Darbe, kitle hareketi ve sol: Ne yapmalı?

18.07.2016 - 15:35
Haberi paylaş

15 Temmuz’u 16 Temmuz’u bağlayan gece, Türkiye siyasi tarihinin en uzun gecelerinden biri olarak kayıtlara geçti.

Pek çok generalin ve subayın içinde olduğu bir darbe girişimi, içeriden birilerinin vazgeçmesi ve sokaklardaki siyasal hareketlenmenin verdiği moralle de birlikte amaçlarına ulaşamadan durduruldu. Bu girişimin içindeki subayların kimler olduğu sorusu önemsiz bir soru değil, ilk andan itibaren söylendiği üzere, yüksek olasılıkla "Gülenciler" de işin içindedirler. Ama belli ki mevzu daha büyük, “Gülenciler” diye geçiştirilemez. 103 general/amiral gözaltına alınmışken, bu darbe girişimine sadece "Gülencilerin işi" demek siyasi tarih dışı bir yanılgı olur... Mesele daha büyük ve tam da bunun üzerine üzerine gitmeliyiz. Karşı karşıya olunan, ordunun siyasi tarihimizdeki yaptığı, yapmaya yeltendiği sayısız darbe girişimini de düşününce, karşımızdaki büyük yapının bir ‘grup’tan ziyade pekâla bir ‘gelenek’ olduğudur. ‘Gelenek’in nereden beslendiğini göstermesi açısından, 100’den fazla Kuleli Askeri Lisesi öğrencisinin de gözaltına alınması iyi bir gösterge.

Peki sokaklarda ne oldu ve olan bitende bunun etkisi ne derece belirleyici olmuştur? Tersinden bakarsak, kimse sokaklara çıkmasa, okunan bildiride geçen “bütün yurtta sokağa çıkma yasağı”na uyulmuş olsa ne olurdu? Büyük ihtimalle darbe amacına ulaşır ve bütün toplumu, bütün örgütleri kanlı bir şekilde ezer, geçmiş ‘deneyim’lerinde neler yaptıysa, yine benzeri şeyleri yapardı, bundan hiç kuşku yok.

Belli başlı temeldeki siyasal ilkeleri tekrarlamakta hep fayda var: Darbenin kime yapıldığı, ilk bakışta görülen hedefi hiç ama hiç önemli değildir, ki zaten askeri darbe(ler) hiçbir zaman yalnızca hükümeti hedef almazlar; siyasal aygıtın tamamını, bütün partileri, sendikaları, sosyalistleri, dernekleri, Kürtleri, eşcinselleri… hedefe alırlar, ezmek için uğraşırlar, mevcut hükümeti askeri bir darbe ile devirecekler ve diğer politik gruplar huzur mu bulacak, böyle bir durum olabilir mi?

Bir diğer konu ise geliştirilecek siyasal argümanlar açısından önemli bir yere sahip. Sokakta olanlar üzerine yapılan tartışmalar, son derece tuhaf bir zeminden hareket ediyor. 28 Şubat süreci sanki hiç yaşanmamış gibi adeta... Darbenin ilk bakıştaki muhatabı otoriter, çok yoğun bir şekilde baskıcı, neoliberal, savaş politikalarının baş sorumlusu -işte bildiğimiz AKP- olabilir, ancak askeri cunta ile kıyas yapmak siyaseten çok yanlıştır. AKP'nin iktidar yolu tam da böylesi bir siyasal patikadan açılmıştır, siyasi tarihin kendisini unutmamak, hatırlamak gerekli.
 
Peki ama ne yapmalı? Soldan özgürlükçü, darbeler karşısında “ama”lamayan bir siyasal tahayyül nasıl yükseltilmeli? Son üç gündür olanlar bunun zorlu bir süreç olduğunu gösteriyor. Çünkü mobilizasyon kabiliyeti azalıp hareket küçüldükçe, daraldıkça ve oldukça dar katılımlı eylemlerin de rutinleşmesiyle, kitle hareketlerinin içine nasıl girilir, ne yapılır, iyice zor bir durum alıyor, bir anlamıyla muhafazakârlaşıyor da... Galiba şöylesi bir bekleyiş ana akımlaşıyor: Sokağa çıkan herkesin sosyalist, daha genel anlamıyla ‘solcu’ olması gibi bir beklenti hâli peyda oluyor. Godot'yu bekler edasında, tamamen devrimcilerden, sosyalistlerden oluşan bir kitlesel hareketi bekleyenlere kötü haber vermek durumundayız, bu hiçbir zaman olmayacak. Toplumsal mücadeleler tarihinde böylesi bir zaman diliminin olduğunu söylemek zor, ne zaman böyle oldu? (Anımsayalım: “Egemen sınıfın fikirleri, egemen fikirlerdir”!) Örneğin, toplumsal, sınıfsal mücadeleler tarihindeki en önemli zafer anlarından birinde, Rusya'da devrim günlerinde Bolşevik partisinin (maksimum) 40 bin üyesi vardı, toplam nüfus ise 100 milyondan fazlaydı. Bolşevikler herkesin sosyalist olmasını bekleyecek siyasal hamlıkta değillerdi, mücadelenin hep önünde yer aldılar. 1905 Devrimi ve 1917 Şubat Devrimi ise tam da toplumsal hareketlerin bağrında doğdu, devrimci bir zemin buldu. Bugüne bağlarsak, darbeye karşı tankları durdurmak için yapılan eylemlerin içinde binlerce kişi olarak yer alabilmek, sosyalistlerin en temel işiydi. Açıkçası bunu yapamadık, yapabilmek için uğraşmak zorundayız, kitlesel bir hareketin içinde dönüştürücü olmak istiyorsak bunu yapmadan olmaz, olamaz.

Helikopterle kitlelerin tarandığı, yüzlerce kişinin katledildiği bir darbe girişiminden sonra "kelle koparan yobaz halk" ya da "şeriat provası" kıvamında çıkarımlar yapmak (neredeyse sıradan bir çıkış oldu bu, ancak neredeyse tamamı yalanlandı!), gerçekten inanılması güç bir siyasal düşünce tıkanıklığı... Çağını düşüncede kavrayabilmek, harekete geçmenin ön koşulu, olmadan olmuyor maalesef! Genelleyici, yanlış olduğu apaçık olan ve hep dışarıdan bakan “çok bilmiş özne” durumundan bir önce çıkarak, Fatih’te duvarlara “Darbeye hayır, savaşa hayır, yaşasın barış” yazanlarla kurulabilecek temaslar ve ortaklaşmalar üzerine düşünerek, aktif siyasal özneler durumuna gelmek zorundayız: AKP'nin liderlik kadrosunu siyasal olarak yenmemiz gerekiyor; tabanıyla ise temas kurmak, konuşmak, tartışmak. AKP’yi yenebilmenin başka bir yolu yok, eğer gerçekten yenmek istiyorsak bunları denemek zorundayız.

Soner Dinçsoy

Bültene kayıt ol