“Mimarlar Odası 6 Şubat 2023 Depremleri Tespit ve Değerlendirme Raporu” , ilk günlerden itibaren bölgede yürütülen pratik faaliyetlerin yanı sıra, 11-16 Şubat 2023 tarihleri arasında, Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu tarafından oluşturulan heyet tarafından bölgede yapılan incelemeler ışığında hazırlanıp 23 Şubat 2023 günü basın ve kamuoyu ile paylaşıldı.
Yıkımın ardından arama-kurtarma çalışmaları ve acil geçici ihtiyaçların karşılanması konularındaki eksiklere değinen rapor, aynı zamanda yıkıma uğrayan 11 ilde yıkımın boyutunu, kamu yapılarını, altyapı sistemlerini, yıkım nedenlerini, TOKİ yapılarının ve tescilli ve tescilsiz sivil-kültürel miras yapılarının durumunu değerlendiriyor.
Bilimsel raporların dikkate alınmaması, mesleki denetim mekanizmalarının şeffaf olmayışı, art arda çıkarılan imar afları gibi pek çok kritik sorunun yanı sıra, depremin hemen ardından ortaya atılan “yıkılan yapıların büyük çoğunluğu 2000 öncesinde yapılmış” iddiasının gerçeği yansıtmadığını ortaya koyan rapora göre, yıkılan veya hasar gören yapılarda 2001 ve sonrasında inşa edilen yeni yapı oranı yaklaşık yüzde elli.
Yıkımın üzerinden günler geçtikten sonra bile acil ve geçici barınma ve hijyen koşullarının sağlanmamasının sebebinin, bilgi ve deneyim birikimi olan kuruluşların feshedilerek tek merkezden koordinasyon yetkisi verilen AFAD’a bırakılması olduğu sıklıkla dile getirildi. Mimarlar Odası’nın son raporunda buna ek olarak saptanan bir diğer çarpıcı gözlem ise, Türkiye Kızılay Derneği tarafından, dünyanın en büyük afet barınma ünitesi üretim merkezi olarak tanımlanarak Malatya’da kurulan Kızılay Sistem Yapı Fabrikasının, ülkedeki en büyük prefabrik yapı ve konteyner üretim fabrikası olmasına karşın, deprem sonrası barınma ihtiyacını karşılamak üzere yeterli çadır ve prefabrik ünite üretip stoklamamış olması.
Raporda; enkaz kaldırma çalışmalarının yeterli donanım ve koordinasyonla yapılmamış olmasına ek olarak, hasar tespit çalışmalarının yürütülmesinde de çalışmaların çok hızlı yürütülmesi nedeniyle, mesleki uzmanlık alanları ve deneyimler kapsamında sağlıklı biçimde oluşturulamadığına ilişkin çekinceler dile getiriliyor.
Tıpkı, deprem sırasında yıkılan yapıların büyük kısmının 2000 öncesinde yapılan yapılar olduğu iddiası gibi, raporda dikkat çekilen bir diğer nokta da, depremi takip eden günlerde hükümet tarafından ortaya atılan “TOKİ eliyle 270bin kalıcı konutun bir yıl içinde tamamlanacağı” söylemi. TOKİ tarafından 2020 Elazığ ve İzmir depremlerinin ardından, vaat edilen sürelerde ve miktarlarda konut üretiminin gerçekleşmediğinin ortaya konduğu raporda yer alan verilere göre, 2003-2022 arasını kapsayan 20 yıllık süreçte TOKİ tarafından 1 milyon 170 bin konut inşa edilmiştir. Buna göre TOKİ yıllık 58 bin 500 konut üretebilmektedir.
Bu tespite dayanarak, son yıkımın ardından inşası hedeflenen kalıcı konut sayısına ulaşmak için yaklaşık beş yıllık bir süre gerekiyor.
Raporun genelinde sıklıkla dile getirildiği gibi, yıkımın ardından acil geçici barınma sorunlarını dahi çözememiş olan bu bakış açısı, yıkımdan etkilenen milyonlarca insana, kalıcı çözüm olarak ısrarla TOKİ konutlarını işaret ederken, hangi planlama süreçlerini nasıl yöntemlerle ele alacağına dair hiçbir bilgi vermemektedir.
Meslek kuruluşları; çok boyutlu planlama süreçleri yürütülmeden, bilgi alanından paydaşların dışlandığı ve insanların TOKİ kutularına mahkûm edildiği bu yaklaşımın yeni yıkımlar, kayıplar ve eşitsizlikler doğuracağını ısrarla vurguluyor.
1999 Marmara Depremi’nden çıkarılması gereken derslerin göz ardı edildiğini ortaya koyan raporda, şiddeti ve etki alanı büyük olan bu depremin bu derece yıkıcı olmasının somut nedenleri şöyle özetlenebilir:
Raporda ayrıca; kırsal alanda henüz koruma envanterine alınmamış ve yapım tekniği-malzeme-dönem vb. özellikleri ile koruma altına alınması, tescillenmesi gereken pek çok yapının da yok olduğu, çok sınırlı sayıda tescil kaydı bulunduğu için yaşanan kaybın boyutunun anlaşılmasının dahi zor olduğu dile getirilmiştir. Depremin yanı sıra yıkıma sebep olan bakımsızlığa dikkat çekilen raporda, kültür varlıklarının korunması için sürekli bakımın önemine dikkat çekiliyor.
Yıkıma ilişkin detaylı ve teknik gözlemlerini bu rapor aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan Mimarlar Odası, kentlerin ve yapı üretiminin bir sermaye üretim aracı olarak ele alınmasının, yapı / inşaat merkezli sermaye birikimi uğruna tüm doğal alanların imara açılmış olmasının ölümcül sonuçlarına dikkat çekiyor.
Detaylı tespitler ve öneriler içeren bu raporun yayımlanmasının ertesi günü ise hükümet, bölgenin yeniden inşasında da tek yetkili olacağını, 24 Şubat tarihli “6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararıyla olağanüstü hal ilan edilen illerde yerleşme ve yapılaşma hususunda bazı tedbirlerin alınması” amacıyla “126 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile duyurdu.
Doğal alanların imara açılması, planlama izin ve süreçlerinin tamamlanması zorunluluğunun olmaması, TOKİ vb. kurum ve iştiraklere verilen yetkileri sıralayan kararname; on binlerce kişinin ölümü ve yok olan kentlerin sorumlusu bu politikalar değilmiş gibi, planlama süreçlerini yok sayan yapı üretimi/sermaye birikimi üzerinden yeni bir kapı açtığını ilan ediyor.
Esra Akbalık
- 23 Şubat tarihli Mimarlar Odası raporunun tamamı
- 24 Şubat tarihli kararname
- Mimarlar Odası’nın 24 Şubat tarihli kararnameye ilişkin basın açıklaması