Aslı Erdoğan cezaevi koşullarını anlattı: “Hastalanma lüksüm yok!”

14.09.2016 - 11:41
Haberi paylaş

Özgür Gündem’in tutuklu yayın danışma kurulu üyesi yazar Aslı Erdoğan kaldığı Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nin koşullarını“Hastalanma lüksüm yok burada! Sağlık sorunlarınızdan söz etmeniz bile, hemen yaptırımlarla karşılaşıyor, öylesine insanlık dışı bir bakış açısı” sözleriyle anlattı.

Evrensel’in sorularını kaldığı cezaevinden yazılı olarak yanıtlayan Erdoğan, yazar, gazeteci ve avukatların düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasından öte vicdanın susturulması adına ‘hücrelere atıldıklarını’ söyledi.

‘Toplumun savunma hakkı tehdit ediliyor’

Adil yargılanma hakkının engellendiğini, kapatılan gazetelerle de halkın haber alma özgürlüğünün çiğnendiğini ifade eden Erdoğan, şunları söyledi: “Gözdağı verilen her akademisyenle fikir üretiminin, bilimsel düşüncenin, eleştirel yaklaşımın yolu kesiliyor, tutuklanan avukatlarla toplumun savunma hakkı tehdit ediliyor. Bütün bu bireyler, her insanın en doğal isteği olan barış talebini dillendirdikleri için, devletin resmi tarihini sorguladıkları ve devletin evrensel insan haklarına, hatta bizzat kendi yasalarına uymaya çağırdıkları için cezaevine tıkıyorlar.”

Avrupa’nın ifade özgürlüğünden taviz vermeyeceğini, Türkiye toplumuna da bu kavramları yeterince anlatamadıkları için de aydınların ciddi sorumluluğu olduğunu aktaran Erdoğan, kendisini tanımayan, tek bir kitabını dahi okumayan savcı ve hakimlerce tutuklandığını ifade etti.

‘Şoven milliyetçilikten kurtulamazsak kaostan çıkamayacağız’

Erdoğan, “Siz fizik eğitimi almış bir edebiyatçısınız. İçinde bulunduğumuz kaotik ortamdan çıkabilmek için bir denklem önermeniz gerekse bunu edebi olarak nasıl ifade ederdiniz?” sorusuna ise şu cevabı verdi: “Kaosun formülü basit aslında. Ölüm = Ölüm. Yaşam = Yaşam.” (‘Kırmızı Pelerinli Kent’ten bir cümle) Günümüz Türkiyesi’ne uyarlarsam: Barış = Barış. Savaş = Savaş. Türkiye, içine battığı savaş psikozundan, bakışını çevirdiği her yerde düşman görme/yaratma takıntısından, imparatorluk hezeyanlarıyla iç içe geçen şoven milliyetçilikten, ölme ve öldürme tutkusundan sıyrılmayı başaramazsa, korkarım ki kaostan uzun süre çıkamayacağız.”

‘Topluca ses çıkaramazsak tüm ses tellerini kesip atacaklar’

Kendisi için varoluş biçimi olan yazma eyleminin aynı zamanda bir direniş de olduğundan bahseden Erdoğan, “Ben gücümü gerçeği söylediğimi bilmekten alıyorum, bunun için de hiçbir seyirciye, hakeme ihtiyacım yok. ‘Yüreğim, aleyhime tanıklık etme!‘ der çok eski bir Mısır şiiri. Yüreğimin tanıklığı şu an ciddiye aldığım tek tanıklık” diye konuştu.

‘Bu ay bir iki akademisyen atalım içeri, on kadar gazeteci, bir de edebiyatçı olan aralarında… Şimdi ‘Kürt dostlarından’, özellikle kadınlardan seçelim ki, iyice gözleri korksun!’ anlayışıyla hareket edildiğini anlatan Erdoğan, “İçeride ve dışarıda topluca ses çıkaramazsak, yakında bu toplumun bütün ses tellerini kesip atacaklar” dedi.

‘Cezaevinde hastalanma lüksüm yok’

Cezaevinde, ‘sayım, kahvaltı, sessizlik saati, avukat ve akşam yemeği’ olarak hep aynı döngünün olduğuna dikkati çeken Erdoğan, sağlığına ilişkin şu ifadeleri kullandı: “Elbette, ellisine merdiven dayamış, dört ameliyat geçirmiş, deyim yerindeyse, dikişleri oradan buradan ‘atan’ bir kadın için cezaevi ideal yer değil ama nezarette geçirdiğim ilk geceden beri sanki bana ait olmayan bir güç geldi bedenime. Hastalanma lüksüm yok burada! Sağlık sorunlarınızdan söz etmeniz bile, hemen yaptırımlarla karşılaşıyor, öylesine insanlık dışı bir bakış açısı.”

Erdoğan, tutuklu dilbilimci Necmiye Alpay ile hukuk dışı olarak, siyasi gerekçelerle tutuklandığını belirterek, ilk sekiz gün kendisine gazete verilmediğini ve cezaevinde tutulan özgürlük nöbetleri sayesinde kendisini ‘ilk kez yalnız hissetmediğini’ söyledi.

‘Edebiyat kader duygusuyla başlar…’

Gözaltında ‘daracık bir tahtada pis bir battaniyeye uzanarak 72 saat gözaltında kaldığını’ anlatan Erdoğan, tutukluluğun hayatına etkisini değerlendirmek için erken olduğunu kaydetti.

Erdoğan, koğuş arkadaşlarını anlattı: “Yirmi kadınla bir koğuşu paylaşıyorum. Her birinin hayat hikâyesi, trajedileri, direnişi, varoluş mücadelesi, edebiyat için bulunmaz ‘malzeme’, ama ben koğuş arkadaşlarımı ‘malzeme’ gibi göremeyecek kadar bağlandım onlara… Mutlaka yazmalıyım buradaki herkesi, teker teker, buradaki her hikâye anlatılmalı, ama kalemimin gücü yeter mi, emin değilim. Benim için edebiyat kader duygusuyla başlar, bu duyguyu da cezaevinden daha iyi hiçbir deneyim belletmez.”

Bültene kayıt ol