İçki düzenlemesi değil, muhafazakâr otoriterlik

08.09.2023 - 12:59
Haberi paylaş

İstanbul Valisi Davut Gül’ün, 17 Ağustos 2023’de yayınladığı genelgede “park, piknik ve mesire alanı, sahil bandı, plaj vb. alanlarda” (..) “alkol satışı ve tüketilmesinin önlenmesi” ifadelerine yer veriliyor, böylece kolluk güçlerinin açık alanlarda fiilen içki yasağı uygulamasının önü açılıyordu. Genelge, özellikle sosyal medyada geniş tepkilere neden oldu, muhalefet partilerinden önce yurttaşlar bu yasağa karşı çıktı. Bunun üzerine 30 Ağustos’ta bir açıklama yayınlayan Valilik, yeni bir uygulamaya gidilmediğini, muhtarlardan gelen şikayetler üzerine hareket edildiği iddia ederken, aynı açıklamada “Alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (Park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda)” ifadesine yer vererek genelgenin özünü savunmaya devam etti.

Oysa Valiliğin atıf yaptığı kanunlardan 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu’nda da, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda da genelgede belirtilen yerlerde içki içmeye yönelik bir yasaklama söz konusu değil. Kabahatler Kanunu içki içmeyi değil sarhoşluğu düzenliyor ve bunu da “başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunmaya” bağlıyor. Dolayısıyla Valiliğin açık alanda içki içilmesini, “kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü olması” gibi bir gerekçeye bağlama çabasının hukukun en temel ilkelerini görmezden geldiği ve kanunla belirtilmemiş bir suç ürettiği söylenebilir. Bu genelge, anayasanın 20. maddesindeki “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir” maddesine aykırı.

Elbette bu işin yalnızca hukuki yönü ve hukuk da hem siyasal gelişmelerden hem de toplumsal mücadelelerinin o andaki etkisinden ve gücünden bağımsız düşünülemez. İstanbul Valiliği’nin bu yasak girişimi, AKP hükümetinin içkiyi gayrimeşru hale getirme, onun tüketimini giderek daha küçük alanlara hapsetme çabasının, bütünlüklü bir stratejinin parçası. Pandemi döneminde, 1 Temmuz 2021’de uygulanmaya başlayan gece 24’ten sonra canlı müzik yasağı yaklaşık iki yıl sürdürülmüştü. AKP içkiye %250’ye varan oranlarda vergi getirerek, müzik festivallerini yasaklayarak veya bu festivallere içki yasağı getirerek, dini kurallar temelinde oluşturduğu kendi “makbul vatandaş” tipini topluma zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Bu açıdan AKP’nin yıllarca CHP’yi uygulamakla suçladığı “toplum mühendisliğini” kendisinin çok geniş araçlarla, çok farklı alanlarda uyguladığı apaçık bir gerçek. Ayrıca bu genelgeyle getirilmeye çalışılan yasağın sınıfsal yönü de çok net bir biçimde görülüyor; açık alanda içki yasağı, içinden geçtiğimiz ekonomik kriz koşullarında alkollü mekanlara gitmeye parası olmayanları, işçileri, öğrencileri, yoksulları hedef alıyor.

Bu genelge ve genel olarak AKP’nin “makbul” görmediği alanları daraltma ve giderek yok etme politikası, sadece bu alanlardaki yurttaşları hedef almıyor aslında. Devletin bireyler üzerinden giderek daha fazla yetki kazanması; onun ne içeceğine, nasıl eğleneceğine, kimi seveceğine, kiminle sevişeceğine daha fazla karışması, tüm yurttaşları tehdit ediyor. Dolayısıyla AKP’nin yasaklarına karşı çıkmak, yalnızca bir “yaşam tarzı savunusu” değil, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin herkes için savunulması mücadelesinin bir parçası.

Onur Devrim

Bültene kayıt ol