Sosyalist Tartışma 2021 İstanbul toplantılarının “Kapitalizm ıslah edilebilir mi” başlıklı oturumunda felsefeci Sinan Özbek ve Marksist.org'dan Şenol Karakaş konuştu.
Konuşmalar özetle şöyle...
Sinan Özbek: Homo sapiens türü 300 bin yaşında. 280 bin yıl insanlar bölünmemiş toplumlarda yaşadı. 15 bin yıl kadar önce bereketli hilal bölgesinde tarım devrimi oldu, buğday üretimi başladı. Tarım devrimi ile insanlık başka bir aşamaya girdi. İnsanların bir bölümü başkaları için çalışır hale geldi.
İnsan neslinin bugün başına gelenlerin sebebi bu tarım devrimidir, diyenler var. Bazı antropologlar tarım devrimini insanlığın içine düştüğü tuzak olarak tanımlar. Tabi biz buna tuzak değil tekniğin gelişmesi diyoruz.
Sınıflı toplumların ortaya çıkması bir gerçeklik, peki bu sınıflı toplumu aşabilir miyiz. İnsanlık önemli bir problemle karşı karşıya. Locke, Rousseau, Hobbes bunu tartışıyorlar: İnsanların daha huzurlu yaşayabileceği bir toplumu inşa edebilir miyiz, nasıl inşa ederiz?
Kapitalist toplumda da bunun için çabalar var. İşçi sınıf kendi yaşamı ile ilgili mücadeleler veriyor. Seçme seçilme hakkı, Kuvvetler ayrılığı, yasaların üstünlüğü, hukukun üstünlüğü gibi kurallar konuluyor. Ama değişmeyen bir şey var. Kapitalizm özgür emeğin sömürüsüne dayanır. Bu sistemde asıl olan ortadan kaldırılmıyor. Elbette yapılanları asla küçümsememeliyiz, reformlar elbette olumludur. Ama kapitalizm emek sömürüsüdür. Bu yüzden kapitalizm içinde insanın mutlu olması mümkün değildir.
Hobbes’un aksine eski toplumlar sefil toplumlar değildir. Sınırlı sürelerle çalıştıkları, eşitlikçi toplumlardır. İnsanın insanın kurdu olduğu toplumlar değildir, bunu Hobbes uydurmuştur. İnsan doğası kötücül değildir. Sorun artı değer sisteminin varlığıdır, emek sömürüsünün sürdüğü bu sistemde insanın mutlu olması mümkün değildir. Örneğin ırkçılık. Irkçılık kapitalist sistemde emeğin niteliği ile ilgilidir. Kapitalizm emeği en ucuz şekilde kullanmak için konuya ırkçılıkla yaklaşır.
Marksistler reformları destekler. Lenin “burjuva sistemin en üst biçimi parlamenter demokrasidir” der. Peki işçi sınıfı için hangisi yeğlenebilir. Tabii ki İsviçre’deki, Finlandiya’daki yönetim tarzları diktatörlükle mukayese edildiğinde işçi sınıfı için yeğlenebilir. Ama o sistem bile emeğini satan insanlar için bir cehennemdir.
Sağın akternatifi bir başka sağ olamaz
Şenol Karakaş: Seçim tartışması giderek Türkiye’de politik tartışmaların merkezine oturuyor. Hem iktidar ittifakı açısından hem de muhalefetin tüm sesleri açısından seçim tartışması giderek daha fazla merkezi bir konum elde ediyor.
Seçmen algısının nasıl değiştiğini ölçen son bir anket, “Erdoğan seçimi kesin kazanır ya da kazanır” diyenlerin oranının Eylül ayında yüzde 44,1’e gerilediğini gösteriyor. Bu oran Ağustos’ta yüzde 55,4’tü. Bu türden veriler sadece iktidarın canını sıkmakla kalmıyor.
Nitekim, Erdoğan, anket şirketlerine güvenmediğini söylerken, muhalefet partileri de seçimi çoktan kazanmış gibi davranıyorlar. Bu seçimlerde “Bitti, gitti bu iş” havası muhalefetin saflarında giderek yayılıyor.
Çürüyen, Sedat Peker gibi insanların oluk oluk muhaliflerin ve barış isteyenlerin kanını akıtacağını söylediği mitingler yapmasına ön ayak olan, faşist bir partiyle ittifak halindeki otoriter ve aşırı sağcı iktidara karşı, faşist partiden henüz kopmuş ve göçmen düşmanlığını bayrak haline getiren bir partiyle Kemalist CHP’nin içinde olduğu bir muhalefet ittifakıyla karşı karşıyayız.
Bu ilk bakışta radikal muhalefet açısından çok açık ki bir sıkışmışlığa işaret ediyor. Bu sıkışmışlığın ürünü olan seçim stratejisi, özetle, “şundan bir kurtulalım” önerisinde somutluk kazanıyor. Köprüyü geçene kadar ses etmememizi öneren bir yaklaşım bu.
31 Mart seçimlerinde benzer tartışmaları yaşamıştık: AKP-MHP ittifakına karşı CHP-İP ittifakına mahkûm olduğumuz fikri, bu sağcı iklim içerisinde tek doğru politika gibi sunulmuştu. Bu politika doğru olmadığı gibi bütünüyle tehlikeli bir seçim taktiğini içinde barındırıyordu, İşçi sınıfını sağcı iktidar blokuna karşı başka bir sağcı seçeneğe mahkûm ediyordu.
Mücadeleyi 5 dakikalık demokrasi alanına, sandığa indirgeyen bu yaklaşımın muhalefetin geniş kesimlerinde hakim hâle gelmesi, 31 Mart seçim sürecinin sıkışmışlığının da göstergesiydi.
Bugün antikapitalist bir alternatifi inşa etmek, göçmenlerle dayanışma ağlarını güçlü bir şekilde örmek, dünyayı her geçen saniye yaşanması zor bir yere çeviren iklim krizine karşı sokakta milyonların hareketini örgütlemek için çabalamak, yolsuzluğa, fakirliğe, açlığa karşı biriken öfkeyle buluşmak, Kürtlerin ağırlaştırılmış siyasal baskıya karşı biriken kızgınlığının ifade olabileceği birleşik kanalları yaratmak atılması gereken asli politik adım.
Muhalefet ittifakına oy verip vermeyeceğini tartışmak, bu asli politik zemini silikleştirdiği ve öfkeli kitlelerin buluşmasının yolu liderliğini CHP ve İYİP’in yaptığı bu koalisyonu desteklemekten geçiyormuş algısı yarattığı için çok önemli bir yanılgıyı barındırıyor.