1. Gün: Nereye gidiyoruz?
2. Gün: Nerede kalacağız?
3. Gün: Hala hayatta kalabilecek miyiz?
4. Gün: Ne zaman varacağız?
5. Gün: …
Bu sabahın erken saatlerinde Homi Bhabha'nın "ölüm ile yaşam, ölüm ile yaşam bizim zamanımızda atıyor" ifadesini tekrarladığını duydum. Bu tür metaforik ölüm yaşamının yankıları nedense şimdiye kadar bende kaldı. Proleptik ölümden bahsediyor galiba, gelecekte olan ama şimdi yaşanması gereken bir ölüm. Etkileri tam da bu anda, şimdiden başlayan hayali proleptik ölümden bahsediyor. Günlük hayatımızda var olan ölüm-yaşamı, "bekleme" içinde çarpışır. Her şey "beklemek", beklemek ve sonra hareket etmekle ilgili. Bekleme bu anlamda terimi sadece idari veya bürokratik bir terim değildir. Çünkü bu kaçınılmaz "beklemek" neyin askıda asılı olduğunu düşündüğünüzde, kelimenin tam anlamıyla bir ölüm ile yaşam arasındaki meselesidir. Beklemek ve sonra hareket etmek (ölüm ile yaşam) tamamen asimetrik olarak bağlantılı, iki farklı deneyim, günlük deneyimdir. Günlük yani birbirimizi her gün duyulan duygu için çok merkezi olan bir meselesidir. Beklemek yani yarın için duyulan bir umut, kucaklanmak için, arkadaş olmak için bir umuttur. Levinas, "ölüm-yaşam metaforu" dediği şeye atıfta bulunarak, "ölümde ötekiyle birlikte olmamızın, "komşunun" yaşamından sorumlu olduğumuzda olduğunu" yazar. Ölüm ve yaşamın bu yan yana yakınlığı, mevcut tarihimizin günlük acil durumlarında tekrarlanır. İşte "bekleme" odasında çoğu zaman asılı olan şey bu.
Silinme, yanılsama, saklanma, hüsrana uğrama, umutsuzluk, baş dönmesi ve arada bekleme anlar. Bu bekleyişler arasındaki jestler bunlar. Bu sürekli, bizim ile takılan bekleyiştir. Karanlık denizde yapılan o tekne gezintisi sırasında bir “bekleme”, uçsuz bucaksız yol boyunca yapılan o uzun yürüyüş arasında da bir “bekleme” vardır. Beklemenin içsel tekrarını da görmezden gelmek kaçınılmazdır. Ayrımcı ve olumsuz olduğunu bilerek, böyle bir “bekleme” ile nasıl müzakere edilebilir? Zaman geçtikçe, bize bakan an, "beklemedir.” İster bir kamp, ister karanlık bir deniz ister ölüm ile yaşam arasındaki çizgi, bunların her biri “bekleme” yeridir. Tüm amacı, denizin ortasına ya kampta ya da çetin sınırlar arasında beklemektir. Her şeye beklemek, kaderi beklemek, bir tedaviyi beklemek, iyileşmeyi beklemekle, kucaklamayı beklemek, bir müzakereye beklemektir. Ve bu bekleyişin içinde, sonunda ineceğine, dostluğu kucaklayacağına ve hepimizi kucaklayacağına dair içsel bir umut var. Ama beklemek, hayatın yük ölümünü beklerken yaptığın şeydir. Bu mecazi anlamda beklemek ölüm ile yaşam, yaralanma ve adaletsizlik karşısında “ironik bir azim” etiğidir.
"Hayatının başlangıcında, bir adam her zaman tıkanır, beklenmedik bir durumda boğulur. İnsanın talihsizliği, bir zamanlar çocuk olmasıdır.”
- Frantz Fanon, Siyah Deri, Beyaz Maskeler (1952)
Waseem Siddiqui