(Röportaj) Roni Margulies: “İsrail’e Türkiye’nin değil AKP’nin ihtiyacı var”

12.01.2016 - 14:00
Haberi paylaş

Yeni Asya gazetesi, DSİP Merkez Komitesi üyesi Roni Margulies ile Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini değerlendiren bir söyleşi gerçekleştirdi.

AKP hükümetinin dış politikadaki başarısızlarından dolayı bölgede ve dünyada tümüyle yalnızlaştığını dile getiren Margulies, AKP’nin bu yalnızlığı giderebilmek adına bulabildiği bütün müttefiklere sarıldığını söyledi.

Röportajın tamamı şöyleydi:

Önce Ömer Çelik'in "İsrail devleti ve halkı dostumuz" sonrasında cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İsrail'e ihtiyacımız var" söylemlerini nasıl değerlendirirsiniz? İsrail'e ihtiyacımız var mı gerçekten?

İhtiyacımız kelimesindeki "m" harfi, yani "bizim" ihtiyacımız... tümüyle anlamsız. Kimden sözettiğimize bağlı. Hükümetin İsrail'e ihtiyacı var, evet. Ama geri kalanımızın ihtiyacı var mı? Çok kuşkulu. Hükümetin ihtiyacı var derken neyi kastediyorum? Türkiyenin dış politikası şu anda tümüyle başarısız olmuş, Türkiye hemen hemen tümüyle bölgede ve dünyada yalnız kalmış durumda ve bunlar bu hükümetin uyguladığı dış politkaların sonucu. Hükümetin kendi dış politika hedeflerinin hiç biri gerçekleşmedi, çünkü bunlar baştan gerçekçi hedefler değillerdi. Neydi bunlar, hatırlayalım. Hayali bir "Osmanlı barışı" gibi, hiçbir Arap'ın ciddiye bile almayacağı bir proje yarattılar, bu proje doğrultusunda Ortadoğu'daki "büyük abi" rolüne soyundular. Bu tabii ki gerçekdışı bir proje. Ortadoğu dünyanın en istikrarsız, üzerinde en çok emperyalist gücün at koşturduğu bir yer. Burada Türkiye'nin "büyük abi", önde gelen güç olma ihtimali zaten sıfırdı. Dahası, kendi sınırları içinde daha Kürt sorununu çözemeyen, savaş yaşayan bir hükümet, Ortadoğu'ya nasıl barış falan getirebilecekti ki? Bunlar gerçekdışı şeylerdi, gerçekdışı oldukları son 1-2 yıl içinde net bir şekilde ortaya çıktı. Dahası, Cumhurbaşkanı giderek daha da otoriterleştikçe Batı'da da gözden düşmeye başladı. Bir dönem oldukça gözdeydi. Şimdi tamamen gözden düşmüş durumda. Bu nedenle Ortadoğu'da güç olma şansını kaybettiği gibi dünyada saygı duyulan, işbirliği yapılan, el üstünde tutulan bir hükümet olma durumunu da kaybetti. Bu alanlarda başarısız olduktan sonra, yalnız kalınca, tabii ki bulabildiği bütün müttefikleri toplamak zorunda. Kısacası, İsrail'e hükümetin ihtiyacı var. Ama bizim Türkiye halkları olarak böyle bir ihtiyacımız yok. Türkiye'de vicdanlı insanların yapması gereken, İsrail'in Filistinlilereuyguladığı bütün siyasetleri elimizden geldiğince kınamak, protesto etmek. Çok etkili bir şey yapmamız zor. Çünkü onu hükümetin yapması gerekir. Ne yapılabilir? İsrail'le ilişkiler askıya alınır, askeri ve ekonomik anlaşmalar iptal edilir. Devlet düzeyinde uygulanabilecek bir dizi önlem var. Bizim bunları, sokaktaki vatandaş olarak yapmamız mümkün değil, ama hükümeti bunları yapmaya zorlamamız gerekir. Bu hükümet şu anda tam tersini yapıyor ve tamamen kendi ihtiyaçlarından kaynaklandığı için yapıyor. Dolayısıyla bize düşen, hükümetin bu yaptığını kınamak ve bu politikayı tersine çevirmeye hükümeti zorlamaktır.

Hükümet belki de doğabilecek tepkilere karşı "Filistin'deki ablukayı kaldırmak için diyalog kapısı açıyoruz" gibi bir söylem geliştirdi. Bu ne kadar samimi? Eğer amaç bu idiyse "van minüt" çıkışı neden yapılmıştı?

Bu savrulma şöyle açıklanabilir. Türkiye, bu hükümetin yalnış dış politikaları yüzünden yapayalnız kaldı, üstelik bölgenin çivisi çıkmışken, göz gözü görmezken yalnız kalmak iyice tehlikeli ve zor bir durum. Değişen bu. Bu nedenle, dün "van minüt" derken bugün "İsrail'e ihtiyacımız var" diyor. Kendi açısından haklı olabilir, benim açımdan, bizim açımızdan haklı değil.

Van münit neydi?

O bir iç politika aracıydı. Ama şunu da söylemek istemem. Büyük ihitimalle Cumhurbaşkanı ve kurmayları, kendi kültürel yapıları, geçmişleri ve siyasi duruşları hesaba katıldığı zaman. gerçekten de israil'e dostluk hissi falan beslemiyorlardır. Ama devlet yönetmeye başladıktan sonra kendi hislerini arka plana atıyorsun, hislerinle davranmayı terkediyorsun, ahlaklı ve dürüst davranmayı terkediyorsun. Bu hükümet de böyle. Sadece İsrail'le dostluk konusunda da değil üstelik. Bir dizi konuda böyle. Bir dizi konuda bu hükümet tükürdüğünü yalıyor. Vaatlerinin aksine işler yaptı ve yapmaya devam ediyor. Ablukanın kaldırılması gibi bazı koşullar öne sürdük falan demelerine gelirsek, bu tam bir palavra. Yahu İsrail devleti "aman Türkiye'nin dostluğunu kazanayım" amacıyla Filistinlilerin üzerindeki ablukayı kaldıracak diye düşünmek çocukluktan da öte bir saflıktır. İsrail devleti, Amerika'nın basıncına bile ayak direyebilen, karşı çıkabilen, 1948'den beri Filistinlilere karşı siyasetini değiştirmemiş, sınırsız baskılara rağmen gık dememiş bir devlet. Türkiye'yi memnun etmek için ablukayı kaldıracağını düşünmek cidden gülünç!

Peki, İsrail ve Siyonizm'e bakışı malum bir seçmen kitlesinin tüm bu yaşananlara tepkisiz kalmasının sırrı ne olabilir?

Şimdi şöyle bir şey var, Cumhurbaşkanı ve Ömer Çelik bu lafları ederken bence tepki geleceğini biliyorlardı ve tepki gelmiş olduğunu tahnmin ediyorum. Ömer Çelik İsrail'le dost olduğumuzu ilan ettikten sonra günlerce internet üzerinden bunu haklı gösterme çabasına içine girdi.Tepki gelmemiş olsa böyle bir çabaya gerek duymazdı. Bir de şu var: Türkiye'de bilen de bilmeyen de, ayrıntısına hakim olan da olmayan da İsrail düşmanıdır. Hatta daha da ileri gideyim, nüfusun çok önemli bir kesimi Yahudi düşmanlığına kadar bunu götürür ve Filistinliler hakkında hissi bir bağ duyar. Dolayısıyla tepki olmamış olması mümkün değil.Yani insanlar aptal değil, insanlar biliyor. Sen dün şöyle diyordun İsrail hakkında, bugün dostumuzdur diyorsun. İstediği kadar yandaş medya bu U-dönüşünü haklı göstermeye çalışsın, insanlar bir U-dönüşü olmuş olduğunun farkındadır.

Burada İsrail ve Filistin sorunun çok ötesine giden başka bir konu gündeme geliyor. O da şu: Bakın AKP sadece İsrail konusunda değil bir dizi konuda kendi tabanının kolaylıkla hazmedemeyeceği adımlar attı. Örnek vereyim. Bütün Ergenekoncular, bütün darbeciler salıverildi. Şimdi buna da hiçbir tepki gelmedi, değil mi? Ama sessiz bir tepki vardır bence. Başka bir örnek, yargıya inanılmaz ölçüde müdahale edildi.Yahu AKP' nin seçmeni olan, hatta üyesi olan insanlar arasında bile "Bu yargı birgün bize de lazım olur.Yargıyı bu kadar da hacamat etmemek gerekirdi" diye düşünen insanlar olduğuna ben eminim. Buna güveniyorum. Bir başka örnek, polisin her fırsatta devreye sokulması, vahşicesine şiddet kullanması. İnsanlar bunun da farkında. Polisi onaylasa bile, bu nedenle hükümeti eleştirmiyor da olsa, farkındadır bunun. Veya şu an Kürt illerinde olanlar. Yahu Türkiye devleti  90 yıldır Kürtlere yapmadığını bırakmamıştır, ama koca koca ilçelerin tank ve top ateşine tabi tutulması Türkiye tarihinde bile bir ilk. Dersim'den beri, 1938'den bu yana böyle bir şey olmamış. AKP hükümeti döneminde sen kendi vatandaşını kendi sınırlarının içinde tank ateşine tutuyorsun. İstediği kadar dindar olsun, istediği kadar AKP hayranı ve üyesi olsun, bu durum insanın vicdanında bir sızlama, beyninde küçücük de olsa bir soru işareti yaratır. Buna da güveniyorum ve inanıyorum. Peki, AKP kabul edilmesi, hazmedilmesi çok  zor olan adımlar attığında, AKP tabanı niye bunu kabulleniyor veya kabullenmiş gibi görünüyor? Bu geniş ve genel bir soru. Sadece Filistinle ilgili değil. Kısa cevabım şöyle: muhalefet olmadığı, alternatif olmadığı için ve 90 yıllık Kemalist ceberrutluğa geri dönmekten korkulduğu için AKP tabanı AKP'yi terk etmiyor.

İsrail'le ilişkilerin düzelmesi noktasında belli şartlar öne sürüldü. Özür,tazminat ve amgargonun kaldırılması gibi. Bu da "İsrail'e ilk özür dileten devletiz, tazminat alıyoruz, ablukayı da inşallah kaldıracağız" gibi sunulup propaganda yapılıyor. İsrail devleti ciddi manada özür diledi mi? Tazminat ödemeyi kabul etmesi, İsrail'i "parasını verdim istediğimi öldürürüm" sürecine iteler mi? İsrail'in bu üç şartı kabul ediyor olması bizim İsrail'le iyi ilişkiler kurmamızı gerektirir mi?

Bakın, diplomasi dünyasında her türlü şey yapılır, olur. Her türlü oyun oynanır. Ve üstelik biz sıradan vatandaşlar o düzlemde neler olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Orası kendine özgü, tiyatro gibi bir alan. Bir yandan kamuoyuna İsrail'in özür dilemiş olduğu ilan edilir, ama bir yandan diplomatlar kendi aralarında kim bilir ne anlaşmalar imzalamışlardır, anlaşmışlardır. Gerçeğin ne olduğunu bilmek zor. İsrail'in özür dilemiş olması laf-ı güzaf. Özür dilese ne olur, dilemese ne olur? Diplomatik düzlemde özür dilemiş olmasının anlamı sıfırdır. Tamam, sembolik bir önemi olabilir. Ama İsrail'in davrranışlarını değiştirmiş olduğu veya bundan sonra değiştireceği veya Filistinlilere yaklaşımının farklı olacağını düşünmek çok anlamsız. Tümüyle anlamsız. Orada bir devlet var, bunun politakaları var. İç politikaları her zaman dış polikalarından daha önemli. Dış polika alanında Türkiye'den eğer gerekiyosa özür de diler, tazminat da öder, ama bunu hiçbir somut anlamı olmaz. Filistinliler açısından hiçbir anlamı olmaz. Bunu hükümet böyle ilan ediyor, ama kendilerinin yarım saniye bile böyle düşündüğüne inanmıyorum. Onlar bilir çünkü: Diplomasi başka bir şey, ülkende uyguladığın siyaset başka bir şey.

Peki şu noktada bir samimiyet sorgulaması yaparsak. İsrail'e özellikle 'one minute' atarı yapıldıktan sonra, İsrail ile ticaret hacminin artması (Netanyahu'nun  bu yönde bir açıklaması var, tarihin en yüksek seviyesinde olduğu, beş kat arttığı yönünde) ve Cumhurbaşkanı'nın çocuklarının  ticaretle uğraşması kamuoyuna yansıdı, İsrail basınına da yanısıdı bu gemi ticareti. Bir yandan iç politikaya yönelik oynarken bir yandan da artık devlet olarak diplomatik ilişkilerde ailesiyle bir iş yürütmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü artık başkasıyla değil, devletlerarası ticaret değil, ailesiyle iş yürütülüyor?

Sadece ailesi yapmıyor bu işi. Türkiye'de belirli sektörler İsrail'le iş yapıyor. Çünkü paranın ne dini vardır, ne siyaseti vardır. Para, para peşinde koşar. Yamuk olan, Cumhurbaşkanı'nın ailesinin herhangi bir iş alanında ön plana çıkması. Yamuk olan bu. Üstelik yine sadece İsrail'le ilgili olarak değil ki. Cumhurbaşkanı'nın bütün ailesi, sadece Cumhurbaşkanı da değil bir dizi bakanın ailesi şu 15 yıl içersinde herhalde birkaç nesil boyunca çocuklarına ve torunlarına yetecek kadar para kazandı. Sorun burada. Buna Türkiye'de hem hukukun hem AKP seçmeninin göz yumuyor olması ise tek kelimeyle acıklı. Ne kadar hukuksuz bir ülkede yaşadığımızın bir göstergesi daha. Bunun ötesinde söylenecek bir şey yok. Yani Elif'in, Bilal'in filan İsrail'le ticaret yapıyor olması genelde yapılan hukuksuzlukların, ahlaksızlıkların sadece bir parçası. Bunlara göz yuman bir memleket olduk biz.

İsrail devleti bu gücünü nereden alıyor? Amerika'ya bile karşı. Çünkü bir önceki röportajınızdaki tabirinizle, korsan, işgalci, Filistinlilerin topraklarına çökmüş bir devlet bu.Yani bu gücü nerden alıyor İsrail?

İsrail gücünü çok basitçe, Batı emperyalizminin Ortadoğu'daki en güvenilir müttefiği ve her koşulda güvenilir jandarma karakolu olma niteliğinden alıyor. Kuruluşu da zaten böyle. Üstelik bilinçli olarak böyle. İsrail devletinin kurucuları Batı emperyalizminin o dönemki temsilcilerine giderler ve bunu açık seçik ifade ederler: "Bizim orada devlet kurmamıza izin verirseniz düşman bir Arap denizinin ortasında size sadık, sizin çıkarlarınızı gözeten dost ve müttefik bir ada oluşturacağız" derler. Kuruluşundan beri bu böyle ve bilerek böyle. Dolayısıyladır ki, 1948'de devlet kurulduğu zaman bütün önde gelen Batı ülkeleri tarafından hemen tanınır ve desteklenmeye başlanır. O dönemde bugün olduğu gibi emperyalizmin motor gücü olan ülke Amerika olduğu için, 1948'den günümüze kadar Amerikan yardımı, ekonomik yardım ve daha da önemlisi askeri yardım bütün dünya hesaba katıldığında en çok İsrail'e gitmiştir. Rakamları bellidir. Halen de İsrail gücünü bundan almaktadır. Diyeceksiniz ki, İsrail Amerika'ya nasıl karşı çıkabiliyor o zaman? Şöyle: İsrail'in Amerika'ya ihtiyacı var, Amerikan desteği olmadan İsrail'in küçücük bir devlet olarak varlığını sürdürmesi mümkün değil. Ama Amerika'nın da İsrail'e ihtiyacı var. Niye? Çünkü dünyanın en istikrarsız, en sık çivisi çıkan bölgesinde her koşulda kendine son tahlilde bağlı olacağını bildiği bir müttefiğe ihtiyacı var. Amerika'nın müttefiği çok. Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye, Ürdün'den Mısır'a kadar, ama bunların hepsi son tahlilde istikrarsız ülkeler. Bir zamanlar İran da Amerika'nın en önemli müttefiklerinden biriydi. Ne oldu? Birkaç haftada devrildi İran Şahı. Mısır'ın eski lideri Mübarek Amerika'nın sarsılmaz müttefiğiydi, 18 gün içinde devrildi. Dolayısıyla bu diğer müttefikler, Türkiye dahil, son tahlilde Amerika'nın %100 güvenebildiği müttefikler değil. İsrail Amerika'ya göbekten bağlı olduğu için Amerika ona %100 güvenebiliyor. Farklı bir müttefik. O nedenle İsrail'in de Amerika'ya karşı çok nazı geçiyor. Bazen Amerikan çıkarlarını bile tehlikeye düşürecek ölçüde bağımsız davranabiliyor. Ama son tahlilde Amerika'ya bağlı.

Niye diğer ülkeler istikrarsız ya da İsrail niye istikrarlı, homojen yapısından dolayı mı?

Arap ülkeleri zaten istikrarsız rejimler. Büyük çoğunluğu ya diktatörlük, Suriye gibi ve şu anda Mısır gibi, ya da tamamen çağdışı krallıklar, şeyhlikler, popüler tabanı olmayan garip ailelerin yönettiği ülkeler. Bunlar niye istikrarsız? Diktatörlük olduğu zaman uzun süre belki başta kalabiliyor, fakat düştüğü zaman da çok fena düşüyor. Mübarek örneğinde olduğu gibi. Çünkü diktatörlerin tabanla organik demokratik bir ilişkisi olmadığı için, iktidarını baskıyla sürdürdüğü için eninde sonunda o halk bunları deviriyor.

Esed niye devrilmedi?

Esed devrilmedi çünkü çok sert askeri tepki gösterdi. Ama ne pahasına? Suriye ülke olmaktan çıktı. Bunu bile göze aldı Esed. Mübarek bunu yapmadı mesela. Daha doğrusu, Mısır egemen sınıfı "Bu herifi savunmaya devam edersek ucu bize dokunacak, bu heriften kurtulalım başkası gelsin ama yine biz egemen sınıfı olarak varlığımızı devam ettirelim" diye daha mantıklı ve uzun vaadeli düşündü. Suriye'de bu olmadı. Suriye ayaklanmasının ilk altı ayı barışçıldır, biliyorsunuz, silah yoktu. Ama bunun üzerine müthiş silahlı bir tepkiyle geldiği zaman Esed, iş silahlı mücadeleye dönüştüğü zaman, kitleler ortadan kayboldu. Bir halk ayaklanması olmaktan iç savaş olmaya dönüştü.

Peki bu noktada Amerika Irak'a girip Bağdat'ı düşürdüğü gibi, Saddam'ı astığı gibi Esed'e niye bir şey yapamıyor ya da yapmıyor?

Çünkü Amerika Irak'a girdi ve bin pişman oldu.

Ağzı yandı diyorsunuz?

Hem de nasıl yandı! Ayrıca daha öncesinde Afganistan'da ağzı yandı. Yoksa Suriye'ye müdahale çok sık tartışılıyor Amerika'da. Ama halktan destek alamayacağını biliyor Obama. Yoksa tabii kolaylıkla devirirdi Esed'i. Dikkat ederseniz, IŞID'i imha etmeyi şu anda cidden çok istiyorlar, ama asker gönderemiyorlar. Çünkü Amerikan kamuoyu artık  Afganistan ve Irak felaketlerinden sonra kabul etmiyor asker göndermeyi.

IŞİD yoktu, böyle bir örgüt bir anda çıktı ortaya. El Kaide'nın bir kanadı olarak ortaya çıktığı söyleniyor, ama müthiş bir katılım var. Müslüman olmayanlar geliyor İslam adına hareket etmeye çalıştığını söyleyen grup ve İslam'la hiçbir alakası olmayan bir grup, tecavüzler yapan, hunharca adam katleden bir grup, hatta islamafobiyi körükleyen bir unsur haline gelmiş durumda ve baktığınızda bölgenin istikrarsızlaşması için çok önemli bir etken oldu. Bu biraz komplocular bakımından bölgeye müdahale, bölgenin istikrarsazlaşmanın artması artması anlamında kullanılıyor. Bu manada İŞİD'İ nasıl tanımlayabiliriz?

IŞİD'in ne olduğu benim kafamda çok basit. IŞİD nasıl Afganistan'da El Kaide'nin ortaya çıkması doğruda Amerika'nın eseriyse, Irak'ta da IŞİD'in ortaya çıkışı dolaylı olarak emperyalizmin sonucu. Şöyle. Amerika Irak'a girdi, ortalığı darmadağın etti, halkı perişan etti. Ondan sonra Şii bir kukla hükümet yarattı. Bu kukla hükümet Irak'taki Sünnilere 10 yıl boyunca eziyet etti. Dolayısıyla Irak'ta gerçekten bir sorun yaşayan ve bir temsilci bulamayan, bir çıkış yolu bulmayan büyük bir Sünni kitle vardı. Zaten 1,5 milyon insan ölmüş, hiçbir kamu hizmeti yok, yoksulluk diz boyu. Bunun üzerine bir de Sünni nüfus Şii hükümetin çizmesi altında ezildi. IŞİD ortaya çıktığında bu nüfusa hitap etti. Bu nüfus İŞID'in bütün dediklerini , bütün yaptıklarını onaylıyor değil bence. Ama "bizi koruyan Sünni Müslüman bir güç çıktı" diye baktılar. Zaten kendine kitlesel bir taban bulamamış olsa IŞİD bugünkü konumuna gelemezdi. Ezerlerdi hemen. İŞID'in önderliğinin önemli bir kesimi Felluce'li. Amerika'nın Felluce'ye girip yaptıklarını hatırlarsanız, orada çocuk olan, delikanlı olan kişi, büyüdüğü zaman ne olacaktı ki başka, IŞİD 'li olur tabii.

Öfkeli birkaç genç Davutoğlu'nun tanımına uyuyor gibi?

Hayır. Öfkeli birkaç genci, kitle tabanı olmasa, ezerler. Ama IŞİD'in bir tabanı var, o tabanı da Amerika yarattı. Mutsuz, yoksul, çaresiz Sünni bir kalabalık var Irak'ta. IŞİD o kalabalığın üstüne oturdu. Bu onu haklı göstermez, ama nereden çıktığı ve nasıl oldu da bu kadar büyüdüğü sorularının cevabını verir.

Ajanslardan takip ettiğimize kadarıyla Filistin'deki durum gündeme çok fazla gelmedi. Bu aralar çok yansımaya başladı İsrail'in Filistine'e uyguladığı politikalar. Evlerin betonla doldurulması, ezanı yasaklaması mevzuu var, Mescid-i Aksa'ya polislerle girilmesi, abluka altında İsrail'in bu uygulamalarının şu anda gündeme gelmesi dostluk açıklamalarıyla bağdaştırılabilir mi?  İhlallerin bu kadar  artmasının sebebi olabilir mi?

Artmasının sebebi, bir zamandır Filistinli gençlerin yeni bir intifada başlatma çabası.

Yeni bir oluşum var yani?

Hayır. Kalkışma bile değil. Henüz o boyutlara ulaşamadı. On ila 18 yaş arası çocuklar sokakta İsraillileri bıçaklıyor veya ateş ediyor, çok çaresiz bir eylem tarzı. Ama belli ki bu şekilde daha genel bir hareket başlatma çabasınladalar. Çok da örgütlü bir çaba değil, öyle görünmüyor, ama 30 küsür İsrailli öldü yanılmıyorsam.Tabii her zamanki  gibi buna karşılık İsrailliler 130 küsür Filistinli öldürdü. Bunun yanı sıra başka önlemler de alıyorlar ve bu önlemler İsrail devletinin klasik tepki biçimi. İşgali ilerletiyor, Filistinlilerin hayatını daha da zehir etmeye yönelik adımlar atıyorlar.

Filistinliler ve Hamas şu durumda ne yapmalı sizce? Ne yapsa olmuyor. Roni Margulies olarak Filistin'de yaşasanız ne yapardınız?

Filistin'de yaşayan Filistinli veya herhangi bir insan olsam örgütlenirim. Durumu değiştirmeye çalışırım. Değiştirmek için kitlesel bir hareket olması lazım. Bu gençlerin pazar yerlerinde birilerini öldürmesi, bıçaklaması, herhalde kendileri de farkındadır, yeterli değil, kuşkusuz bıçaklaya bıçaklaya İsrailliler bitmez. Onun için sanıyorum ki daha kitlesel bir hareketi tetikleme amacıyla bu işleri yapıyorlar. Ama gerçekten Filistin Hareketi çıkmaz sokağa girmiş gibi görünüyor.Tabii bu onların suçu veya kabahati diye demiyorum. İsrail devletinin suçu.

İsrail Devleti yeryüzünden silinmeli diyorsunuz yani?

İsrail "Yahudi devleti" olarak silinmeli. "Yahudi devleti" olmaktan çıkarılmalı ve orada yaşayan herkesin memleketi haline getirilmeli. "Yeryüzünden silinmeli" ifadesi doğru bir ifade değil. Yedi milyon insanı öldürmek gibi bir anlam çıkıyor. Ben hep "Yahudi devleti olma özelliği kaldırılmalı" diyorum. Amaç Yahudi nüfusu yok etmek olamaz, böyle şey olmaz.

Kim yapacak peki bunu?

Filistinliler yapacak, kafası çalışan Yahudiler yapacak, komşu ülkelerin Arap halkları hep beraber yapacak.

BM'nin işgal altındaki, Filistin topraklarındaki insan hakları raportörü istifa etti. İstifa etme sebebi ise İsrail'in kendisini Filistin'e sokmaması. Yani BM'nin dahi sokulmadığı...

Ama niye "BM'nin dahi" diyorsunuz ki? BM dünyanın neresinde, ne zaman, neyi çözmüş ki? Böyle bir beklenti niye var ki? BM kim yahu? BM, zaten Amerika ve arkadaşları. Kimin sözü geçiyor, kimin ağırlığı var BM'de! Bu çok afaki bir beklenti.

İsrail uyguladığı şiddet konusunda daha insancıl olamaz mı? Aldığım notlar arasında Kasım ayında öldürdüğü Taha'yı daha geçen gün toprağa vermişler. Cesedi daha yeni teslim edilmiş. Neden böyle insanlık dışı davranıyorlar?

Peki bunun, şu anda devletin Kürt illerinde yaptıklarından bir farkı var mı? Dikkat edersek İsrail aylardır konu değil. Sürekli IŞİD konuşuluyor, Suriye konuşuluyor. İran'la Suudi Arabistan'ın birbirine girişini konuşuyoruz filan. İsrail yöneticileri şu anda kıs kıs gülüyorlardır. Harika bir durumdalar yahu! Bütün düşman diye gördükleri ülkeler birbirine girmiş, bölgenin çivisi çıkmış, İsrail'e ne dokunan var, ne bakan var, oh ne güzel! İstediklerini yapıyorlar.

Bu duruma bakarak "İslam alemi birbirini yerken Siyonizm el ovuşturyor" diyebilir miyiz?

Denilebilir. Ama ben demem. Çünkü ben "İslam alemi" ya da "Müslüman devletler" diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Bu, kusura bakmayın, Müslümanların hüsn-ü kuruntusu. Bir "İslam alemi" olduğu ve bu alemin ortak çıkarları olduğu Müslümanların hayali. Neden mi? Çok açık. Sisi Müslüman mı, Müslüman. Astırdığı insanlar da Müslüman. Esed Müslüman mı, Müslüman. Öldürdüğü on binlerce Suriyeli de Müslüman. Filistinli Müslüman mı? Müslüman. Kamplarda çadırlarda yaşayan yüz binlerce Suriyeli Müslüman mı? Müslüman. Peki, Müslüman Sisi, Müslüman Esed, Müslüman Suudi Kralı, Birleşik Arap Emirlikleri'nin başındaki Müslüman milyarderler Filistinlilerin veya Suriyeli göçmenlerin sorunlarını sizce hissediyor mudur? Elbette ki hissetmiyor, umurunda değil. Demek ki, Müslüman alemi, Yahudi alemi, Budist alemi falan yok. Alem bir tane ve bu alemde egemenler var, ezilenler var. Temel ayırım budur, Müslüman olup olmamak değil.

Röportaj: Gökhan Yılmaz/Ekrem Özden
Fotoğraf: Mustafa Sait Önal

Bültene kayıt ol