Sosyalist İşçi'nin bu haftaki sayısında, Türkiye devletinin ve hükümetin Suriye'ye yönelik savaş planları ele alındı.
Gazetenin orta sayfasındaki yazı şöyleydi:
Suriye’deki devrime destek veriyor görüntüsü altında “Şam’da namaz kılmayı” hedefleyen AKP liderliği, Türkiye’yi bir kez daha savaşa doğrudan dahil olmanın eşiğine getirdi. Suudi Arabistan ile birlikte “kara harekâtı gerekli” tezini zorlayan hükümet, bu henüz gerçekleşmese de, Kuzey Kürdistan’da başlattığı kirli savaşı sınırın ötesine taşıyarak YPG mevzilerini bombalamaya başladı.
“YPG bizi vurdu” yalanı
TSK’nın ilk top atışının ardından, önce YPG’nin ateş açtığı, buna karşı “angajman kuralları dahilinde” yanıt verildiği iddia edildi. Kürt güçleri bunu derhal yalanladı. Daha sonra AKP liderleri de söyledikleriyle bu iddiayı yalanlamış oldu. AKP’nin kukla şefi Davutoğlu, bombardıman sorulduğunda, “YPG derhâl Azez ve çevresinden uzaklaşacak. Azez'in yakınına dahi yaklaşmayacak. Koridorunu tekrar kırma çalışmalarında bulunmayacak” diye yanıt verdi. Başbakan Yardımcısı Akdoğan, “Durup dururken bir iş yapılmış değil. Türkiye oturup her şeyi kenardan seyredecek, tribünden izleyecek bir ülke değil" dedi. Yani YPG’yi vurmak bir “karşılık değil”, AKP’nin bölgeyle ilgili stratejisi gereği giriştiği bir saldırganlık.
ABD’nin uyarısı ve Münih anlaşması
ABD, Türkiye’ye top atışlarını durdurma çağrısında bulundu. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, ortak düşmanın IŞİD olduğu vurgulanarak, Münih anlaşmasına bağlılık istendi. ABD ve Rusya öncülüğündeki emperyalistler ve bölgesel müttefikleri, geçtiğimiz hafta Almanya’nın Münih kentinde Suriye için “ateşkes” kararı almışlardı. Buna göre, muhaliflerle rejim güçleri çatışmaları bir süre durduracaklardı. Ancak Rusya, anlaşmanın IŞİD ve El Nusra’yı kapsamayacağını ve bu örgütleri vurmaya devam edeceğini duyurdu. Bu halihazırda devam eden fiili durum: Rusya zaten IŞİD ve El Nusra’yı bahane ederek tüm muhalifleri ve sivil halkı katlediyor. En az Putin kadar savaş heveslisi olan Davutoğlu’nun liderliğindeki Türkiye ise uyarılara rağmen YPG’yi bombalamaya devam ediyor.
Ulusal güvenliğe tehdit Kürtler mi?
Yalçın Akdoğan, YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesine izin vermeyeceklerini daha önce açıkladılarını, üstelik Efrin’den doğuya doğru da bir hareketlilik olduğunu ve buna da müsaade etmeyeceklerini duyurdu. Bunlar Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehditmiş. Yani AKP şunu diyor: Eğer Kürtlerin Rojava’da kurdukları kantonlar birleşirse, bu bizim için tehdit oluşturuyormuş. Sınırdaki bölgeleri IŞİD’in veya El Nusra Cephesi’nin kontrol etmesinden rahatsızlık duymayan Türkiye, kimseye “terörist” olduğunu kabul ettiremediği YPG için böyle düşünüyor. Bombalı saldırılarıyla Türkiye içinde ölümlere sebep olan IŞİD tehdit değil, Süleyman Şah Türbesi’nin “taşınması” olayında Türkiye’ye IŞİD’e karşı koruma sağlayan YPG tehdit. Yani aslında Kürtler bir tehdit olduğundan değil, Türk egemen sınıfı ve devleti geleneksel sömürgeci yaklaşımlarıyla Kürtlerin sınır ötesinde dahi herhangi bir kazanım elde etmesini istemedikleri için savaş kışkırtıcılığı yapılıyor.
YPG ne yapıyor?
YPG’nin, IŞİD’e karşı mücadele eden bir grup ÖSO birliğinin yanı sıra Heysem Menna gibi Baas destekçisi sözde muhalefet liderleriyle birleşerek kurduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin ilerlemesi, Rusya’nın hava desteğiyle Halep’i kuşatıp yerle bir etmek isteyen Baas rejiminin çabasıyla aynı resmin içinde gözüküyor. YPG de bunu yaparken sürekli “cihatçılarla savaştığı” gerekçesini öne sürüyor. PYD’nin rejimle ortak bir gayretin parçası imajını vermesi ve onun desteğini alması şüphesiz Suriye Kürtleri için olumsuz bir durum yaratacaktır. Ancak bunu eleştirecek en son örgüt, Kürtlerin azılı düşmanı AKP’dir.
Türkiye hükümeti, PYD Suriye muhalefetiyle daha yakın hareket ederken de Kürtlere düşmanlık ediyor ve Rojava’da herhangi bir yönetim kurulamaması için “diplomatik” temaslarda bulunuyordu.
Kara harekâtı hevesi
AKP, çok uzun yıllardır Batılı efendilerini Suriye’ye karadan girmeye ikna etmeyi deniyor ancak başaramıyor. Tayyip Erdoğan, Kürtlerin Efrin ve Kobanê kantonlarının birleşmesini engelleyecek şekilde Suriye sınırının içerisine 80 km girilerek güvenli bölge oluşturulmasını, buraya Türkiye’deki mülteci Sünni Arapların yerleştirilmesini, silahlı güç olarak ise Ahrar-üş Şam’ın burayı yönetmesine destek verilmesini önermişti. Bu planı kabul görmeyince, son dönemdeki müttefiki Suudi Arabistan’ın yörüngesine girdi. Suudlar sürekli olarak “kara harekâtına hazırız” diyorlar, ancak bunun ABD liderliğindeki emperyalist koalisyonun kararıyla yapılması gerektiğini söylüyorlar. AKP ise Mısır’daki Sisi cuntasının baş destekçisi, Ortadoğu’da karşıdevrimin merkezi Suud hanedanıyla işbirliği yapmaktan utanmadığı gibi, pişkince, işgal hevesinin “Türkiye ve Suudi Arabistan’ın IŞİD’le mücadele kararlılığını” ortaya koyduğunu iddia ediyor.
Savaşa karşı seferber olalım!
Rusya ve Putin’in Suriye halkına yaşattığı katliamların çaresi TSK’nın bölgeye askeri müdahalesi değildir. Bu saldırganlığın Türkiye işçi sınıfının veya bölge halklarının çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. AKP, Türk egemen sınıfının bölgesel bir güç olma stratejisinin bir parçası olarak, hem “oyunun dışında kalmamak” hem de Kürtlerin bölgede özerk bir yapı kurmasını engellemek gibi kirli amaçlarla Türk yoksullarını böylesi bir savaşta ölüme göndermeyi hedeflemektedir.
Kendi halkını katleden, Cizre’yi Baas rejiminin yerle bir ettiği Suriye kentlerine benzeten AKP’nin bölge halklarının özgürlüğüne sunabileceği hiçbir katkı yoktur. Suriye Devrimi’ni ve Arap Baharı’nı destekleyen herkes AKP’nin bölgedeki askeri saldırganlığını durdurmak için savaş karşıtı bir hareket inşa etmelidir. Böylesi bir mücadele, 1 Mart 2003’te olduğu gibi, AKP’ye unutamayacağı bir yenilgi yaşatabilir.
Savaşı bırak mültecilere bak!
Türkiye, savaş kışkırtıcılığının yanı sıra, Halep’teki Rus-Baas saldırılarından kaçan on binlerce mülteciye kapılarını kapatmaya devam ediyor. Çünkü AKP, aynı zamanda bu mülteci akınını askeri müdahale için gerekçe yapmaya çalışıyor. AB liderleri, AKP’ye sadece “mültecileri Batı’ya salmama” karşılığında tahammül ediyor. Davutoğlu ve Erdoğan, bu “şantaj” ile Batılı efendileriyle pazarlığa oturuyor. Hükümet için mültecilerin canının veya yaşam koşullarının hiçbir önemi yok. “Misafirlerimiz” söylemi geride kaldı.
Türkiye’nin savaş planının durdurulması ile mülteciler için sınırların açılması talebi bir ve aynı mücadelenin parçası. İkisinin yolu da AKP’yi geriletmekten geçiyor.
CHP’nin “savaşa karşıyız” yalanı
Kılıçdaroğlu “CHP, Türkiye'yi savaşa sokacak her kararın karşısındadır” demiş. Oysa bu parti, AKP’nin planladığı savaşa yol veren tezkereye “Evet” oyu vermişti. Zaten Davutoğlu da kemalist partinin “millî” hassasiyetlerinin ne kadar yüksek olduğunu biliyor. Bu yüzden "CHP safını belirlesin: Ya Türkiye safında olacaklar, ya da PKK ve PYD terör örgütünün yanında olacaklar” demiş. Kılıçdaroğlu ise “Sana ne Suriye Kürtlerinin ne yapacağından?” demek yerine Davutoğlu’nu “terör örgütlerinin liderlerini” (PYD lideri Salih Müslim’i kastediyor) Türkiye’de ağırlamakla suçlamış. CHP’nin savaş karşıtlığı da bu kadar.
Suriye halkı YPG’den değil TSK’dan kaçıyor!
Davutoğlu, Kürtlere saldırılarını Batı’nın gözünde meşru kılmaya çalışırken, PYD’nin Azez’e “saldırdığını” ve bunun insanları göçe zorladığını belirtti. Oysa bu doğru değil.
Esad karşıtı insan hakları örgütü Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, TSK bombardımanında Halep’te bir kadının öldüğünü, çocuğunun ve diğer 6 kişinin de yaralandığını duyurdu. Örgüt, Türkiye’nin bombardımanı nedeniyle bölge halkının başka yerlere kaçmaya çalıştığını söyledi.
Suriyeliler PYD’den değil Putin’in savaş uçaklarından, Esad’ın katil çetelerinden ve TSK’nın top atışlarından kaçarak mülteci oluyor.
(Marksist.org'un notu: Yazı, Ankara'daki saldırının öncesinde hazırlanmıştır)