Arınç, Erdoğan'a ve AKP'ye karşı mücadele mesajı verdi

19.05.2016 - 09:23
Haberi paylaş

Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'la birlikte 14 Ağustos 2001'de AKP'yi kuran üç isimden biri olan eski TBMM Başkanı, eski Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, partisinin iktidarını "baskıcılık, güç sarhoşluğu, yasakçılık"la suçladı.

Bülent Arınç'ın dün saat 13:30'da Turgut Özal Üniversitesi'nde katılacağı Anayasa Çalıştayı "provokatif olaylar çıkabileceği" gerekçesiyle iptal edilmişti. Arınç, "Bu gerekçeye ihtimal vermemekle birlikte alınan bu karara uymak durumundayım" demişti. Arınç ayrıca Twitter'dan çarşamba günü bazı konularda açıklama yapacağını da duyurmuştu.

Arınç'ın Twitter'daki hesabından yaptığı açıklama şöyleydi:

Aktif siyasete ara verdiğim bu süreçte, gençlerimizle birlikte olmak, onlarla tecrübe paylaşımında bulunmak ve aynı havayı teneffüs etmek adına üniversitelerden gelen konferans taleplerine özellikle olumlu cevap verdim. Bu talepler üniversitelerin yönetimlerinden değil, oraların gerçek ve tek sahibi olan öğrencilerden geliyordu.

Hangi görüşten olursa olsun davette bulunan tüm öğrenci gruplarına ve konferanslarda salonların dışına taşacak kadar ilgi gösteren her düşünceden öğrencilerimize teşekkür ediyorum.

Bilinmesini istiyorum ki gerek daha önce konferans verdiğim üniversitelerde, gerekse ÜNİVERSİTE YÖNETİMLERİ tarafından konferans vermem engellenen Kırıkkale Üniversitesi, Beykent Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde şahsıma yapılan konferans davetleri tüm öğrenci gruplarının ve her görüşten öğrencilerimizin ortak mutabakatlarıyla gerçekleşmiştir.

Bu gerçekler çerçevesinde katılacağım programları “Provokatif Olaylar” çıkabileceği gerekçesiyle iptal etmek en başta o üniversitelerin öğrencilerine saygısızlıktır.

Siyasi veya idari makamlardan gelen ya da gelebilecek olan bu tür susturma çabaları “Gerçekleri duymayı istememek veya duyulmasını engellemek” kaygısı ile açıklanabilir.

Fakat bu engelleme tutumu, en geniş özgürlük alanları olması gereken üniversitelerden ve üstüne üstlük “öğrencilere rağmen” gelirse bunu “güvenlik” ya da diğer uydurma gerekçelerle açıklamak o öğrencilerin zekalarıyla alay etmek ve onları yok saymaktır.

Üniversitelerin asli unsuru ve gerçek sahibi olan öğrencilerin iradelerini yok saymak, meşru ve makul taleplerini görmezden gelmek ve “öğrencileri karşılarına almak pahasına” yasakçı tavır takınmak hiçbir akli, mantık, sebeple açıklanamayacağı gibi, bu baskıcı tutum, üniversitelere “yasakçı üniversite” yaftasını da yapıştıracaktır.

Bu çerçevede, gerek şahsımın, gerek tüm öğrencilerimizin ve kamuoyunun merak ettiği sorular şunlardır:

1.Tüm öğrenci gruplarının mutabakatı ve ortak davetleriyle organize edilen konferansların akli, mantıki gerekçelerle iptal edilmesi mümkün olmadığına göre, “milli irade”nin en dinamik temsilcileri olan öğrencilerin taleplerine rağmen bu engellemelerin “gerçek” sebebi nedir? Rektörlüklere baskı uygulanmış mıdır?

2.İlgili üniversite yönetimlerinin, kendi öğrencilerinin iradelerini yok saymaları ve öğrencilere baskı uygulamaları rektörlüklerin kendi inisiyatifleri midir, yoksa başka mercilerden talimat mı almışlardır? Talimat aldılarsa o talimat nereden gelmiştir?

3.İlgili üniversitelerin yönetimlerinin, kendi öğrencilerinin irade ve meşru taleplerini görmezden gelmeleri “öğrenci odaklı üniversite” kavramına uymadığına göre, üniversite yönetimleri neye, nereye ya da kime odaklanmıştır?

Başta tüm üniversite öğrencilerinin ve kamuoyunun cevap beklediği bu soruları “yeni talimatlar beklemeden” ve “ne cevap verelim” diye başka mercilere sormadan, tamamen gerçeklerle cevaplamak ilgili üniversite yönetimlerinin boyunlarına borç, kendi öğrencilerine karşı ise ahlaki sorumluluklarıdır.

14 yılda 90’ın üzerinde yeni üniversite açmış olmanın gururunu yaşayan Ak Parti’nin halen iktidarda bulunduğu bir dönemde, halkın çocuklarının tertip ettiği konferanslar iptal ediliyor ya da ettiriliyorsa, bu durum, iptal edici ya da ettirici merciler için utanç vesilesi ve “milli irade”ye saygısızlıktır.

Anlaşılan şu ki,

Maharet, üniversite açmak değil, üniversitelerde özgürlüğün ve bilim üretmenin yolunu açmaktır.

Maharet, yönetici olmak değil, yönetebilmektir.

Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duymama adına izlenen bu anti demokratik yol, baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolun yolcularının hazin sonlarıyla doludur.

Bilinmelidir ki,

“Provokatif Olaylar” üniversitelerde konferans verildiğinde değil, bilakis kürsüler, kalemler, meşru ve farklı sesler susturulduğunda çıkar.

40 yılı aşan siyasi hayatımda, inandığım doğruları özgürce söylediğim hiçbir dönemde “provokatif olaylar” çıkmadı. Fakat ne zamanki sesimiz kısılmaya, varlığımız yoklukla imtihan edilmeye başlandı, işte  zaman attığımız her adım “olay” oldu.

Daha önce bu baskıcılar, ses kısıcılar, Başbakan asıcılardı. O zihniyetti. Kendilerinde müthiş bir güç vehmediyorlar ve “Beni eleştirirsen yok olursun” diyorlardı. Yok olmadık. Gençliğimizi, ömrümüzü verdik, yılmadık.

Şimdilerde bu baskıcılar, ses kesiciler, sus deyiciler bizim mahallenin çocukları ise onlara kızıp mahalle değiştirecek değiliz. Kaldı ki o çocukların sesleri de artık karşı mahalleden geliyor.

Ülkemizin “sus”lar ülkesi olmasına 40 yıl önce nasıl karşı çıktıysak aynı şekilde bugün de karşı çıkarız. Zira 40 yıl önceki iyi niyet ve gayretten zerre kadar sapmış değiliz. Aynı niyette, aynı safta, aynı safiyette ve aynı azimdeyiz.

Daha düne kadar başörtüsü yasağı gibi nice yasaklara birlikte karşı çıktığımız, omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar, artık bugün saf değiştiriyor, güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyor ve omuz atıyorlarsa, o halde özgürlüklere müdahaleyi, özgürlük için mücadele sebebi sayar ve bunun icabını yaparız

Her devir için kendini mutlak güç makamında görüp aldananlara, asırlar öncesinden Yunus Emre şöyle seslenmiş, ne kadar da doğru demiş

Yerden yeğe küp dizseler,

Birbirine bent etseler,

Aradan birin çekseler,

Seyreyle sen gümbürtüyü.

Şimdi seyreyelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.

Bültene kayıt ol