CHP’nin, kemalistlerin, ulusalcıların değişip değişmediği sürekli tartışılıyor.
AKP-MHP ittifakının aşırı sağ ve koyu milliyetçi politikaları, bu güçlerin muhalefetin içinde öyle veya böyle kabul edilebilir bir bileşen olarak görülmeleri sonucuna yol açtı. Ancak bazı gelişmeler, bunun ne kadar çetrefilli bir süreç olduğunu ortaya koyuyor.
CHP’nin 10 sene önceki CHP ile tıpatıp aynı olduğunu söylemek doğru olmaz. Ancak bu cephedeki değişimlere umut bağlayan bir siyasi çizgi de sol açısından intihar demek olur. CHP ve ulusalcılık, eski devletçi reflekslerini koruyan figürlerin devranın döneceği ve kendi sıralarının tekrar geleceğine yönelik inancıyla, bu figürler ve onların görüşleri yüzünden halkın çoğunluğunu kazanamadıklarını düşünenler arasında salınıyor.
“Eski Türkiye”ciler
Son haftalarda yaşanan birkaç gelişme, “eski Türkiye”cilerin ruhunu ortaya koydu. Maltepe’de CHP-İyi Parti ittifakının yönettiği belediye, bir parka Türk ırkçısı Nihal Atsız’ın adını verdi. CHP’li 25 belediye meclisi üyesinin karara ret oyu vermesi bir “değişim” göstergesi değil; İyi Parti, verdiği destek nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı, CHP’nin en önde gelen figürlerinden Ekrem İmamoğlu’na teşekkür etti.
Daha sonra ise Maraş katliamının yıl dönümünde, CHP’li bir heyetin, katliamı örgütleyen asıl güç olan MHP’nin tarihsel lideri Alparslan Türkeş’in eşine yaptığı ziyaret geldi. Görüşmeye katılan heyet yine CHP’nin as kadrosunu barındırıyordu: Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, yine Ekrem İmamoğlu, kimileri tarafından solun yeni umudu olarak lanse edilmeye çalışılan Canan Kaftancıoğlu…
"Türbanlı hâkim" tartışması!
Son iki gelişmeler ise CHP’den değişim bekleyenleri yine hüsrana uğratacak. Önce Fikri Sağlar, “türbanlı hakimlere güvenmediğini” deklare etti. Bunu derken, Kemalistlerin çok eski bir masalı olan “türban-başörtüsü farkı”na atıf yaparak “Türban irticai faaliyetlerin şeriat isteyenlerin üniformasıdır” dedi. Sağlar bir zamanlar CHP’nin solcu kanadında sayılan, hatta kimi büyükçe sol gazetelerde köşe verilen bir isimdi. Bu açıklamasıyla açıkça nefret suçu işledi; kadınların ne giyeceğine kısıtlama getirmeye çalışırken, belirli bir tip giyim tarzına koyu bir nefret duyduğunu gösteren ayrımcı söylemlerde bulundu. Öyle ki, Kılıçdaroğlu bile buna karşı çıkmak zorunda kaldı!
Ulusalcıların hezeyanları bunlarla kalmadı. Son olarak İlker Başbuğ, “Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu” dedi. Daha önce darbecilikten hapis yatmış, ancak daha sonra AKP’nin 2016 öncesi bütün darbe davalarını kumpas ilan etmesiyle siyasi hayatta kendine tekrar itibarlı bir yer edinmeye çalışan Başbuğ’a göre, erken seçim kararının olmadığı bir ortamda darbeler meşru sayılabilir! Darbecilik yıllar süren kitlesel mücadelelerle Türkiye toplumunda mahkûm edildi. Ancak hükümetin eski devlet güçleri ve MHP ile kurduğu ittifak, Veli Küçük’ten Alaattin Çakıcı’ya, Sedat Peker’den İlker Başbuğ’a bir sürü milliyetçi ve karanlık figürü tekrar parlattı.
Dolayısıyla Başbuğ ve Sağlar gibilerinin açıklamaları, bize nasıl bir muhalefet inşa etmemiz gerektiği açısından fikirler veriyor.
Bu tartışmalar şu an Genelkurmay ve MHP’yle Türkiye egemen sınıfı adına yurt içinde ve bölgesel güçlerle kapışmalarında iş birliğine giden AKP’ye “darbe tehdidi mağduru” payesi kazandırmaz. Ancak radikal sol bir muhalefetin, CHP-İyi Parti ittifakının peşine takılmasının ne kadar yanlış olduğunu gösterir ve bize AKP-MHP’ye karşı milliyetçi olmayan, özgürlükçü bir muhalefet için Antikapitalist Blok inşası için motivasyon kazandırır.
(Sosyalist İşçi)