Türkiye’de piyasalara ve insanlara baktığınızda iki farklı dünya görüyorsunuz: Toplumun büyük bölümü ya geçinemiyor ya da borç harç idare ediyor.
Buna karşılık azınlık bir bölümü ise üst düzey harcama eğilimi içinde görünüyor. Bu eşitsizlik, uygulanan ekonomik politikaların, eş dost kayırmacılığının, kara para aklama siyasetinin sonuçları.
Gelir adaletsizliği artıyor
Türkiye İstatistik Kurumu araştırma sonuçlarına göre; en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 1,2 puan artarak yüzde 47,5'e yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,3 puan azalarak yüzde 5,9'a düştü. Yani toplam gelirlerde zenginlerin payı arttı, yoksulların payı düştü.
Türkiye’de 2020 yılı ortalama hane geliri 70 bin lira olarak gerçekleşti. Ancak yüksek gelirli haneler (ilk yüzde 20) için bu rakam yıllık 180 bin lira, düşük gelirli haneler için ise 21 bin lira oldu. Gelir dağılımdaki bu eşitsizlikle Avrupa ülkeleri arasında sonuncu olmuş durumdayız.
Piyasadaki canlılığın, yoksulların harcamalarıyla alakası yok
Piyasadaki canlılığı, yoksulların para harcaması olarak ele almak tümüyle hata. Biraz önce açıkladığımız gibi yıllık 21 bin lira, aylık bin 750 lira geliri olan bir hanenin, ev ya da otomobil alması, tatil harcaması gibi şeyler yapması hayallerin bile ötesinde.
Bu tip harcamalar aylık geliri 15 bin lira ve üzeri olan en yüksek gelir grubundaki haneler tarafından yapılıyor. Bu kesimin toplam nüfusu 17 milyon, yani yaklaşık 6 milyon hane. 6 milyon hane ev, araba alıyor, tatile gidiyor, bazı lüks harcamalar yapabiliyor. Onu da ortalama aylık 15 bin lira geliri ile yapıyor.
En yoksul 6 milyon hane – ki aylık gelirleri bin 750 lira - karınlarını bile doyurmakta zorlanıyorlar, daha çok sosyal yardımlarla hayatta kalmaya çalışıyorlar.
Orta sınıf denebilecek kalan 18 milyon hanenin yıllık geliri 54 bin lira, aylık geliri 4 bin 500 lira. Açıklanan yoksulluk sınırı ise 10 bin lira civarında. Yani orta sınıf sayılabilecek 18 milyon hane net olarak yoksulluk sınırının altında gelir elde ediyor.
Bu hanelerin de çok cüzi birtakım harcamalar dışında, zorunlu olmayan tüketime yönelmesi mümkün değil. Pek çok harcamasını kredi kullanarak yapıyor. Hane başına kredi borcu 30 bin liraya yükselmiş durumda.
Pandeminin ekonomik tercihlere etkisi çok sınırlı
Bazı harcamaların artması, örneğin otomobil, yazlık ev gibi, pandemi ile ilişkilendirilebilir. Buna karşın bazı harcamalar da azalmakta, örneğin, tekstil harcamaları. Bütün bunlar pandeminin ekonomik tercihlere etkisi gibi ele alınabilir. Ancak otomobil veya ev almak gibi harcamalar sonuçta en zengin yüzde 20’lik hanelerin yapabileceği harcamalar. Bunlar toplumun aslında zengin olduğu şeklinde yanılsamalar yaratmamalı. 2021 yılı ilk 5 ayda satılan birinci el otomobil sayısı 314 bin. Yıllık bazda 600 bin otomobil satılacağı tahmin ediliyor. Bu sayı örneğin 2019’daki sayının (400 bin) yüzde 50 üzerinde. 6 milyon hanelik en yüksek gelir grubu açısından bu sayılar çok fazla artış anlamına gelmiyor. Zenginlerin bir kısmı için “paralarını bankada tutmak yerine gayrimenkule yatırım yapıyorlar” denebilir.
Ekonomik ve sosyal kriz derinden derine birikiyor
Bütün bu rakamların ardındaki gerçek şu; ekonomik kriz artıyor. İşsiz sayıları artıyor, enflasyon yükseliyor, yoksulluk artıyor, gelir adaletsizliği artıyor. Halkın alım gücü azalıyor. Bir de üstüne kara para kazanan dar bir çevrenin, lüks, şatafatlı yaşam tarzı gözümüze sokulunca insanlardaki öfke de artıyor. İktidarın sonunu getirecek olan da bu öfkenin kendisidir.
(Sosyalist İşçi)