İsrail ile Türkiye anlaştı, etkileri ise hâlâ devam ediyor. “Kim kazandı? Bu anlaşma hangi ülkenin çıkarına oldu?” soruları kafaları yoruyor. Ülke çıkarları birçok sefer olduğu gibi halkların çıkarlarının önüne geçiyor ve ekonomik getiriler, askerî stratejiler mevzu bahis olduğu için gerisi teferruat olarak kalıyor.
İsrail ve Türkiye arasında, esas olarak krize yol açan Mavi Marmara filosu, öncesi, anı ve sonrası ile tümüyle bir trajedi iken mevzu sadece turizmin olumlu etkileceneğinden bahsedilen bir hâl alabiliyor. Şezlong piyasasının yazın gelmesiyle ivme kazanıp ücretsiz plajları gasp etmesini bilirdik de insanlık trajedisini gölgeleyebilecek kadar da büyük olduğunu ben yeni idrâk ettim.
Tayyip Erdoğan ile Benjamin Netanyahu’nun el sıkıştığı anlaşmaya baktığımızda her iki taraf geri adımlar atsa da askerî ve doğalgaz işbirlikleri her iki ülke (halk değil) çıkarı için mühim gibi. Ve esas gibi… Geri kalan maddeler ayrıntı gibi duruyor. Zaten herkes ekonomik ve askerî işbirliğinin ülkelerin çıkarlarına nasıl olumlu etki edeceğinden söz ediyor.
Erdoğan, Peres’e “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!” dediği zaman içimde hep ukte kalmıştır neden Peres de dönüp “Siz de hiç fena değilsiniz.” demedi diye. Maalesef iki ülke de birçok katliama imza atmıştır. Zaten o zamanlar da iki ülke arasında askerî anlaşmalar vardı. İsrail ordusunun pilotları Konya’da eğitim alıyorlardı. Militarizm iyi becerdikleri, her daim ortak olan noktaydı.
Mavi Marmara, ‘Özgürlük Filosu’ ismiyle yürütülen şiddet içermeyen, uluslararası kampanyanın gemilerinden birisinin ismi. Mavi Marmara bir çok boyutuyla ele alınabilecek bir hâdise. Özgürlük Filosu’nu ya da Mavi Marmara’yı antisemit bir eylem olarak göremeyiz. Muhakkak Mavi Marmara’nın içinde antisemit insanlar da vardı; ancak filonun içinde Yahudiler de vardı, İsrailli milletvekili de vardı. Hatta geçtiğimiz Mayıs ayında hayatını kaybeden, Holokost Kurtulanları’ndan Hedy Epstein de Mavi Marmara’da olmak istemiş, sağlık sorunları nedeniyle gemide bulunamamış, desteklerini açıklamıştı. Antisemitizmle ilgisi olmayan, sadece eşitlik ve adalet isteyen, amacı sadece ablukayı kaldırarak Gazzelilerin daha iyi bir yaşama kavuşmasını amaçlayan birçok ülkeden insan o geminin içindeydi. Ayrıca unutmamak gerekir ki kampanya kapsamında, Türkiye dışında birçok ülkeden de yardım gemileri denize açıldı; ancak hiçbiri Mavi Marmara’daki gibi sonuçlanmadı. Burada akıllara yaşanan sadece Erdoğan ve Netanyahu’nun hegemonya mücadelesiydi gerisi ise “sadece iç ve dış politika için şov muydu?” sorusu geliyor. Tabii ki iki ülkenin hükümeti de vatandaşlarını böyle bir şeye alet ederek canlarını tehlikeye atacak değildir diyor ve hemen o düşünceyi akıllardan çıkarıyoruz…
Mavi Marmara, maalesef Türkiye’de antisemitizmin zirve yaptığı, çok sayıda Türkiyeli Yahudinin maruz kaldığı antisemitizmden bıkıp ülkeyi terk ettiği bir dönemdir. Yaşanan olaylar, kalanların ise büyük ölçüde tedirgin olmasına yol açmıştır. Medya destekli antisemit tamtamlar Yahudi düşmanlığını körüklemiş, manşetlerde Türkiye’de yaşayan Yahudiler hedef gösterilmiş, “Katiller aramızda” denilerek cadı avına yol açabilecek nefret söylemleri kendini göstermiştir. Mavi Marmara’nın örgütlenmesinde ana odaklardan biri olan İHH’nın başkanı, antisemit Bülent Yıldırım da “Türkiye’de İsrail askeri istemiyoruz” isimli bir kampanya başlatmaya çalışarak Türkiyeli Yahudileri hedef göstermişti.
Mavi Marmara’ya İsrail tarafından bakacak olursak, İsrail söylediği yalanlardan ötürü kendi vatandaşlarından ve tüm dünyadan özür dilemelidir. Mavi Marmara gemisi denize açılmadan önce ve Shayetet 13 Komandoları ‘operasyonu’ gerçekleştirene kadar hâkim olan söylem gemide teröre destek için cephane taşındığıdır. İsrail, iç ve dış politikada gemide bulunanların silahlı, bombalı terörist bir grup olduğu söylemini benimsemiş, bunun propagandasını yapmış ve gemiye teröre karşı mücadele için müdahale edileceğini belirtmişti. Ancak -hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde- böyle bir bulguya gemide ulaşılamadı. ABD de Irak’ı işgal ederken kitle imha silahı bulacağı yalanının arkasına sığınarak “terörle mücadele” ve “demokrasi” için Irak’a ‘müdahale’ etmişti. Mavi Marmara gemisinde bulunan malzemeler sadece insani yardım malzemeleriydi. Trajikomik bir şekilde basına gösterilen “terör filosundaki” bıçaklar, sapanlar ve sopalar bahsedilen “delillerdi”. Gerçi zaten İsrail’in tazminat ödemeyi kabul etmesi de yaptığı ‘operasyonda’ haksız olduğunun kabulünü göstermektedir. İsrail’in uyguladığı agresif politikalar yüzünden Türkiye ile gerilim yükselmiş, gemiye yapılan saldırı sonucu 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Netanyahu halklar arasında nefrete yol açmış, 10 insanın ölümüne neden olan askerî operasyonun emrini vermiş ve yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atmıştır.
İsrail, o dönem milletvekili olan Hanin Zuabi’den de ayrıca özür dilemelidir. Hanin Zuabi’nin hikâyesi biz bu topraklarda yaşayanlar için çok tanıdıktır. İsrail vatandaşı olmasına rağmen “Arap asıllı” olduğu için vatan hainliği ile kolaylıkla suçlanmış, gemiye katıldığı için itibarsızlaştırılmış, terörist ilan edilmiş, sağcıların yalan kampanyalarının kurbanı olmuş ve seçilen ilk kadın Arap milletvekili olan Zuabi’nin milletvekili olmaktan kaynaklı hakları elinden alınmış, vatandaşlıktan çıkarılma ve ölüm tehditlerine maruz kalmıştır. Bugün İsrail devleti 21 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etmişse, demek ki Zuabi, propagandası yapıldığı şekliyle teröre destek vermemiştir.
Bugün Erdoğan için de özür dileme günüdür. O dönemde antisemitizme neden olan söylemlerde bulunmuş, antisemitizm yükselirken Gazze’yi iç ve dış politikası olarak kullanmış, ülkede yükselen antisemitizme karşı hiçbir şey yapmamıştır. Ablukanın kalkması için geminin kalktığını söyleyen Erdoğan, bugün el sıkıştığı anlaşma uyarınca ablukayı resmen kabul etmiş, o günkü İsrail’in söylemlerinin ve verdiği izinlerinin çizgisine gerilemiştir. Gazzelilerin yaşadığı insanlık trajedisine karşı olduğunu söylerek Netanyahu ile artırdığı gerilimde vatandaşlarının ölmesi ile sonuçlanan eylemi bugün “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz?” diyerek kamuoyunu manipüle etmektedir. Bugünden o güne baktığımızda Mavi Marmara’daki insanlar, ülkeler arasındaki hegemonya mücadelesi gereği bir efelenme politikası olarak kullanılmışlardır.
Tabii ki burada silkinip kendisine gelmesi gereken, İsrail’in politikarı nedeniyle Türkiye’deki Yahudilerin antisemitizme maruz kalmasına neden olan politik gruplardır. Mavi Marmara’da ve her İsrail saldırısında, Türkiye’deki Yahudilerin İsrail’i kınaması beklenmekte, bunun için baskı yapılmaktadır. Tamamı olmasa da İslami ve solcu politik gruplar İsrail’i eleştireceğiz diye başlayıp eleştirilerini hızlı bir şekilde antisemitizme vardırıp Yahudi nefreti ile sonlandırmaktadırlar. Protesto yürüyüşleri sinagog önünde son bulmakta, sloganları nefret söylemleri ile bezenerek Yahudi halkını hedef göstermekte, yapılan protestoların büyük çoğunluğu antisemit vurgular taşımaktadır.
İşin bir başka pek de farkında olmadığımız acı tarafı da Türkiye’de yaşayan Yahudilerin huzurunun ya da can güvenliğinin Türkiye ile İsrail ilişkilerine bağlı olmasıdır. Türkiye’deki Yahudiler İsrail ile ilişkilerde âdeta rehin gibi görülmektedir. Gerçi bu anlaşma sürecinde hiç fikri bile alınmayan Gazzeliler ve Filistinliler muhtemelen daha vahim bir ruh hâli içerisindedirler…
Esas kritik noktalardan biri de bence Türkiye’de yaşayan bazı Yahudilerin anlaşmayı, “bu anlaşma esas Gazzeliler için iyi oldu, gereksiz eleştiri yapmayalım” şeklinde algılamaları. Muhakkak ki Türkiye’den gidecek yardımın Aşdod üzerinden Gazze’ye ulaşacak olması bir derece de olsa, orada yaşayan halkın koşullarını iyileştirecektir; ancak Gazze halkının tek istediği insani yardım değil. Bu tür yardımları zaten İsrail de hali hazırda yapıyor. Biz buradan Gazze halkı adına iyi olana karar verme haddini üstümüze almamalıyız. Unutmayalım ki orada yaşayan halkın bu koşullarda olmasının nedeni kendini yegâne Yahudi devleti olarak tanımlayan ve Yahudiler adına hareket ettiğini iddia eden İsrail devletidir. Onun için ben Gazze halkının yararına olanın, kendilerinin taraf ol(a)madıkları askerî ve ekonomik çıkar anlaşmalarını alkışlamaktan değil, benim adıma hareket ettiğini iddia eden devlete “Benim adıma yapma!” demekten geçtiğini düşünüyorum.
Eli Haligua
(Avlaremoz.com)