Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı ve Felsefelogos dergisi genel yayın yönetmeni Prof Dr. Sinan Özbek'e sorduk, dünden bugüne ırkçılığı anlattı.*
Röportaj şöyleydi:
Irkçılar, kendi ırklarının diğerlerinden üstün olduğunu savunur ve dünyayı bir ırklar hiyerarşisi etrafında görmemizi, bunun doğal olduğunu söyler. Gerçek böyle mi? Irk diye bir şey var mıdır, böyle bir hiyerarşi tarihin her döneminde insan toplumlarında varolmuş doğal-doğamıza özgü bir durum mudur?
Sinan Özbek: İnsanların birtakım biyolojik farklılıklara sahip olduğu açık. Sorun bu biyolojik farklıkların bir ırk olarak tasnif edilip edilemeyeceğidir. Dahası bu tasniftle bir ırk hiyerarşisi kurulup kurulamayacağıdır. İnsanların biyolojik farklılıklarından hareket ederek ırk tasnifi, yapmak 18. yüzyılda başlıyor. “Bilimsel” bir ırk tasnifi çabası Gobineau’nun çalışmalarına kadar gidiyor. Tahmin edileceği gibi tasnifte ilk kullanılan ölçek deri rengi oluyor. Bunlar beyaz, sarı ve siyah ırklar şeklinde sıralanıyor. Gobineau beyazları da kendi içinde üçe ayırıyor. Bu sıralama üstün, mükemmel olandan daha “aşağı olana” göre yapılıyor. Irk tasnifinde deri renginin bir ölçek olarak kullanılması öyle sanıldığı gibi pek de işlevsel olamıyor. Deri rengi siyah olan ama örneğin düz saçlı olmayanlar ayrı bir yere konuluyor. Deri renginin iklim ve çevre koşullarıyla değiştiğinin tespiti, bunun bilimsel olarak kanıtlanması, ırkçı “bilim insanlarının” ırk tasnifi için yeni ölçekler arayıp bulmaya zorluyor. Ancak öne sürülen her ölçek hemen ikinci hamlede boşa düşüyor. Dolayısıyla bu işte kullanılan onlarca işe yarmaz ölçek var elimizde. Lafı çok uzatmadan söyleyeyim: Biyolojik olarak insan ırkları yoktur. Bütün insanlar homo sapiens sapiens olarak aynı kökenden sökün ediyor.
Ama burada iki noktaya dikkat çekmek gerek: İlkin bizdeki ilk teorik ırkçı Sanıyorum Ali Suavi’dir. Suavi, Gobineau’nun düşüncelerini Türklere taşır, aktarır o kadar. İkinci olarak da 16. yüzyılda başlayan köle ticaretini, siyahların Amerika’ da plantajlarda çalıştırılmasını hatırlamak gerekiyor. Yani siyahların köleleştirmesini takiben “bilim” de insan ırklarının varlığı iddia edilmeye başlıyor. Şüphesiz ırkçılık bu köle emeği kullanma işini meşrulaştırmayı sağlıyor. Bir de o tarihlerde kilise ve felsefe çevreleri siyahların insan olup olmadığını tartışmaya başlıyor. Bunları birbirine bağlayarak düşündüğümüzde ırkçılığı anlamak daha kolaylaşıyor.
Kapitalizm, insanları toprağa bağlı ve ilahi gücü temsil eden kral/padişahların kulu olmaktan emeğini pazarda satan "özgür" ücretli emekçiye çevirdi. 1789 Fransız burjuva devriminin sloganı "özgürlük-eşitlik-kardeşlikti." Piyasa ekonomisinin işleyişi için bireyi her türlü baskıdan kurtardığını ileri süren kapitalist sistemde ırkçılık, sömürgeci dönem sonrası neden devam etti?
Sinan Özbek: Irkçılık, tam da sizin söylediğiniz noktada son derece işlevsel bir ideoloji. Fransız İhtilali ile burjuvazi “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkeleri üzerinde yükselen bir dünya vaat ediyordu. Ama kapitalizm köle emeği de kullanıyordu. Bu durumda kapitalizmin bu çelişik görünümü aşılmalıydı. Bunu da sihirli formülü ırkçı ideoloji oluyor. Eşit olmayanların, kölelerin insan olmadığını ilan etmek, çelişkiyi aşmanın en kestirme yolu olarak görülüyor. Son derece basit bir düşünce ama bir o kadar da işlevsel. Şimdi sömürgecilik sonrasında ırkçılığının neden devam ettiğine gelelim: Irkçılık eğer sadece sömürgecilik dönemine özgü bir ideoloji olsaydı, bugünkü ırkçılığı bir ideolojik artık olarak görmemiz gerekecekti. İdeolojik artığa karşı mücadele de organik ideolojiye karşı verilecek mücadeleden farklıdır.
Kapitalist sistem, ırkçı ideolojiye ihtiyaç duyan bir sistemdir. Irkçı ideoloji bugün de kapitalizm için işlevseldir. Temel olarak da göçmen işçilik kategorisi üzerinden tartışmak gerekir. Göçmen işçilerinin emek gücünün ücretinin düşük tutulmasını sağlar. Bununla birlikte en zor işlerin onlara verilmesini de meşrulaştırır. Bunun gibi ırkçılığın, yerli işçilerin kendilerini patronlarıyla aynı aidiyette görmesini, bunun üzerinden göçmen işçileri dışlamasını sağladığını da eklemek gerekir. Bu, bir başka ifadeyle sınıfın bölünmesidir. Buna göçmen işçilerin “günah keçisi” ilan edilerek sistemin yarattığı sıkıntıların müsebbibi olarak ilan edilmesini de ekleyebiliriz.
Bu saydıklarım daha da genişletilebilir. Ama bütün bunları bir kenara koyalım. Asıl mesele kapitalist ekonominin işleyişi için ırkçılığı ideolojinin gerekli olmasıdır. Bunu görebilmek, anlayabilmek için “değer yasasını” hatırlamamız gerekir. Çok uzatmadan söylemeye çalışayım: Bilindiği gibi, sermaye sabit ve değişken olarak ikiye ayrılıyor. Sermayenin artı değer yaratan bölümü değişken sermayedir. İşte bütün mesele değişken sermaye, yani emek gücü giderlerini aşağı çekmektir. Bunun çok çeşitli yöntemi vardır. Bunlardan biri de emek gücünün ucuz olduğu yerden sökülüp alınmasıdır ya da emeğin ucuz olduğu yere yerleşmektir. İşte bu sürecin bütün akışı için ırkçı ideoloji son derece işlevseldir, olmazsa olmazdır. Günümüzdeki ırkçılığı en doğru yakalayacağımız yer de tam burasıdır.
20. yüzyılın başında ırkçıların ana düşman olarak gösterdikleri Yahudilerdi. 21. yüzyılda ise onların yerini Müslümanların aldığını görüyoruz. Dünyada ırkçı ve faşist hareketler, göçmen karşıtlığı üzerinden örgütlenirken İslamofobiyi ideoloji seçmiş gözüküyor. Türkiye'de ırkçılığa karşı mücadele ettiğini iddia eden çevrelerinde sık sık başvurduğu İslamofobi hakkında ne diyorsun?
Sinan Özbek: Soru ırkçılığa ilişkin bir olguya da zımnen işaret ediyor: 16. Yüzyıldaki azılı ırkçılığın hedefinde siyahlar vardı. Bu siyahlar kuşkusuz Afrika’da köyünde oturan, dışardaki dünyayla bağlantısız insanlar değildi. Aksine topraklarından sökülüp Yeni Dünya’ya köle olarak getirilen insanlardı. O gün bugündür statüleri neredeyse hep en alttakiler olarak kaldı ve hep ırkçılığa hedef oldular. Sonra Avrupa’da Yahudiler azılı bir ırkçı saldırının hedefi ve topluca kurbanı oldu. Bunlar da görece rekabet edebilecek güce gelmiş bir etnik unsur olarak tarih sahnesine çıktılar. Yahudi işçiler işçi örgütlenmelerinde önemli yer tutmaya başladı. Onlar da dünyanın gördüğü en azgın ırkçı şiddetin hedefi oldu ve soykırıma uğratıldılar. Yirminci yüzyılda ise büyük kapitalist devletlerini ucuz iş gücü Müslüman ülkelerden getirilen işçiler oldu. Çok geçmedi onlar da müthiş bir ırkçı saldırıyla karşılaştılar. Bu üçünde de ortak nokta dikkatimizi çekmeli: Bir kere ırkçılık olgusu kapitalizmin ucuz emek politikasıyla doğrudan bağlantılı. İkinci olarak dün nasıl ki Siyahlar, Yahudiler masumduysa bugün de Müslüman işçiler bir o kadar masum. Açık ve net bir şekilde görünen İslamofobi şeklinde kendini gösteren ırkçılığın bağlanacağı yer göçmen işçilik kategorisidir. Soruna böyle bakmak İslamofobiye karşı mücadelenin doğrultusunu da gösterir. Ortada bir dinler savaşı yok.
Sorunuzun ikinci kısmına gelirsem; Türkiye’de Aydınlanmacı geleneğin etkisi silinmemiştir. Dahası bu gelenek, Türkiye’deki sol üzerinde de olağan üstü bir oranda etkin olmuştur. Bu gelenekte dinle mücadele önde durur. Aydınlanmacı,-ulusalcı ve bunun etkisinde şekillenmiş kimi siyasal yapıların kendini sosyalist olarak adlandırmasıdır asıl sorun. Aydınlanmacı-ulusalcı geleneğin İslamofobik olması normaldir anormal olan bu geleneği taşıyanların kendini sosyalist olarak tanımlamasıdır. Doğal olarak kendini sosyalist olarak tanımlayanların İslamofobik olmamasını bekliyoruz. Sanıyorum sorun yaratan nokta bu çapraşık durum.
ABD'de cumhuriyetlerin başkan aday adayı Donald Trump'ın, göçmen ve İslam düşmanlığı üzerinden yaptığı dolaysız ırkçılık hem ülkesinde hem de dünyada geniş kesimler tarafından kınanıyor. Türkiye'de Trump'ı kınayabileceklerin de aralarında bulunduğu çoğu ırkçının ırkçı olduğunu kabul etmiyor. Gizli ırkçılık diye bir tanım var. Bunun hakkında ne dersin?
Sinan Özbek: Doğrudur, ırkçılık diskursunda “gizli ırkçılık” tanımı vardır. Ancak ben Türkiye’deki ırkçılığın gizli ırkçılık olup olmadığı konusunda tereddüt içindeyim. Türkiye’de en azgın ırkçılar da kendilerinin ırkçı olmadığını iddia eder. Bunun üzerinde düşünmek gerekir: Sanıyorum bunun nedeni, kültürel ırkçılığın bir ırkçılık olduğunun kavranmaması. Başka türlü söylememek gerekirse ırkçılığın sadece biyolojik olanı üzerinden bir tanımlama çabası bunu yaratıyor. Belki de ırkçılığı biyolojik ırkçılıkla tanımlamak, kültür ekseninden yapılan ırkçılığı saklamanın bir kurnazca düşünülmüş bir yöntemi de olabilir. Ben Türkiye’deki ırkçılığın ilk günden beri kültürel bir ırkçılık olduğunu düşünüyorum. Tabii ki Cevat Rifat Atilhan gibi ırkçıların Yahudilere yönelik ırkçılığında biyolojik göstereni de öne çıkarma söz konusu. Ancak bunlar Almanya’dan, Nazilerden aktarma, kitapların sınırını pek de aşamamış görüşler. Türkiye’deki kültürel ırkçılığın asıl mağdurları da Kürtler, Araplar, Romanlardır. Bu ırkçılığın azgın, görülür hâle gelmesi için de iş piyasasında bir karşılaşmanın söz konusu olması gerekir. Yani örneğin Kürt işçinin, fiyat kıran bir emek gücü olarak piyasaya girmesi gerekir. Bunu çözümlemeyi çok daha güncel bir noktaya taşıyıp, Arap mültecilerin uğradığı ırkçı dışlanmayı anlamak için de kullanabiliriz. Savaştan kaçarak canını kurtarmak için sığınmacı konumuna düşmüş insanlar, son derece düşük ücretli bir emek gücü olarak piyasaya giriyor. Tam da bu nokta da o bütün kardeşlik, hatta din kardeşliği, yüce gönüllük retoriği boşa çıkıyor. Azgın bir ırkçı rüzgâr esmeye başlıyor bu saldırılara kadar varıyor.
Irkçı örgüt ve hareketler açıkça sağdadır ve merkez medya tarafından çoğunlukla 'aşırı sağ' olarak adlandırır. Irkçılık, Türkiye'deki sağcılık-solculuk genel tanımlarını baz alırsak, sadece sağcıların taşıdığı bir ideoloji midir?
Sinan Özbek: Güzel soru. Birtakım kavramlar, siyasi çizgiler tanımları gereği yine birtakım kavram ve ideolojileri içerirler ya da dışarı atarlar. Yani sağın ırkçı olması bizi şaşırtmaz. Olmaması şaşırtır. Solun da ırkçı olmaması tanımı gereğidir. Ama hakikatte karşımıza çıkan durum bu mudur? Bir kere insanların kendilerini bir kavramla örneğin solcu, sosyalist olmakla tanımlaması, bu tanımlamanın, bu kavramın bütün yüklemlerini taşıdıkları anlamına gelmez. Irkçılık ideolojisi; insanın düşünce sitemlerine tıpkı cinsiyetçilik gibi işleyen, yer eden ideolojidir. Şu benzerliği kurmaya çalışıyorum: Kendine solcuyum, sosyalistim diyen her erkek nasıl ki cinsiyetçilikten kurtulamıyorsa, tıpkı bunun gibi işliyor ırkçı ideoloji de. Irkçı ideolojiden kendini kurtarmak, sosyalist olmak gibi bir kavramı kendinize giydirmenizle mümkün olmaz. Dolayısıyla partilerin, örgütlerin ya da bireylerin ırkçı ideolojiden temizlenmesi, bir ideolojik eğitimle mümkün olur. Böylesine bir eğitimden geçmeden, farklı etnik kimlikteki insanların mücadelesinde aynı saflarda yer almadan ırkçı düşüncelerden kurtarmak nasıl mümkün olabilir ki? İnsanların ırkçılık konusunda eğitilmesi ya da ne bileyim dikkatlerinin çekilmesi nihayetinde tek tek bireyleri ya da grupları içine alan bir çalışmadır. Muhakkak ki yapılabilir ve etkili de olabilir. Ancak yukarda söylediklerimin ikinci kısmını daha önemsiyorum. Geniş kitleleri, insanları ırkçılıktan temizleyen bir terapi kampı kurulamayacağı açık. İnsanların ırkçı ideolojiden en hızla temizlenmesinin yolu, sınıf perspektifiyle yönlenmiş bir mücadele hattında siyaset yapmaktır. Direnişte aynı saflarda toplanan farklı etnik kimlikten, farklı cinsten insanlar hızla bu farklılıkların yarattığı ön yargıları parçalayıp atar.
Bu kadar yaygın ve sıradan olduğuna göre ırkçılığın arkasında onu her gün yeniden üreten bir mekanizma olmalı. Sıradan milliyetçi bir Türk'ü, bir Kürdün evini ve dükkânını yakmaya götüren mekanizmalar nedir? Milliyetçilik, ırkçılık ve devlet arasındaki ilişki nedir?
Sinan Özbek: Normal, sıradan insanlar dünyada, yaşadıkları ülkede ya da hayatlarında kötü giden şeyleri anlamak ister. Çoğu zaman da bunun kendilerine açıklanmasını bekler. İşte tam da bu noktada bu kötü giden şeyleri açıklayan mekanizmalar girer devreye. Bunlar kuşkusuz ki ideoloji alanında üretilmiş cevaplardır. Milliyetçilik ve ırkçılık çok etkileyici cevaplar veren ideolojilerdir. Ama bunların sadece üretilmesi yetmez bir de yayılmasını sağlayan mekanizmaların devreye girmesi gerekir. İşte bu noktada literatürden bilediğimiz aygıtlar, araçlar devreye girer. Birçok şeyi açıklamakla birlikte, milliyetçilikle oluşmuş, kimliğin -örneğin Türklüğün, Almanlığın- tehdit altında olduğu da anlatılır. Bu kimliği tehdit eden Avrupa’da göçmen işçilerken, Türkiye’de önemli oranda Kürtler olur, Suriyeli mülteciler olur. Bu unsurlar bir yandan her türlü kötülüğün kaynağı olarak günah keçisine çevrilirken, her türlü hak talepleri de milliyetçilikle edinilmiş kimliğe bir saldırı olarak algılanır. Bu aşamadan sonra kitlelerinin yönlendirilmesi son derece kolaydır. Küçük bir kıvılcımla taşlamaya, yakmaya varan eylemlerin başlaması kaçınılmaz olur.
Savaştan canını kurtarmak için Türkiye'ye kaçan milyonlarca Suriyeli, düşük ücretle birçok işkolunda çalıştırılıyor. 'Suriyeli işçiler, benim işimi elimden alıyor' diyen öfkeli işçilere ne yanıt verirdin?
Sinan Özbek: Sayıları üç milyona varan Suriyeli göçmen şimdilik Türkiye’de yaşıyor. Bu insanların dramını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kuşkusuz bu insanların geçişi için sınırların açık tutulması gerekir. Ancak sınırları açmak bu insanların hayatlarını nasıl idame edeceklerini halletmiş olmak anlamına gelmiyor. Maalesef göçmenlerin hayatı son derece zor koşullarda sürüyor. Mülteci çocuklar sokaklarda dileniyor, en gayrisıhhî koşullarda yaşamak zorundalar, en zor işlerde ve en zor koşullarda çalışıyorlar. Burada üzerinde düşünülmesi gereken en önemli nokta; bu trajik bir duruma sürüklenmiş insanları ucuz emek gücü olarak kullanan fırsatçı işverenlerdir. Patronlardır. Ama böylesine durumlarda sınıf bilinci taşımayan işçiler, yerlerine yerleştirilen işçileri düşman olarak görür. Bu sadece Türkiye’de ortaya çıkmış bir sorun değildir. Kapitalizm dünyanın her yerinde böyle işler. Mümkün ucuz emek gücünü derhal işe koşar. Dünyanın her yerinde de işini kaybetmiş ve sınıf bilincine sahip olmayan işçiler benzer tepki verir. Yerli işçilerin bu “yanlış bilinç”ini, algısını besleyen yayınlar da derhal yayılmaya başlar. Bu yayınların milliyetçi, ırkçı organlarda olacağı da açıktır. Burada iki mesele söz konusu olur: İlkin işçilere sorumlunun mülteciler, göçmenler olmadığı anlatılmalıdır. Asıl mücadele etmeleri gerekenin, bu durumu fırsat bilen patronlar olduğu ve patronlarının böyle davranmasının da bir vicdan meselesi olmadığı, aksine kapitalist üretimin normal bir işleyişi olduğu anlatılmalıdır. Öte yandan göçmen, mülteci işçileri günah keçisi olarak sunan ideolojiye karşı bir teşhir edici mücadele verilmelidir. İşini kaybetmiş insanların, ilk tepkisinin yerlerine gelenlere yöneleceği açıktır. Bu darbe yemiş insanlara, sıkıntılarının çözmeden seslenebilmek oldukça zordur. Ama ısrarla sorunun asıl müsebbibinin kim olduğunu anlatmaktan ve işçilerin hangi ulustan olursa olsun ortak mücadele etmekten başka şanslarının olmadığını anlatmaktan başka da yol yok.
Türkiye'de savaş koşullarındayız. Savaşa toplumsal destek için ırkçı fikirler pompalanırken, Türk ve Kürt işçiler arasında bir bölünme yaratılıyor. Kendi "ırkının" birlikte çalışıp, sömürüldüğü ve hayatını tükettiği iş arkadaşlarınınkinden üstün olduğunu düşünen ve kendi devletinin onları ezmesi gerektiğini savunan işçi arkadaşlara ne dersin?
Sinan Özbek: İşçi sınıfı homojen bir birlik oluşturmaz. İşçi sınıfının milliyetçi ve ırkçı ideolojilerin etkisine de açık olduğu bilinir. İşçi sınıfın bu tip sınıf düşmanı ideolojilerden uzaklaşması da ancak sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde olur. Şimdi, savaş dönemlerinde toplumun her kesimini saran muazzam bir milliyetçilik yayılır. Bir başka şekilde söylersem, milliyetçilik zaten kitleleri savaşa hazırlamasıyla bilinen bir ideolojidir. Bunun gibi ırkçılık da özellikle iç savaş durumunda kitleleri savaşa mobilize eder. Her iki savaş durumunda da işçi sınıfı için tarihin en karanlık dönemleri başlamış olur. Ancak öylesine yoğun bir milliyetçi ve ırkçı ideolojisi bombardımanı altındadır ki onlara ulaşmak, aslında savaşın ne olduğunu anlatmak neredeyse imkânsız hâle gelir. Böylesine dönemlerde işçi sınıfına, geniş kitlelere küsmek hatta onları “bidon kafalı” ilan etmek yaygındır. Ancak bu tutum, tarihten, siyasetten, felsefeden nasibini almamış küçük burjuva denebilecek ideolojilerle düşünenlerin işidir. Yapılacak tek şey ısrarla savaşın aslında ne olduğunu anlatmak, savaş karşıtı barış yanlısı cephe oluşturmaya çalışmaktır.
Röportaj: Volkan Akyıldırım
* Sinan Özbek'in kitapları arasında Notos Yayınları tarafından yayınlanan Irkçılık da bulunmakta. Konunun daha kapsamlı ele alındığını bu kaynağı kütüphanenizde bulundurmanızı öneririz.