Ergenekon Davası’nın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını usul ve esas yönünden bozdu. Yargıtay’a göre “Ergenekon terör örgütü” diye bir şey yok.
9 yıl önce Ümraniye’de bulunan 27 adet el bombası oyuncakmış. İlker Başbuğ’un televizyona çıkıp gösterdiği lav silahları gerçekten boruymuş. Cumhuriyet Gazetesi bombalanmamış, Danıştay saldırısı olmamış, Hrant Dink, Rahip Santoro cinayetleri işlenmemiş. Malatya Zirve Yayınevi katliamı bir korku filminden ibaretmiş.
Fırat’ın doğusundaki 17 bin faili meçhul cinayet sadece sayıymış. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat’ta darbe yaşanmamış.
27 Nisan takvimlerden bir tarih, Genelkurmay tarafından yayınlanan muhtıra ise herhalde internet sitesinde paylaşıldığından dolayı olsa gerek hayali bir durum.
E-muhtıra kumpas değil
Egemenler, geniş kitlelerin balık hafızasına sahip olduğunu düşünürler. Zaten , davalarla ilgili bu kadar vaka, belge, silahlar bulunmasına rağmen; Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet ve postal giymiş medya tarafından tüm nufusu bu davaların bir kumpas olduğuna inandırmaya çalışmasının da başka türlü bir izahı yok.
Ergenekon ve Balyoz davaları bir hayal mahsulü olarak başlamadı. Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan e-muhtıra ve sonrasında Ümraniye’de bir evde bulunan el bombaları bu davaların başlangıcı oldu.
9 yıl önce, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde, CHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili ilk oylamayı Anayasa Mahkemesi’ne götürdüğü gece, Genel Kurmay Başkanlığı internet sitesinde bir muhtıra yayınlandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin laikliğin teminatı olduğunu hatırlatan muhtırada, “Atatürkçülüğe, laikliğe ve cumhuriyetin temel ilkelerine sözde değil özde bağlı” bir cumhurbaşkanı istenildiği belirtildi. “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.” sözleriyle biten muhtırada, Kürtler, dindarlar, sosyalistler ve işçi sınıfı düşman ilan edildi.
Muhtıraya giden kanlı yol
Eski Komutan Özden Örnek’in günlükleriyle ortaya çıkan darbe teşebbüsleri 2002-2007 yılları arasında yaşanan olayları ve faili meçhul cinayetleri de kapsamakta. Nokta Dergisi, darbe planlayan bir cuntanın varlığıyla ilgili haber yaptığı gerekçesiyle Askeri Mahkeme kararıyla baskına uğradı ve kapatıldı.
28 Şubat darbesi sonrasında “1000 yıl sürecek” darbe ikliminin kalıcılığı için harekete geçildi. Darbeye toplumsal bir zemin yaratmak isteyen güçler, “Tehlikenin farkında mısınız?” diyerek, Alevileri ve orta sınıfları kışkırtmak istedi. AKP hükümeti tarafından aklanan Mustafa Balbay, darbenin haberini yaptı. 2003 yılında genelkurmay başkanıyla başbakanlık binasında yaptığı görüşmeyi “Genç subaylar tedirgin” başlığı altında yayınladı. Kaosun hakim olmasını isteyen güçler 2006 yılında Cumhuriyet Gazetesini bombaladı, Danıştay ve Rahip Santoro cinayetlerini işlediler. Ocak 2007’de Hrant Dink katledildi. Hrant Dink’in ardından on binlerin ellerinde “Hepimiz Ermeniyiz” dövizleriyle yürümesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşması milliyetçi hezeyanlar, şeriat,türban, laiklik tartışmalarını ayyuka çıkarttı. Erdoğan yasaklıydı. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayıydı. “Eşi türbanlı birisi” Cumhurbaşkanı olamazdı. 14 Nisan’da CHP , MHP ve sivil giyimli ordu mensuplarının katıldığı Cumhuriyet mitinginden dört gün sonra Malatya Zirve Yayınevi katliamı gerçekleşti.
O dönemde Kürt halkının yasal temsilcisi DTP hakkında kapatılma davası açıldı. Onu AKP’nin kapatılma davası izledi.
Darbelere karşı omuz omuza
Genelkurmay tarafından düşman ilan edilenler arasında öfke büyüdü ve dayanışma arttı. Genelkurmay Başkanlığı’nın düşman ilan ettiği, Kürtler, Ermeniler, eşcinseller, dindarlar, insan hakları aktivistleri, sosyalistler, ağır çekim darbeye karşı birleştiler. 21 Haziran 2008’de İstanbul’da gerçekleşen “Darbelere karşı ses çıkar” yürüyüşü tarihe bir ilk olarak geçti. Tünel Meydanı’nı dolduran binlerce insan İstiklal Caddesi’ne yürüdü. İstiklal Caddesi binlerce darbe karşıtının sloganlarıyla inledi. Farklı bölgelerden, faklı düşüncelerden insanlar hep birlikte “Darbelere Dur De”, “Darbelere karşı omuz omuza ve öz-öz-özgürlük!” sloganları attılar.
Yarılma
Darbelere karşı yürüyüş, toplumda ve sol içinde büyük bir yarılmaya yol açtı. Kimileri darbelerin yanında tutum aldı. Ergenekon’un avukatı CHP lideri Deniz Baykal “önce durup dururken darbe karşıtı gösteriler yaptılar, sonra Ergenekon operasyonu başladı” dedi. Dönemin TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ise “Darbelere karşı değilim!” dedi. Mümkünmüş gibi bir de üçüncü yol çizgisi vardı. Birgün Gazetesi “Yesinler birbirlerini” manşeti attı. O dönemde Sosyalist Emek Hareketi’nin lideri olan Ertuğrul Kürkçü’ye göre ise tüm bu olanlar emek alanının dışında gelişiyordu ve basit tabirle ‘Ayşe Teyze’nin bu işten bir kazancı’ yoktu!
Evet, darbelerin ardında egemen sınıflar arasındaki çatışma vardı. Ancak, egemen sınıfın bir kanadı diğer kanadına silah dayamıştı. Namlunun ucu sadece seçilmiş hükümete değil, işçi sınıfına, Kürtlere, Ermenilere ve toplumda ezilen hemen herkese dönüktü. Sosyalistler ve işçi sınıfının öncelikli görevi, iktidardaki partinin niteliğine aldırmadan darbelere karşı çıkmaktı. Ve nitekim öyle oldu. İşçi sınıfı ve geniş yoksul kesimler, sosyalistlerle birlikte darbeye karşı tutum aldılar.
Darbeye karşı aşağıdan yükselen mücadele sonuç verdi. Ergenekon soruşturması ilerletildi ve generaller tutuklandı.
Hükümet davayı itibarsızlaştırdı
Ergenekon davaları, Alper Görmüş’ün de deyimiyle siyasi bir mesele değil, halkla ilişkiler çalışmasıyla yürütüldü. Ulusalcılar ve milliyetçi çevreler, davaların her aşamasında karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası başlattı. “Memleketin en iyi eğitimli ordu Mensupları”nın darbe yapmayacağı iddia edildi. Ancak bu sürecin itibarsızlaştırılması bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet tarafından gerçekleştirildi. 17-25 Yolsuzluk operasyonunu Cemaat tarafından kendilerine dönük bir kumpas olduğunu iddia eden hükümet, “paralel yapı” olarak ilan ettiği güçlerin orduya da kumpas kurduğunu ilan etti. Cemaat mensuplarını tasfiye ederken, asker, sivil bürokrasinin başını çektiği ırkçı, devletçi cepheyle uzlaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet, Suriye’de ve Kürt illerinde sürdürdükleri savaş nedeniyle 27 Nisan’da muhtırayı verenlerle birlikte yeni bir milliyetçi koalisyon kurdu. Suriye’de emperyalist savaşın bir parçası olan hükümet orduyu güçlendirdi. Her ne kadar Erdoğan ve Hükümet kuyruğu dik tutuyor gibi görünse de bu ittifakta güçlü olan tarafın ordu olduğu aşikâr. Ve aynı zamanda bu durum emekçiler ve ezilenler için tehlikelerle dolu bir süreç.
Bu işi yarım bırakmayız
Tam da bu nedenle darbecilere karşı mücadele yarım bırakılmamalı, süreç tamamlanmalıdır. Ergenekon davalarının açılmasında en büyük pay sahibi, darbecilerin yargılanması için sokaklara çıkan, on binlerdir. 27 Nisan muhtırasına giden süreçte darbeciler insanlığa karşı suç işlediler ve yargılanmalıdırlar. Darbelere karşı sokaklara dökülen kitlesel güç, yeniden bu davaların açılması, darbecilerden, darbecileri ve yolsuzlukları aklayanlardan hesap sorulması için harekete geçilmelidir.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)