmeye çalışıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, hem uzak hem de yakın tarih hafızalardan silinmiyor. Geçen hafta Adnan Menderes’in idamının yıldönümüydü. 28 Şubat darbesi ve bu darbenin mağdurlarının çektikleri ise hâlâ akıllarda. 28 Şubat’ta tankları merkezi emir komuta zinciri içinde sokağa çıkartanlar ve onların dönem arkadaşları, başlattıkları işin başarısız kaldığını görünce, AKP iktidara gelir gelmez kaldıkları yerden devam etti. Bugün Abdullah Gül de hapse atılsın diyen Özden Örnek gibi askerler Türkiye’nin en etkili iktidar organı olan TSK’nın içindeki hakim pozisyonlarının özlemini de dile getiriyor.
“Ne olursa olsun AKP gitmeli” diyenler, 15 Temmuz darbesinin liderliğini başkalarıyla paylaşan Gülenci darbecilerin ikiz kardeşidir. Bu yüzden 15 Temmuz darbesiyle hesaplaşma, daha önceki darbe girişimlerinin aklanmasıyla elele giderse, bir kez daha darbecilikle hesaplaşılmamış olacak. AKP, muhtemelen cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hâlâ kendisini devirmekte ısrar eden devletin “asıl” sahibi olduğunu düşürenlerle tehlikeli bir ittifakı sürdürmüş olacak. Bunun bedelini, emin olalım Hürriyet gazetesi dışında herkes ödeyecek. Darbelere amasız fakatsız karşı çıkmak, tüm darbecilerle hesaplaşılması için mücadele etmek ve bu mücadeleyi demokrasinin ve özgürlüklerin genişlemesi yönünde örgütlemek yaşamsal bir öneme sahip.