6 yıl sonra gelen Kobani soruşturması, hükümetin HDP’ye baskı uygulamak için her fırsatı değerlendireceğini bir kez daha gösterdi.
5 Eylül sabahına yedi ilde Kobani operasyonuyla başladık. Gözaltılar 6-8 Ekim 2014 tarihinde Kobani’ye yönelik IŞİD saldırısına karşı, Türkiye kentin savunması için gerekli adımları atmamasına yönelik protestolarda oluşan şiddet sarmalı nedeniyle başlatılan bir soruşturmanın sonucuydu.
Gözaltına alınan 20 kişiden 17’si tutuklandı. Ayhan Bilgen, Nazmi Gür, Ayla Akat Ata, Emine Ayna, Emine Beyza Üstün, Bircan Yorulmaz, Bülent Parmaksız, Can Memiş, Dilek Yağlı, Günay Kubilay, Zeki Çelik, Ali Ürküt, Pervin Oduncu, Alp Altınörs, Berfin Özgü Köse, Cihan Erdal ve İsmail Şengül cezaevine gönderildi. Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan ve Gülfer Akkaya ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
6-8 Ekim eylemlerinde ne olmuştu?
2014 yılının son çeyreğinde en güçlü dönemlerini yaşayan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı cihatçı örgüt, Kürtlerin kontrolündeki birçok yeri ele geçirmek için saldırıyordu. Kobani’deki savaş bir sembole dönüşmüştü. Uzun süren saldırıların ardından direniş kazandı ve kent işgalcilerden temizlendi. Bu süreçte Türkiye başta savaşa karşı tarafsız gibi gözüken bir tutum almıştı. Fakat aşağıdan baskının sonucunda Türkiye tutumunu yumuşattı ve Kuzey Irak’tan gelecek peşmerge desteğine koridor açtı.
Ancak 6-8 Ekim arası sokaklardaki gösterilerde bir şiddet sarmalı patlak verdi ve onlarca kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden 46 kişinin büyük çoğunluğu HDP’liler olmasına rağmen, devlet bu şiddet sarmalının sorumlusunun HDP olduğunu ilan etti..
Çözüm sürecinin akıbeti…
Eylemler için çağrı yapan HDP MYK’sının sorumlu tutulacağı uzun süredir biliniyordu. Ancak son operasyonlara bakılırsa, yalnızca MYK üyeleri değil tüm GYK üyeleri hakkında kovuşturma başlatıldı.
Oysa Kobani eylemlerinden birkaç ay sonra 28 Şubat 2015 tarihinde, Dolmabahçe’deki Başbakanlık ofisinde, AKP heyetiyle HDP heyeti bir araya gelmiş ve basına Abdullah Öcalan’ın çözümle ilgili önerilerini içeren metnini okumuşlardı. Çözüm sürecinin zirvesi kabul edilen bu olaydan bir süre sonra süreç akamete uğramış, Temmuz ayında ise tamamen rafa kaldırılmıştı. Bununla birlikte diyalog da sona erdi ve çatışma süreci yeniden başladı. Bu aşamadan sonra devletin ve hükümetin Kürt sorunundaki politikası 180 derece değişti.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu Kürt tarafını eleştirmekle beraber, Kobani’nin düşmemesi için Türkiye’nin elinden geleni yapacağını ifade etmişti.
Kayyumlar ve Kars Belediyesi
Ancak mesele sadece Kobani olaylarıyla ilgili değil. HDP’ye yönelik baskılar tüm kanatlardan devam ediyor. 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimde 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi kazanan HDP, o günden bu yana kayyum kararlarıyla hedefte. Kazanılan 65 belediyenin yalnızca altısına kayyum atanmadı. Geri kalanların hepsinde, halkın meşru demokratik seçimler yoluyla verdiği kararlar, iktidar tarafından hiçe sayıldı ve darbelere benzer bir mantıkla, seçilmiş yönetimler atamalarla yok edildi. Halkın iradesi hiçe sayıldı.
6-8 Ekim 2014’teki Kobani olayları nedeniyle gözaltına alınan Kars Belediye Başkanı HDP’li Ayhan Bilgen avukatları aracılığıyla “gözaltı sürem bitene kadar kayyım atanmamış olursa Belediye Başkanlığı görevimden istifa edeceğim” açıklaması yaptı. İçişleri Bakanlığı, tutuklanmasının hemen ardından Bilgen’i görevden alarak yerine Kars Valisi Türker Öksüz’ü kayyum olarak atadı. Öksüz, belediye binasına namaz kılarak, silahlı güçlerle girdi. Bunun Kars halkının demokratik tercihlerine yönelik bir müdahale olduğu genel kabul gördü. Kayyum Öksüz ayrıca 25 kişiden oluşan Belediye Meclisini de feshetti. Belediye Meclisi, 10 HDP, 5 CHP, 4 MHP, 3 AKP, 2 DSP ve bir bağımsız üyeden oluşuyordu. Öksüz, HDP’li belediyenin tweetlerini sildirdi ve Kürtçe hesabı da kapattı.
Erdoğan Kürtlerden “umudunu” kesti
Saldırılar MHP ile ittifak yapan AKP liderliğinin Kürt oylarından artık umudunu iyice kestiğini ortaya çıkarıyor. Kürt işçilere, Kürtlerin diline yönelik ırkçı saldırılar artarken, hükümet bunları durdurmak için önlem almıyor, kendi deyimiyle “Kürt kardeşlerini” artık pek önemsemiyor, Kürtçe ödev verdiği için, muhafazakâr cenahtan gelen akademisyenler işten atılabiliyor. Hükümet ise apaçık ırkçı uygulamalarla boğuşmak yerine doğrudan Kürt siyasetçileri hedef alıyor.
Erdoğan 6 milyon kişinin oyuyla yüzde 10 – yüzde 13 bandında bulunan Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP için “Varlığıyla yokluğu arasında zaten herhangi bir fark yok. Çünkü onların her zaman yeri ya dağdır ya sokaklardır” ifadelerini kullanabildi.
Bütün baskı politikalarına, devletin ve milliyetçi güçlerin kışkırtmalarına karşı bugün barış için HDP’nin yanında durmak, onunla dayanışma göstermek son derece önemli.
DSİP bu konuda bir basın açıklaması yaparak şunları vurguladı:
“İktidar giderek daha fazla hukuk ve adalet dışına çıkıyor, özgürlükleri kısıtlıyor. Ekonomiyi düzeltemeyen, salgınla baş edemeyen, dış politikada başarısızlıklar yaşayan iktidarın gücü, sadece muhaliflere baskı yapmaya yetiyor.
Türkiye’de halkların, işçilerin ve yoksulların ihtiyacı muhalefete daha fazla baskı yapılması değil, demokratik haklara saygı gösterilmesi ve demokratik hakların geliştirilmesidir. HDP’lilere yönelik gözaltı dalgası, seçme ve seçilme hakkına, demokratik muhalefet yapma hakkına bir saldırıdır. HDP demokratik ve meşru zeminde siyaset yapan bir partidir.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi olarak Halkların Demokratik Partisi üye ve yöneticilerinin tutuklanmasını kınıyoruz. HDP’ye yönelik baskılara bir an önce son verilmesini, tutuklananların derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.”
Antikapitalist Öğrenciler de benzer şekilde “HDP bir suç örgütü değil, demokratik ve meşru zeminde siyaset yapan bir partidir.
Herkesi hukuku ve demokratik hakları savunmaya çağırıyoruz” diyerek HDP’lilerin serbest bırakılması çağrısını yaptı.
Bugün her türlü bahaneyle HDP’ye saldıranlar, artık “Kürt kardeşlerimiz” masalını bile tekrarlamıyor, doğrudan ezilen bir kimliği ve milyonlarla ifade edilen bir halkı hedef alıyorlar. Buna karşı barışı, eşitliği ve özgürlüğü savunmak için kitlesel mücadeleleri inşa etmeye ve Türkiye işçi sınıfı içerisinde milliyetçiliğin etkisini kırma gayretine devam edeceğiz.
Çözüm sürecinin başlamasıyla bitişi arasında iki buçuk yıl var. Bu iki buçuk yıl içinde çok önemli gelişmeler yaşandı.
Her şeyden önce süreç, Kürt sorununun tüm yönleriyle tartışılması anlamına geldi.
Ekonomik, siyasi, hukuki, ideolojik ve askeri açılardan Kürt sorununun her bir veçhesi kamuya açık tartışma platformlarında ele alınmaya başlandı. Her tartışma, önceki dönemlerde dile getirilmesi bile ürkütücü olan konuların, sırların üzerindeki örtüyü kaldırdı.
Çözüm sürecine Kürt halkının desteği ezici bir orandaydı. Milyonlarca insan, sorunun “Böyle gelmiş böyle gider” diyerek geçiştirilmeme ihtimali karşısında heyecanlanmıştı. Bu heyecan, Kürtlerde siyasal gerilimi düşürdü, genel bir rahatlamayı ve umut dolu bir politik atmosferi besledi.
Türkiye’de “Anadil hakkı” ve düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan sorunların Kürt sorununun çözümsüz bırakılmasıyla bağı, çözüm sürecinin her bir gününde daha da belirgin bir hale gelmeye başladı. Bu, batıda da çözüm sürecine yönelik iyimser bir havanın oluşmasına neden oldu.
Bu gelişmeler, birçok açıdan siyasal alanda etkili bir demokratikleşme yaşanmasına neden oldu. Kürt sorunun “bölücülük” ekseninden çözüm eksenine doğru kayışı ve sorunun kaynağı hakkında giderek belirginleşen kanaatler milliyetçi fikirlerde gerilemeye de neden oldu. En azından bu fikirler önceki döneme göre daha kendine güvensiz bir şekilde ifade edilir oldu.
Örneğin İstanbul’da Gezi Parkı etrafında başlayan eylemlere yüzbinlerce gencin katılmasında çözüm sürecinin yarattığı iklimin önemli bir payı var. Kürt sorunu etrafında süregiden çatışma ortamı, milliyetçiliğin sürekli beslenmesi, işçi sınıfı saflarında bu gerilim etrafında oluşan bölünme birleşik mücadelenin gelişmesinin önünde büyük bir engeldi. Çözüm süreci bu engel ortadan kalktığında milyonlarca emekçinin gerçek sorunlar etrafında daha rahat hareket edebileceğini, bir araya gelebileceğini gösterdi.
Çözüm sürecinin bütün kazanımlarının geri alınması için gösterilen çabanın altında bu gerçek yatıyor.
(Sosyalist İşçi)