Arkadaşımız, şair, devrimci, aktivist Roni Margulies’i, dün alkışlarla uğurladık. İyi bir insanı ve dostu, iyi bir şairi bu kadar erken kaybetmek zormuş. Şiirlerindeki geçen zaman, kapanan devir, uzaklarda kalan hayat ve kayıp temalarının şiirlerinde kalacağını umardım. Olmadı. Roni’nin anısı şiirleriyle birleşti. Zamansız bir veda oldu. Çok üzgünüm.
Ben Roni Margulies’i tanışmadan çok önce, 90’ların başında ilk kitaplarıyla, şiirleriyle tanıdım. Sanırım önce Sombahar dergisinde çıkan şiirleriyle, sonra ilk şiir kitaplarıyla hep yakında izlediğim, sevdiğim bir şair oldu. Sonraları, 2000’lerin başlarında, önce eski Kara Kedi’de, sonra Küresel Eylem Grubu çevresinde bir aktivist olarak tanıdım. Irak savaşına karşı verilen mücadelede aktif olduğu gibi, bizim ilk iklim eylemlerini de hep destekledi, içinde yer aldı. İklim krizine, nükleer enerjiye, savaşlara karşı kampanyalar düzenledik, panellerde konuştuk, eylemlerde birlikte olduk. Bir yerde aktivisti “eyleme geçen değil eyleme geçiren kişi” olarak tanımlamıştım. Roni Margulies bu anlamıyla gerçek bir aktivistti. Yazmayı bildiği kadar konuşmayı da, sokağa çıkmayı bildiği kadar sokağa çıkarmayı da bilen bir aktivist ve devrimci. Bizim kuşak ondan çok şey öğrenmiştir.
Tabii Roni benim için en önce sevdiğim, hayran olduğum bir şair olarak kalacak. Roni Margulies’le ilgili ilk hatırladığım şeylerden biri 90’lı yıllarda, daha internet yokken, Kadıköy’deki eski büyük kitapçılardan birinde şiir raflarını karıştırırken onun kitaplarını “Türk Şiiri” rafları yerine “Dünya Şiiri” raflarında görüp ne kadar şaşırdığımdır. Tabii çok gençtim, kitapçıya gidip iki laf edemediğime hâlâ üzülürüm. Çok sonra, internet satışları açıldığında, aynı şeyi büyük bir internet kitapçısının da yaptığını fark etmiştim. Büyük ihtimalle İdefix’tir. Hâlâ öyle midir bilmiyorum, kontrol etmedim. Tabii, çağdaş Türk şiirinin en iyi şairlerinden birini sırf adı “yeterince Türk” gelmediği için Türk şiirinin dışında sanan bilgisizliğin kimseyi şaşırttığını sanmıyorum. Ama Roni Margulies derken sadece iyi Türkçe şiir yazan Türkiyeli bir şairden söz etmiyoruz. İlk iki kitabına Yahya Kemal’den epigraflar koyan, bazı kitaplarının adı “Bilirim Niye Yanık Öter Ney”, “Her Rind Bilir” olan, bazı şiirlerine Türk şiirine göndermelerle, “Elhan-ı Şita”, “Kamyonlar Kavun Taşır” gibi başlıklar koyan, şiirlerinde mesela Maria Misakyan veya Ömer Haybo isimleri geçen ve bir şiirinde “Yalnızlık bilmemesidir Attila İlhan’ı kimsenin” diyen bir şairden söz ediyoruz. Böyle bir şairi Türk şiirinden kovan ırkçılık, tam da Roni’nin kavga ettiği şeydi. Aklıma gelse de bu anlattığımı kendisine söylemedim . Muhtemelen fark etmiştir zaten ve fark ettiyse, kendisi gibi bir enternasyonalist devrimcinin Dünya Şiiri raflarına konmasından belki de hınzırca bir sevinç duymuştur.
Roni Margulies’in şiiri
Roni Margulies’in kendi dönemi için ayrıksı bir şiir tavrı olduğu hep söylenmiştir. Zamanında kendisinin dahil olduğu 80 kuşağıyla epey kavga ettiğini, imgeci şiire karşı yazılar yazdığını biliyoruz. Onun şiiri anlatımcı denen tarzda bir şiirdi. Bence bunun arkasında Türk şiirinde Nazım Hikmet’i, Attila İlhan’ı, Edip Cansever’i (galiba daha çok 70’ler, 80’ler dönemini) ve benzeri öykülemeci şairleri sevmesi kadar, İngilizce şiiri iyi çeviriler yapacak kadar bilmesinin de payı var. (Şavkar Altınel ve Cevat Çapan için de aynı şeyi söyleyebiliriz.) Onun, Fransız şiirinin etkisiyle gelişen çağdaş Türk şiirinin imgeci ana akımının dışında, anlatımcı bir tavra sahip olmasında bunun da rolü olabilir.
Roni Margulies epey içe kapanık ve hüzünlü de olsa açık ve aydınlık bir şiir yazdı. Bir şey anlatmayan, bir öyküsü olmayan şiiri anlamsız buluyordu. Bunda anlatacağı çok şey olmasının da belki bir payı vardır. İstanbul’da, bir azınlık olarak doğup büyümüş, ailesinde göç hikayeleri dinlemiş, kendisi on yedi yaşında Londra’ya gidip hayatını iki ülke, üç dil arasında bölerek yaşamış, yalnızlığı, ayrılığı, özlemeyi, uzakta olmayı, kaybetmeyi bilen, ama mücadeleyi, sokakta, insanlarla birlikte olmayı, onları tanımayı da en az onun kadar iyi bilen bir şairdi. Hep bir yerlere ve birilerine geri dönmekten söz etti. Eskiye kazı yapar gibi bakan, ama bugüne dairse ve değerse bir şeyler söylemeyi anlamlı bulan bir tavrı vardı. Kendi hayatını ve iç dünyasını anlattığı kadar tanıdığı insanları ve tarihi kişilikleri de şiirle anlattı.
Bir şair iç dünyasını, anlatmadan da açığa dökebilir. Roni Margulies anlatmayı, kendini sonuna kadar şiirle açmayı seçti. Samimi şiir olarak bunu gördü ve bu onu iyi bir şair yaptı. Bugünden geriye bakınca ’80 kuşağı içinde yapılan o tartışmanın aslında iyi ve samimi şiir tartışması olarak yaşandığını görüyorum. Samimi ve iyi olanlar bugüne kaldı. Roni’nin şiiri de onlardan biriydi ve öyle kalacak.
Bölünen hayatları, geçmişi ve insanı anlatan bir şiir
Roni Margulies’in hayatı İstanbul ve Londra arasında ikiye bölünmüştü. Bunu şiirlerinde bir tema olarak da görürüz. Ama en sonunda hep bir İstanbulluydu. Bunun en güzel örneklerinden biri İki Kentin Öyküsü’dür. Uzun uzun Londra’yı ve üzerinde ne izler bıraktığını anlattıktan sonra şöyle biter o şiiri:
“… Şimdi de zaman zaman bir çocuk sanatçı gibi,
turnede gibi hissetmekten alamıyorum kendimi:
Bir sahne gibi geliyor Londra bana bazen,
piyes İngilizce, oyuncuların çoğu Türkiyeli.
O akşam yaşlı bir turist durdurdu beni,
bir adres sordu, her gün geçtiğim önünden.
Durakladım. Bilmem aklımdan neler geçti.
“Kusura bakmayın”, dedim, “Londra’lı değilim ben”.
(Bilirim Niye Yanık Öter Ney’den)
Okul yılları, çocukluk, gençlik ve o yılların İstanbul’u, Maçka’dan Yeşilköy’e, şiirlerindedir. Geçmişe ve o yıllara dair düzyazı kitapları da var tabii. Şiirleriyse, en sonuna kadar sizi ucuna takıp götürür ve usulca bırakıverir yere:
“…Anladım, yanlıştı beklentilerim.
Ne olabilirdi ki? Yaş olmuş elli!
ben de zaten o Roni değilim.
o köy onundu, bu köy benim.”
(Orda Bir Köy Var…, TK1980’den)
Bazen de belirsizce… Gece yarısı uyanır, rüyasında kimi görmekte olduğunu çıkaramaz, mutfağa iner, aklına matematik hocası Peter Barrett gelir birden:
“… Gördüğüm rüyayı hatırlayamadım ama,
sabah yarı karanlık odama döndüğümde
anladım Barrett’in niye geldiğini aklıma:
“Fitzgerald der ki”, demişti bir mektubunda,
Herkesin yüreğinin bir köşesinde
her zaman üçüdür saat gecenin”.
(Gecenin Üçü, Saat Farkı’ndan)
Tabii insan hikayeleri. Memleketimden İnsan Manzaraları gibi, ama kısa şiirlerle, birkaç fırça darbesiyle çizilen portreler. İyi bir portrenin insanın sadece resmin çizildiği anki görünüşünü değil, hayat hikayesinden kişiliğine kadar her şeyini yansıtması gibi bütünlüklü, ilk kitabında anneannesi ve dedesinin hikayeleriyle başlayarak, İstanbullu, Türkiyeli azınlıkların, mübadillerin, sürgüne gidenlerin, Londra’daki göçmenlerin, işçilerin, grevcilerin, yaşlı devrimcilerin ve tabii Mağrur Olma Padişahım kitabındaki komitacıların şiirleri.
Roni Margulies aynı zamanda bir portre şairidir:
“… Artin’in babası doksan beşinde
çok sevdiği rakıyı bıraktığında,
“Dokunuyor oğlum bana” demiş,
tek damla içmemiş sonra bir daha.
…
Yıllar geçtikçe çoğalmış sonra
dokunan şeyler. Canı sıkılmış.
Ve doksan sekiz yaşındayken
ipten dönüp sessizce bir ikindi vakti
bırakmış dokunulmayı Avedis Efendi.”
(Vakıflı Köyü’nün İpi, Ornitoloji’den)
Ve tabii hep Elsa gelir aklına…
“… Ayrıntılardan arındırsam hayatımı;
desem ki: ben Elsa’yı çok sevdim.
O kadar. Bir kapı aralandı kısaca:
Bir başka dünyada, başka bir çağda
mümkün olabileceğini gördük aşkın.
Usulca kapandı tekrar kapı sonra.”
(Çağımızda Her Aşk, Elsa’dan)
İmgeci şiir tarafından bakıldığında fazla düz ve yalın bir şiir gibi gelebilir Roni Margulies’in şiiri. Ama onun şiirinde “sehl-i mümteni” vardır sıklıkla: Hiç öyle sanmayın, o dizeyi yazamazsınız.
Elhan-ı Şita
Şimdi, Roni’nin ardından, bütün şiir kitaplarını raftan indirip tekrar okumak kolay değil, o şiirlerin artık tamamlandığını düşünmek acı veriyor. Ama kişisel bir notla bitireyim bu veda yazısını. Yıllar önce, şiiriyle ilgili kısa bir mail yazışmamız olmuştu. Çok cesaret edemezdim aslında, o kadar güncel mesele varken mücadelenin içindeki bir insana şiiriyle ilgili bir şey yazmaya. Bana cevap olarak yeni yazdığı bir şiirini (Elhan-ı Şita) göndermişti. Sonra, aynı dönemde birkaç da kuş şiirini yollamıştı. İnsanı özel hissettiren anlar. O şiirler daha sonra son kitabı Ornitoloji’de yer aldı. Bana gönderdiği şekliyle o şiiri, Elhan-ı Şita’yı alıyorum son olarak buraya.
Güle güle Roni.
“Beşiktaş günlerimin ilk karı yağıyor.
Londra’da oturur her kış, buraları düşlerdim.
Geldim. Buradayım işte artık.
İşte ağır bulutlar, karlı kaldırımlar
ve anlamsızca, acımasızca esen rüzgâr.
Sessizce gezindim sokaklarınızda bu akşam:
Her gece saat 11’de çay demleyen bakkal,
hemen yanında sepet sepet kuşburnu, zerdeçal,
keçi boynuzu, zencefil ve bilmediğim bitkiler,
züccaciyeci, sonra Elit Profiterol, künefeci.
Zor dayanıyor tenteler üstlerindeki karlara.
Çilingir, terzi ve yanı sıra çeşit çeşit tamirci:
“Her türlü elektronik eşya tamir edilir”
ve bisiklet tamircisi ve saat tamircisi.
Döndüm, ey tamirciler! Buradayım artık.
Geldim, teslim ediyorum işte kendimi size.
Tamir edebilecek misiniz geçmişimi?
Dönüp bakmadıklarımı, kırıp geçtiklerimi?
Tamir edebilecek misiniz kalan günlerimi?”
Ümit Şahin
(Yeşil Gazete)