CHP’li Bolu belediye başkanı Tanju Özcan hakkında, Sığınmacılar Platformu tarafından örgütlenen bir suç duyurusu kampanyası yapıldı. Helalleşmeden söz eden CHP liderliğinin hakkında hiçbir işlem yapmadığı, bu açıktan ırkçı adamın hâlâ bir şehrin belediye başkanı olması utanç vesilesi olarak görülmelidir.
CHP Tanju Özcan hakkında hızla gereken işlemleri yapmalı, bu adamı atmalı ve ırkçılıktan partisinden atılan ilk belediye başkanı olarak tarihe geçmesi sağlanmalıdır.
Sadece atmakla yetinilmemeli, savcılar hakkındaki suç duyurularını hemen işleme koymalı, dava açılmalı ve en ağır cezayı almalıdır. Bir belediye başkanı olarak konumunu göçmenlere düşmanlık etmek, nefret söyleminin dozunu artırmak, en korunaksız olan toplumsal kesimleri hedef göstermek için kullanması affedilemez bir suçtur!
Sadece Tanju Özcan değil, ırkçılık ve göçmen düşmanlığı yapmak için parti kuran Ümit Özdağ hakkında da hızla suç duyurusu örgütlenmeli, göçmenlere karşı toplumsal bir kin duygusu, bir hınç girişimi örgütlemeye çalışan bu tür insanların siyaset yapması engellenmelidir.
Geçtiğimiz hafta Edirne’nin İpsala ilçesinin, Yunanistan sınırı yakınlarındaki bir köyünde, 19 göçmenin cansız bedenine ulaşıldı. Hayatta kalan göçmenler, ölenlerle aynı kafilede olduklarını ama Yunanistan’da yetkililerin kendilerini böldüğünü söylediler. Geriye itilen göçmenlerin donarak ölmesi büyük bir facia.
Bu faciaya ses çıkartmak, Yunanistan’ın göçmen düşmanı ve insanları doğrudan ölüme yollayan politikalarına eleştirmek elbette doğru. Fakat bu konuda tepki gösteren kurumlar, Yunanistan’ın göçmen düşmanı politikasını eleştirirken, Türkiye’nin göçmen politikasını eleştirmemesi büyük bir eksiklik olur.
Neden göçmenler, ilk fırsat bulduklarında, hayatlarını hiçe sayarak Türkiye’den kaçmaya çalışıyorlar? Sorulması gereken ilk soru bu. Tuhaf bir göçmen politikası uygulayan, göçmenleri geçici misafir olarak görüp uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan hiçbir hakkını tanımayan iktidar politikalarının sorumluluğu belirleyici. İçişleri bakanlığı sınırda ölen göçmenler için haklı bir tepki gösterirken, 2021 Ağustos’unda “Edirne-İpsala’da, 55-60 kişilik Suriyeli-Afgan göçmen grubunun bir jandarma komutanı tarafından Meriç Nehrine atıldığı, içlerinde ölenlerin olduğu iddiaları neden es geçiliyor? O soruşturma neden hızla kapatıldı? Yıllardır Suriye-Türkiye sınır bölgesinde hayatını kaybeden sığınmacılarla ilgili neden herhangi bir soruşturma açılmadı?”
Göçmenleri Avrupa Birliği’yle bir pazarlık kozu olarak kullanmak, temel mülteci haklarını bir insan hakkı olarak tanımlamamak iktidar cenahının yanlışlarına işaret ederken, muhalefetin bazı partilerinin ve unsurlarının açık ırkçılığı ve iktidara geldiklerinde göçmenleri geri yollayacakları iddialarıyla hesaplaşmamak, kendi egemen sınıfının, kendi devletinin, “kendi muhalefetinin” sorunun bir insanlık trajedisine dönüşmesindeki payını silikleştirmek anlamına gelir.
Bu konudaki doğru tutum, Ege’nin iki yakasında örgütlenen sosyalistlerin ortak açıklamasında önerilen politikadır: “Hükümetlerimizin bölgenin stratejik kontrolü için giriştiği rekabetin savaş gerilimlerini ve ırkçılığı güçlendireceğinden endişe ediyoruz. Sınır muhafızlarının militarizasyonu ölümden kaçmaya ve yeni bir hayat kurmaya çalışan mültecilerin güvenliğini tehdit ediyor.
Mülteciler hükümetlerin aracı değil, onların rekabetlerinin kurbanlarıdır. Silahlanma, çitler, mülteci kampları, kitlesel geri göndermeler ve mültecilere uygulanan ölümcül cezalar, bölgede refah ve barışa katkıda bulunmuyor, aksine Ege denizini ıslak bir mezarlığa dönüştürüyor.”
1. Türkiye’de Suriyelilerin negatif hiçbir etkisi yoktur. Kimse böyle bir düşünceye kapılmamalı. Bir hak grubunun, bir kimlik grubunun bir ülkenin toplumsal dokusuna negatif bir etkisi olabileceğini düşünmek için elimizde ırkçıların yanlışlığı kanıtlanmış gerçek dışı iddialarının dışında hiçbir veri yok.
2. Göçmenler hayatta kalmaya çalışıyorlar, bunu yaparken de kendilerini şimdiki insanlar haline getiren tüm sosyal, tarihsel ve kültürel niteliklerini ve yeteneklerini devreye sokuyorlar. Bu, bir halkın kolektif yeteneklerinin ve varoluşunun bir parçasıdır ve halkların bu zorunluluktan kaynaklanan buluşması, sadece ve sadece pozitif sonuçlar doğurur.
3. İki halk, kendilerine özgü olan yanları birbiriyle paylaşmaya başlar, farklı alışkanlıklardan ortak davranış tarzlarına doğru bir evrilme yaşanır. Bunun bütünüyle pozitif bir gelişme olmasını engelleyecek olan tek şey yapay, milliyetçi siyasi mimari olabilir ancak.
4.İktidarın göçmenleri araçsallaştıran yaklaşımı olumsuzukların ilk adımıdır. Ama siyasal rejimdeki dönemeçler, iktidarın göçmenler hakkındaki yalanlara net bir şekilde yanıt vermemesi, göçmenlerin AB ile bir pazarlık konusu olarak kodlanması ve iktidar karşıtı muhalefeti göçmen karşıtlığı üzerinden örgütleyen siyaset anlayışı sık sık göçmenler açısından riskli durumlar yaratmaya başladı.
5. İktidarın dış politikasına karşı olmakla göçmen düşmanlığı aynı madalyonun iki yüzü gibi oldu. Toplumun geniş kesimleri, sistematik ırkçılık ve yanlış iktidar politikaları olmasaydı, göçmenlerin kabul ve uyumunda bir süreklilik sağlanmış olurdu. Hiç umulmadık ilçelerde göçmen kafileleri kardeşçe karşılandı, ortak bir yaşam değilse de yan yana bir yaşam sürdürülmeli.
6. Irkçılık mevcut hayali cemaatlere, krizlerini anlaşılır kılmaya yarayacak gerçek düşmanlar bulmak için reaksiyoner bir hale bürünüyor sıklıkla. Sadece ekonomik kriz bağlamında değil, kültürel allak bullak oluşların da sosyolojik değişikliklerin de günahı, bu değişikliklerle en az ilgisi olan göçmenlere yüklenmeye çalışılıyor.
7. Bunun çok tehlikeli bir doğrudan sonucu oluyor: Şiddet ve şiddetin sessizlikle karşılanması. Şiddet çeşitli örgütlü güçlerin pratik bir göçmen düşmanlığından kendi örgütlenme zeminlerini genişletme işlevi görürken, bu günah keçisi olarak Suriyelileri göstermenin toplumsal dramatik sonucu da toplumun çeşitli kesimlerinin algısında şiddeti sıradanlaştırmak oluyor.
8. Göçmenleri düşmanlaştıran her unsur, ister Suriyelilerin varlığını kutuplaştırmak için kullanmak, ele almak olsun isterse Suriyelileri uluslararası ilişkilerin pazarlık konusu haline getirmek olsun, daima çok tehlikeli toplumsal sonuçlara yol açabilecek yaklaşımlar olarak ele alınmalıdır.
9. Göçmenlerin göç ettikleri ülkede “muhtaç” insanlar değil, tüm yaşamın eşit, onurlu ve aktif bir parçası olan özneler olduğunun altını çizen yasal düzenlemelerin yapılması, bu alanda kazanılmış uluslararası hakların hızla tanınması, bu hakların açık açık ilan edilmesi gerekiyor.
10. Kamu bilincinde göçmenlerin eşit haklara sahip yurttaşlar olarak görülmesi için mülteci haklarının en temel insan hakları arasında olduğunu en başından itibaren anlatan bir politik alışkanlık devrede olmalı.
(Sosyalist İşçi)