Tuna Emren, aşı konusundaki son gelişmeleri, öne sürülenleri ve devletlerin tercihinin arka planını tartışıyor.
Bugünlerde hepimizin aklında aynı soru var. Olur da sıra bize gelene kadar aşı stoku tükenmez ise ve aşılanmayı başarabilirsek salgından kurtulacak mıyız?
Pandeminin sonlanması için toplumsal bağışıklığın sağlanması gerekiyor. Fakat her salgında, bunun için gereken oran değişir. Covid-19’un sonlanması için nüfusun yüzde kaçı bağışıklık kazanmalı, bilinmiyor. Tahminler yüzde 70’in üstünde olması gerektiği yönünde. Ama yüzde 75 yeterli olur mu mesela, yoksa yüzde 90 civarına mı ulaşması gerekecek?
Bağışıklık kazanmak için aşılanmamız lazım. Ancak aşılanan herkes bağışıklık kazanmıyor. Çünkü mevcut Covid aşılarının hiçbiri yüzde 100 koruyuculuk garantisi sunmuyor. Bizdeki Sinovac aşısının iddiası ise sadece yüzde 50. Öyleyse bu aşıyla toplumun yüzde kaçında bağışıklık oluşturulabilir ki?
Bunu hesaplamak için aşılanan nüfusun oranı ile bu oranı çarpıyoruz. 82 milyonluk nüfusun tümünü aşıladık diyelim, o zaman yüzde 100’ü aşılanmış olurdu. Bunu da yüzde 50 ile çarpınca sonuç yüzde 50 olur. Yani salgının sonlanması için gereken asgari yüzde 70’lik toplumsal bağışıklık beklentisinin çok altında kalır -ki ayrıca nüfusun tamamının aşılanması da ihtimal dışı çünkü örneğin 18 yaş altına yapılamıyor.
Peki o zaman ne olacak?
18 yaş altı aşılanamayacağına göre, aslında geriye kalan nüfusun yine tamamı aşılanabilse dahi elde edebileceğimiz toplumsal bağışıklık düzeyi yüzde 35 civarında seyreder. Bundan beklenebilecek en iyi sonuç, hastalığı ağır geçiren vakaların sayısında yaşanacak azalmadır. Fakat yüzde 50’lik koruyuculuk aynı zamanda şu anlama da geliyor: Aşılanan her 100 kişiden 50’sinin aşıya rağmen enfekte olma ihtimali var. Yani “aşıyı yaptırdık, artık hastalanmayız” diye bir şey yok. Onun yerine şu var; aşılandığı halde enfekte olan kişiler hastalığı daha hafif atlatacak.
Sonuçta salgın bu şekilde sonlanmıyor. Ve bu arada hatırlatalım, aşıların hiçbiri için netleşmemiş bir soru daha var: Bizi hasta olmaktan mı koruyacaklar yoksa virüsten mi?
Eğer virüsten değil de hasta olmaktan koruyacaklarsa, aşılanmış olanlar virüsü alıp hiçbir hastalık belirtisi göstermeden yaymaya devam edecek demektir. Kaldı ki aşının 60 yaş üstündeki etkisini de bilmiyoruz. Bu yaş grubundaki koruyuculuğu yüzde 50’nin altındaysa önceden elde ettiğimiz yüzde 35’i yakalamak bile imkânsız olur.
Neticede virüs dolaşıma ve mutasyon geçirmeye devam edecek. Hatta aşılanma oranı çok düşük kalacağı için aşıya direnç kazanacak şekilde mutasyona uğraması da mümkün.
Bu durumda maske, mesafe kurallarını gevşetemeyiz.
Koruyuculuğu çok daha yüksek olan (%90-95) aşılar varken Sağlık Bakanlığı, nedendir bilinmez bu aşıyı tercih etti. Oysa diğerleriyle toplumsal bağışıklığın kazanılması mümkün olabilirdi (kabaca bir hesapla 60 milyon kişi aşılansa bağışıklık kazanılırdı).
Hiçbir ülkede 59 yaş üzerinde henüz denenmiş olan bir aşıyı 90+ yaş grubuna uygulama kararı almış olmaları da cabası.
Aşı adaletsizliği
DSÖ Başkanı Tedros A. Ghebreyesus’un açıklamasına göre; yüksek gelirli 49 ülkede şu ana dek 39 milyon doz aşı yapıldı ama en yoksul ülkeler arasında sadece 25 doz aşı alabilmiş olanlar bulunuyor. Dr. Tedros bu durumu “feci bir ahlaki başarısızlık” olarak nitelendirdi ama biz lafı bu kadar dolandırmadan söyleyelim; bu apaçık sömürüdür.
Aşılar adil şekilde dağılmıyor. Bazı ülkeler aşı stoklarını sıfırlarken diğerlerinin aşıya erişememesi salgının gidişatı açısından da büyük bir tehlike doğurur.
Ayrıca örneğin Türkiye’de sayıları 5 milyonu bulan mültecilerin de aşılanıp aşılanmayacağı belli değil. Ve bu da küresel bir sorun. Kötü yaşam standartları nedeniyle yüksek risk grubunda yer alıyor olsalar da neredeyse hiçbir ülkede aşı takvimlerine dahil edilmediler.
Amacımız pandemiyi bu aşılarla sonlandırmaktı sözde. Aşıları herkese adil dağıtamadığımız için salgını uzatıp duruyoruz.
Virüsün mutasyon geçirmiş çok daha tehlikeli varyantları da küresel dolaşıma çıktı. Japonya, İngiltere, Brezilya ve G. Afrika’daki yeni varyantlar, sürecin uzaması durumunda salgını sonlandırmakta zorlanacağımız bir noktaya sürükleyebilir bizi.
Sonuçları geçtiğimiz hafta yayımlanan bir araştırmada, Brezilya’nın Manaus kentinde nüfusun dörtte üçünün SARS-CoV2 virüsüne yakalanmış olduğu, böyle yüksek bir oran karşısında kentte salgının sonlanması gerektiği görüldü. Oysa Manaus hastaneleri tekrar dolup taşmaya başladı, yoğun bakımlarda oksijen stokları tükendi, ölümlü vakaların sayısı arttı. Bunun sebebi, virüsün mutasyona uğramış olması.
Bu yeni varyantların etkileşime geçmesi durumunda ne olur, aşıların bir noktada güncellenmesi gerekir mi, bilinmiyor.
Bunca bilinmeze, 2 milyondan fazla kişinin salgın yüzünden can vermiş ve bu sayının her gün korkunç şekilde artıyor olmasına rağmen şirketler aşıların patentlerini korumaya, ölümlerden kazanç sağlamaya devam ediyor, aşılar dağıtılamıyor. Örneğin Pfizer, üretim hattını geliştirip daha fazla aşı üretmeye çalışacağını açıkladı ama bu sırada aşı teslimatını yavaşlattı.
Aşıda patent olmaz; insanlığa aittir ve herkese parasız ulaştırılması gerekir ki pandemi sonlanabilsin.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)